Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '14

 
Kategori
Dilbilim
 

Tanrı Kendi Dilinde Gizlenir

Tanrı Kendi Dilinde Gizlenir
 

www.sagliksiteniz.com



"Dil, Varlığın evidir. İnsan konuşmaz; dil, onu anlatır". ( Heidegger )

Orta çağın sonunda, Tanrı ile insan arasına konmuş sözde aracı, özde suni bir kurum olan kiliseye meydan okuyan Luther’in; kaynakta olanı, Tanrı’nın iradesinin içyüzünü, açıkçası hakikati talep etmesiyle başlayan din ve dil kökenli devrim bugün hala devam etmektedir.

O dönemin, kâfir avcısı sadist ve bağnaz rahipleri, dinlerini kendi dillerinden öğrenmek için, İncil’i, tercümesinden okuyup anlamaya çalışan insanları yakaladıkları zaman kazığa bağlayıp yakmışlardı.

Bugünse; aramızda yaşayan cahil ve riyakâr mürteciler; tüm kutsal kitapları bünyesinde barındıran “insan zihnini” daha iyi anlayabilmek için kendi dilini sadeleştirmeye; başka bir deyişle, Türkçeyi Türkçeleştirmeye çalışanları linç etmek için fırsat kollamakta; hatta bu yolda açık ve seçik bir şekilde adım üstüne adım atmaktadırlar.

Varlık nedeni; ibadeti, ayinleri, şekilciliği vs. değil; adaleti tesis etmek olan kutsal kitabımızdan yararlanabilmek için her şeyimizle birlikte Araplaşmamız mı gerekmektedir. Hiç şüphesiz bu soruya verilecek cevap, “kesinlikle hayır!”dır.

O halde, “Biz sizi anlaşıp kaynaşasınız diye farklı kavimler halinde yarattık”, diyen Tanrı’nın bilgisi ve iradesi çerçevesinde gerçekleşen bu tarihsel zenginliği yok etme çabası asla samimi olamaz. Elbette insanlar, evrensel olana ulaşmak için başkalarının dilini ve dinini öğrenme çabasından hiçbir zaman vazgeçmeyecek; böylece, yaşamakta olduğumuz bu eytişimsel ( diyalektik ) etkileşim kıyamete kadar sürecektir.

Kaldı ki dilbilimi ve antropolojinin önümüze koyduğu verilere göre dünyanın bütün insanları aynı dili konuşsa bile, zamanla, farklı iklim ve coğrafyaların dayatacağı iç ve dış faktörler yüzünden bu dilin bölgelere göre farklılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Emin olun, bu durum karşısında bile dil bağnazları kendi ağızlarını üstün görmeye ve karşısındakilere dayatmaya devam edeceklerdir. Çünkü insanlar arasındaki kültür savaşları kaçınılmazdır; bu, insanın doğasında vardır.

Ayrıca yeri gelmişken şunu da belirtmeliyiz: bireylerin de, tıpkı toplumlar gibi kendilerine özgü biricik kültürleri ( ekinleri ) vardır. Bunu entelektüel birikim anlamına gelen kültür ( ekin ) kelimesiyle karıştırmamak gerekir. Burada, kişinin bilinçdışında oluşmuş değer yargılarının bilinçli hayatındaki yansımaları; yani, öznel varlığında sahip olduğu zenginliği gerçek hayatta kullanma biçiminin özgünlüğü kastedilmektedir. Çünkü kişiyi tek, dolayısıyla farklı yapan budur ve bu mucizeyi gerçekleştiren güç dildir.

İşte tam da bu yüzden, çalıntı ve alıntı kelimelerle konuşanlar,asla varlıkbilimsel anlamda "Var" olamazlar. Karşımızdaki sorunun en can alıcı noktasıysa: içerdekilerin dışarıdakilerden daha tehlikeli olduğu gerçeğidir. Çünkü eğer içerdekilerle baş etmeyi başaramazsak, tıpkı Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumuna sahip çıkamadığımız gibi, bundan sonra kurulacak olan kurumları da çalıştıramaz, teknolojinin tekelini elinde tutan yayılmacı ( emperyalist ) ülkelerin terimlerinde boğuluruz.

Böyle olunca da, hakikat düşmanı şeriatçılar tarafından linç edilerek öldürülen İbn. Arabi'nin; tıpkı Mallarme ve Joyce'un eserlerindeki gibi sembollerle dolu olduğu için çok zor anlaşılan "Şeceretül Kevn" ( Kainat Ağacı ) adlı eserini Hristiyan olmasına rağmen mükemmel bir dille çağdaş Fransız kültürüne kazandıran, üstelik bunu bizim bugüne kadar yapamadığımız kadar iyi yapan Fransız felsefeci ve çevirmen Maurice Klaton kadar bile olamayız.

Okuduğunuz metni, atalarımızın; “iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır”, öğüdünden yola çıkarak yazacağım birkaç cümleyle bitirmek istiyorum. Bazen; aynı dinin ortağı olduğumuz bir takım milletlerin dillerinden kaçınalım derken, af edilemeyecek gaflar da yapmıyor değiliz. Örneğin: Hegel’e ait bir eserin adı; kelimesi kelimesine “Zihnin Tecellisi”; yani, Tanrı’nın, Mutlak Varlık’ın zihninin gerçekleşmesi anlamına geliyorsa ve biz, onu, “Tinin Görüngü Bilimi” diye çevirmek durumunda kalıyorsak; “ten” kelimesindeki “e” harfini kaldırıp, yerine “i” harfi koymak suretiyle, somuttan bozma uyduruk bir soyut kelimeyi kullanmak zorundayız demektir. Böyle davranmak, karşı çıktığımız kişilerin yaptığının tersinden aynısını yapmak ve kendi dilimizi kendi elimizle baltalamak değil de nedir?

Son söz: Tanrı, kendi dilinde belirir ve bu dili, yalnızca kalbi mahzun ( hüzünlü ) olanlar, başka bir deyişle, gönlü garip olanlar bilir. Uzun lafın kısası : Tanrı, kendini, ancak kendine teslim olanlara verir.

Not : Bu metin, 8 Aralık 2010 tarihinde Milliyet Blog’ta yazdığım yazının yeniden düzenlenmiş halidir.

Dip Not: Bu blogu Dil Derneği’nin yöneticisi Sayın Sevgi Özel ve çalışma arkadaşlarına ithaf ediyorum.

 

 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..