Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '09

 
Kategori
Kitap
 

Tanrı Misafirleri Oteli - Okuyanları etki altına alan bir kitap -

Tanrı Misafirleri Oteli - Okuyanları etki altına alan bir kitap -
 

Küçük İnsanlar Pazarı

Yazar Timur Soykan’ın kitabındaki çocuklarla olan bölüm çok çarpıcı. Bütün içtenliğiyle, samimiyetiyle, gerçekliğiyle karşımızda. Küçükpazar'a doğu ve güneydoğudan gelen çocuk işçilerin zor şartlar altında para kazanıp ailelerini geçindirme derdinden bahsediliyor.

Küçükpazar İstanbul'a göçle gelen parasız, fakir insanların ilk duraklarından. Bu adı gibi küçük olan yerde sıra sıra hanlar bulunmakta. Bu hanların içleri, bekâr odaları denilen ve içinde 8 – 10 kişinin hep beraber kaldığı odalardan oluşuyor. Bazılarının akraba - amca, dayı çocukları, hatta kardeş oldukları - , diğerlerinin ise birbirlerini tanımadıkları bir yer burası.

Doğu ve güneydoğu illerinde 10 yaşına basan çocuklar göç için hazırlanmak durumundalar. 10 yaş onlar için bambaşka bir hayata adım atmak demek. Yaşadığı köyden, ailesinden, arkadaşlarından, evlerine yakın olan yüzdüğü dereden, okulundan, kısaca çocukluğundan uzaklaşmak demek. Hiç bilmediği koskocaman bir şehirde, belki de hiç bir çocuğun kaldıramayacağı yükler altında çalışıp ailesine bakmak demek. "Çocuk" kelimesine veda demek. Onlar artık çocuk değil; "çocuk işçi" olmuşlardır. Alınlarının akıyla para kazanıp ailelerinin geçinmesine katkıda bulunmak zorundadırlar.

Gökhan hikâyede ilk çocuğumuzun adı. 10 yaşında. Abisi Mehmet'le beraber hücre gibi bir odada kalıyor. Köyde yarım yamalak okula gitmiş. Okuması - yazması az bu yüzden. Gözlerindeki parıltı hemen anlaşılıyor. Cin gibi. Ama o gözler hüznü de barındırıyor. Muş'ta ki köyünü bırakıp Küçükpazar'a getirilmiş. Kendisine sorulma gibi bir hakkı yok. Çocukluğunun elinden alındığı kimsenin umurumda değil. O ailesine bakma yaşına çoktan gelmiş, para kazanması gereken küçük bir adam. Nem ve rutubetin çok olduğu, neredeyse yıkılmak üzere duran bir odada abisi ve tanımadığı bir sürü insanla beraber kalmakta. Kendine ait hiç bir şeyi yok. Bir yatağı bile. Abisinin yanına kıvrılıp yatmakta. Çocukluğunu unuttu belki Gökhan. Köyde arkadaşlarıyla beraber oynadığı oyunları, beraber gülerek - eğlenerek yüzdükleri dereyi unuttu. Aklında tek bir düşünce var. Para kazanmak. Çünkü onu bu yaşına kadar büyüten ailesine vefa borcunu ödemesi gerek. İstiyor mu diye sormak lazım. Çocukluğunu özledin mi diye sormak. Ama sorsak, istediğimiz yanıtı alsak bile elden bir şey gelmeyecek. Abisi Mehmet ise hiç okula gitmemiş. O da Gökhan'ın yaşındayken gelmiş İstanbul'a. Belki bir kartpostalda gördüğü bu şehrin güzelliklerini gözleriyle hiç göremedi. Belki Küçükpazar'ın, Süleymaniye'nin dışına hiç çıkmadı. Madalyonun öteki yüzünde yaşıyor bu ağabey kardeş. Yılmadan, durmadan.

Küçükpazar'da hayat sabah 7'de başlıyor. Birçok insan sabahın bu erken saatinde kalkarak 12 saat boyunca durmadan çalışacakları işlerine gidiyorlar. Hepsinin aklındaki düşünce net: Çalışmak ve para kazanmak.Yaşı gelenlere aileleri telefon edip telefonda evleneceğini söylüyor. İtiraz etme hakları yok. Onlar için evlilik seven iki insanın hayatını birleştirmesi değil; kızın aileye bakması anlamını taşıyor. 1 hafta için köye gidiliyor; evleniliyor ve bekâr odalarına geri dönülüyor. Çocuğunun olduğu bile erkeğe telefonda haber veriliyor. Bu kadar acımazsız burası. Bu kadar düzeni sert, kırılamaz. O doğan çocukların onlu yaşlarına geldiklerinde Küçükpazar'a gelmeyeceğini kim söyleyebilir. Bazı çocukların babaları hatta dedeleri buraya gelmiş; burada yaşamış. Bu bekâr odalarındaki yaşam, çalışma, sanki babadan oğula geçen bir miras gibi.

Odalarında sevdikleri bir sanatçının kirli, yırtık bir posteri duruyor. İşi olmayanlar kahveye gidip bir günü bitirmeye çalışıyorlar. Bazı çocuklar dileniyor. O masum yüzlerini dilenmek için, insanların duygularına işleyip onlardan para alabilmek için kullanıyorlar. Daha doğrusu kullanmalarını başkaları söylüyor. Sorsak hepsine acaba kaçı böyle, bu durumda olmak isterdi? Özenmiyorlar mı hiç sokakta özgürce oynayan, okullarında dilediğince eğitim gören yaşıtlarına. Her çocuğun ihtiyacı olduğu, sevdiği bir oyuncağı alıp onunla oynamak istemezler miydi? Bırakın oyuncağı, şeker almak için paralarından kesmiyor bu çocuklar. Bunların hepsi varsa yoksa geçim derdi yüzünden.

Bu bekâr odalarında çocukların ağabey, amca dedikleri insanlarda yaşamakta. Onlar bir nevi çocukların koruyucuları. Düzen, tertip onlardan soruluyor. Aralarında hala ailesine bakmak için çalışan da var; evlenen oğluna düğün yapamamasını yediremeyip düğün için para kazanmak adına çalışanda. Hepsi ayrı ayrı hayat hikâyelerine sahip. Duygu yüklü, anlamlı, bir o kadar da üzücü.

Yoğun çalışma temposunun dışında Küçükpazar'da güvende çok önemli. Polis geceleri baskınlarda bulunmakta; çevreyi sık sık denetlemekte. Yinede buradaki insanlar huzursuz. Bazılarının yatağın altında bıçakla uyuduklarını öğreniyoruz yazıda. Sadece bu cümle bile buradaki güvenin ne durumda olduğunu gösteriyor bize.

Yazıda başka bir odaya da yapılan ziyareti okuyoruz. İlkine göre daha düzenli ve iyi durumda olan odada ilk olarak Servet adında bir çocuk göze çarpıyor. 18 yaşında olan Servet görünüşünün çocukluğuyla ses tonu ve hareketlerinin olgunluğu tezat olan bir insan. Servet'in kardeşi Ersin 13 yaşında. Onun okumasını, adam olmasını, doya doya çocukluğunu yaşamasını istiyor. Ama sonrada ekliyor: " Elden ne gelir?"

Çocuğu olan kişilerin ya da ailesi daha fakir olanların diğerlerine nazaran çok çalışması gerekiyor. Her çocuk bir başka boğaz, bir başka bakılacak insan demek çünkü. Tek dinlenme günleri olan Pazar ise bu yüzden uçup gidiyor; yerini yine çalışma alıyor.

Küçükpazar acı bir gerçek olarak çıkıyor karşımıza. Gerçeklerini tek tek yüzümüze vuruyor. Belki de kimsenin görmediği manzaraları önümüze sunuyor. En çokta o çocuklara üzülüyoruz. Belki geleceğin öğretmenleri, doktorları, avukatları, mühendisleri olacak onlar. Okulda sıralarda bilgiyle dolmaları yerine üç kuruş maaşa o küçücük bedenleriyle saatlerce çalışmak zorunda kalıyorlar. İtiraz edemiyorlar; ben bunu yapmak istemiyorum; eskisi gibi "çocuk" olmak istiyorum diyemiyorlar. Seslerini de kimse duymuyor. Kimse yardım eli uzatamıyor. Çocuk işçilikten küçük adamlara, küçük adamlardan ise adamlara dönüşüyorlar bu hücreye benzer odalarda.

Timur Soykan'ın Tanrı Misafirleri Oteli kitabı çocuk çalışanları incelemesi bakımından önemli. Yazar çok çarpıcı gerçeklerle baş başa bırakıyor bizi. Kendimizi sorgulamamıza neden oluyor. Empati kurun diyor. O empatiyi kurunca bile ne kadar kötü hissetmekteyiz; onların yerinde olsak kim bilir neler hissederdik? Diye sordurtuyor kendimize. Çocuğu olup da yazıyı okuyanlar ise çocuklarına daha sıkı sarılma ihtiyacı hissediyor. Onları bağırlarına basıyor. Çünkü aynı şehirde belki de yarım saat uzaklıkta kendi çocuğunun yaşıtı olan başka bir çocuk sabah 7 de kalkarak saatlerce durmaksızın ufacık bir meblağ için çocukluğunu unutmakta, körpeliğinden feragat etmekte ama ailesinin geçim kaynağı olduğu için de kendi kendine minicik bedeniyle gurur duymaktadır.

 
Toplam blog
: 50
: 2353
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencisiyim. Yazılarımla, paylaşımlarım..