Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '11

 
Kategori
Deneme
 

Tanrı Dedi ki ...

Tanrı Dedi ki ...
 

İnsan çok karışık ve uzun bir romandır, bir yığındır, ruhtur, ettir, beyindir, egodur, ihtiyaçtır toplumsaldır, gendir.... Milyonlarca olay, binlerce olgudur insan. Zamandır, geçmiş, bugün, gelecek… Düştür yarına, düş kırıklığıdır düne… Evlattır, annedir, babadır, oğul, kız, kardeştir… Ekmektir, sudur, emektir, bilektir… Varlıktır, yokluktur, sefadır, sefalettir, isyan eden, boyun bükendir… İnanmadığını söyleyen, inandığına dua edendir… Hiçbir şeydir ve her şeydir insan… Her şeyden öte nefes değil, can değil, ruh değil, yaşamdır insan… 

Yaşamak tanrının ruhundan ruh vermesi ile başlayan serüven, tanrının ruhundan koparıp verdiği o kutsal hediye… Tanrı “Ruhumdan ruh verdim insana ve en değerli hazinen yaşamak” dedi… “Her şeyi affedebilirim ama bir tek şeyi asla” dedi; “oda yaşamak mümkünken yaşayamamış olmak” dedi. 

Evet; cenneti hedefleyerek yaşayacaksın ama bu dünyadaki cenneti, bu dünyadaki cennet hedefi ötekinin garantisi olacak, hakkını vermek ömrünün ahretteki cennetin kapısını aralayacak zaten... Bu dünyadaki cennet için seveceksin, sevdiğin için sevileceksin, bu dünyadaki cennet için emek harcayacak yaşamayı hak edeceksin, hak ettiğin için huzur bulacaksın, bu dünyadaki cennet için gülümseyeceksin, gülümsediğin için gülümseyen yüzler göreceksin, bu dünyadaki cennet için tanrının ruhundan kopardığı ruhun kıymetini bilecek, bildiğin için sevileceksin tanrı tarafından… 

Öteki cennet için, bilinmeyen bir cennet için uğraşmak ise bu dünya için yaşayamadığınız, yaşamınızın hakkını veremediğiniz için öteki dünya cennetini riske sokmaktır... Çünkü uğraşının altında samimiyet değil ödül vardır… İyilik yapıyorum veya sevap işliyorum ama içimden geldiği için değil ya cehennemle cezalandırılmamak ya da cennetle mükâfatlandırılmak için… Bu uğraşı; amaç uğruna yapılan süreci yok eder ki asıl önemli olan sürece yani yaşama hakkını vermektir... Yani içinden geldiği gibi, Tanrı’nın istediği gibi, iyilikle, sevgiyle, güzellikle, gülümseyerek, gülümseterek… yaşamaktır… Tanrının kutsal armağanı yaşamın hakkını vermektir… 

Sonuçta günahı da yaratan aynı tanrı sevabı da yaratan aynı Tanrı! Öyleyse, engelleyebilecekse zaten günahı, nedir kıstas, bizi cennete veya cehenneme götüren... Nedir kıstas? Bizim ruhumuzun en derinlerini bilen, söylediğimiz sözleri bir yana bırakıp yüreğimizi dinleyen için? 

Yaşayarak ve yaşatarak yaşamın hakkını vermek mi her türlü... 

Ne ihtiyacı var Tanrının senin kıldığın namaza, ne ihtiyacı var kestiğin kurbana, ne kiliseye, ne camiye, ne vaftize, nede başka bir şeye... Hiçbir ihtiyacı yok Tanrının senin mutluluğundan başka bir şeye! O sana bir ömür veriyor, bir emanet ve “kıymetini bil” diyor... “Aynı senin yaptığın bağış gibi ne amaç için kullanıldığı, nerelere aktarıldığı önemli” diyor... 

Yıllarca hep Allah’tan kork dediler bana oysa ben sevdim onu, korkmadım asla; zira bir insan neden korkar ki sevdiğinden anlamadım da, bir insan neden korkar ki affedenden, yaradandan ve iyilikle, güzellikle donanandan anlamadım hiç! Ben korkmadım oda hep gülümsedi bana niye korkayım anlamadım da asla... O affetti ben korkmadım, o sevdi ben korkmadım, o güvendi ben korkmadım… bende sevdim, bende güvendim, … 

Kork dediler yetmedi birde rüşvetler verdiler ona ahlaksız memurlarla bir tutup! Cennete giriş evrakını imzalatmak istermişçesine rüşvetler verdiler kendilerince... Kurbanlar, namazlar, vaftizler, şaraplar, ilahiler... hep amacından saptı, hep şekli kaldı, ne bir insana yaradı nede Tanrı bu safsatalara kandı! O hep dedi ki “bu bana değil size aslında, kendi aranızda paylaşın, birbirinize mutluluk verin, birbirinize gülümseyin, yaşayın yaşabildiğiniz kadar, yaşatın yaşatabildiğiniz kadar, mutlu olmak olsun kıstasınız, ben başka bir şey istemem sizden, yapmayın beni küçültmeyin, yapmayın beni utandırmayın, yapmayın birbirinize kıymayın, yapmayın ömrünüzü harcamayın, yapmayın, yapmayın, yapmayın” “Namaz dedirttim peygamberime ki kabileler toplum olabilsin birbirini tanıyabilsin diye bana değil size ibadetti o oysa benim ne ihtiyacım var sizin kıldığınız namaza, bölünmeyin, kin gütmeyin, küsmeyin, kızmayın, birlik olun, dirlik olun diyeydi o” diyor... “Oysa siz ne yaptınız şekli olarak uydunuz ama ticaret yaptınız o toplulukta, ama cana kıydınız hemen sonrasında” diyor... “Abdest dedim temiz olun diye; oysa siz ne yaptınız kadın elini tutmaktan bile kaçtınız kirlenirim diye” diyor “ve hala pisseniz ne amacı oldu abdestin” diyor... “Kadına değer verin, öldürmeyin, cinsel tatmin için kullanmayın dedim ve cinsel sömürüyü yok etmek için mahrem yerlerini gerekiyorsa örtsünler dedim siz ne yaptınız onların fikirlerini özgür iradelerini örttünüz, kadını, yarattığımı, ruhumdan ruh verdiğimi, kendi yaratma kabiliyetimden bir parçayı rahmine yerleştirdiğimi değersiz kıldınız, kenara ittiniz” diyor... “Bana değil hiçbir ibadet size” diyor... “Dünya malına kul olmayın, insanı kıymet seçin dedim siz ne yaptınız; dilim varmıyor” diyor... 

Biliyor musunuz gözleri hep buğulu hep üzgün, “Size hep inandım, size hep güvendim, ama beni yanılttınız” diyor... “Yine de umutluyum, her ana rahmine düşen tohum, her cenin, her bebek umudumdur” diyor… “Yaşam veriyorum size hakkınca yaşayın” diyor… 

Tanrı diyor ki “Ben tek şeyi birçok aracıyla söyledim... Her aracı bir peygamberdi sizlere, her biri aynı şeyi söyledi, her biri benim aynı olan sözlerimi iletti sizlere, hep tekrar ettim sadece... Yılmadan usanmadan, inancımı kaybetmeden tekrar ettim; İsa ile Musa ile Davut’la, Muhammed’le...” diyor. “Siz ne yaptınız? Aynı olanlardan birbirinize karşı düşmanlık yarattınız... Ben birleştirmek istedim sizi, siz daha da bölündünüz... Din dediniz, millet dediniz, mezhep dediniz, parti yaptınız, ideoloji yaptınız bunu dünyaya mal ettiniz... Aynı doğruları söyleyen içinde aynı öğütler yazan kitaplara inandınız, aynı Allahın kulları iken dur duraksız kavga ettiniz, savaştınız, öldürdünüz, öldürüldünüz, zulmedip dünyayı yaşanılmaz, size armağanım olan yaşamı değersiz kıldınız… Ben dünyayı böyle yaratmadım” diyor... 

Tanrı söyledi ben dinledim ben dinledikçe o söyledi... Ama sesle değil fikirle söyledi... Hissettim onu sadece... Yazdım ruhuma okuyan okuyor... Yazdım yaşamıma gören görüyor… Yazdım bakışlarıma baktığıma yansıyor... Yazdım ve yazıyorum… Okuyan olur diye umut ediyor, okuyan olur diye umut ediyorum… 

O herkese söylüyor bana değil sadece! Ama gören göz duyan kulak olmalı onu anlamaya, emek olmalı yaşamaya... Bazı kulaklar vardır ki sadece şapkaların kafada kalmasına yarar, kelimeler değersizdir onlar için nasılsa bitmez… Doğru bitmiyor aslında biter mi hiç kelimeler yetersiz kalırda bitmez... Olsun yettiği kadarıyla dinler yettiği kadarıyla anlatmaya kalkarsın sende… Yaşayabildiğin kadar yaşar, yaşayabildiğin kadar yaşatırsın sende… Hata yok mu? Yanlış yok mu? En bize ait olan o aslında ama hatalarımızdan ders almalı, hatalarımızı geçmişimizde bırakıp geleceğe sarılmalıyız… O anlattı ben özür diledim yaşamadıklarım için; “Üzülme” dedi, eli omzumda “Üzülme, yaşa bundan sonra değerince, kaçırma ömrünün güzelliklerini, kaçırma ömrüne güzellik katacakları” dedi… “Üzülme sıkı tutun sadece yaşamına” dedi. “Yinede hataların olacak, yinede yanlışların olacak unutma ama orada kalma yaşa sadece mutluluk duyarak ve mutluluk dağıtarak yaşa sadece” dedi. 

“Hataya kızmıyorum, hata yapmaktan korkana kızıyorum, yaşamaktan kaçana kızıyorum, düşünmeyen, tartışmayan, hissetmeyen, hissettiğine değer vermeyene, onun için mücadele etmeyene kızıyorum, ömrüne, kendine kıymet vermeyene kızıyorum” dedi. “Düşünmek, tartışmak gereken konularken bunlar kendinizce tabu yapıp benden uzaklaştınız ya, söylediklerime kulak vermeyip beni bile uzaklaştırdınız ya kendinizden işte ona kızıyorum” diyor... “Ben size güvendim, ruhumdan ruh verdim, akıl verdim, irade verdim” diyor, “Siz nasılda güveniniz boşa çıkınca üzülüyorsanız bende üzülüyorum ama umudumu kaybetmiyorum, sizde kaybetmeyin” diyor… “Ruhunuza koyduklarım, beyninize koyduklarım, kalbinize koyduklarımı yoksaydınız, canımı acıttım ruhumu kopardım size ruh verdim” diyor; “ruhumdan koparıp verdiğim ruhumu da, sizin için sonsuz güzelliklerle yarattığım dünyama, dünyanıza sattınız” diyor… “Ruhumu dünyama sattınız, satarken de her geçen gün dünyayı da karattınız” diyor... Utanıyorum o konuşurken, “Utanmaktan da kaçtınız, üzülmekten kaçtınız, yoksaydınız! Utanın, üzülün, ağlayı… onlar sizin en insani duygularınız, onlarla insanlığınıza yeniden tutunun” diyor… 

“Derin mevzulara girenleri, düşünenleri, sorgulayanları, sizlere en büyük lütfum olan beynini, iradesini kullananları cezalandırdınız, yasakladınız, yoksaydınız, oysa ben size düşünün, irdeleyin, tartışın dedim, bunun için özgür bir ruh ve düşünebilme yetisi verdim” diyor… 

“Şimdi sen konuşuyorsun ya dikkat et” dedi! “Duysunlar sorun değil, yazmak okunsun diye konuşmak dinlensin diyedir zaten” dedim... “Susmak hem de bilipte susmak o işte büyük ayıptır, bilmek için harcadığın emeğe, yanlış yapılınca oluşacak haksızlığa, bilmeni sağlayan tanrıya ayıptır...” dedim! “Şimdi susmak sana, senin verdiğin ömre ayıptır” dedim! 

Bugün, Yaradan, Tanrı, Allah, Rab, … omzuma dokundu ve “Yaşayın ne olur, yaşatarak yaşayın, mutlu olarak, mutluluk saçarak, paylaşarak yaşayın, … Yaşamın kıymetini bilin ne olur” dedi. 

Ali Necati DOĞAN 

 
Toplam blog
: 64
: 5712
Kayıt tarihi
: 27.06.07
 
 

İnsanım herkes kadar; zengin kadar fakir kadar, kadın kadar erkek kadar, Müslüman kadar Hristiyan ka..