Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tanrı'nın olmaması bize bir şey kazandırır mı?

Tanrı'nın olmaması bize bir şey kazandırır mı?
 

Gazeteciliğin ve özellikle de haberciliğin klasik ve temel kuralını anlatan bir özdeyiş vardır. Denir ki, “Bir köpek insanı ısırırsa haber değildir. Ama bir insan köpeği ısırırsa bu haberdir.”

Gerçekten de hepimiz, ne kadar ciddi ve resmî olursak olalım, “köpeği ısıran bir insan” haberi duyunca ister istemez bir gülümseriz değil mi? Bunda zaten ters bir durum da yok.

Gazeteler ilgi çekmek için bu tip terslikleri, ilginçlikleri, ender rastlanan olayları, özenle haber yaparlar, bize de okuttururlar. Bu da doğal…

Terslik şurada başlıyor. İlgiyle izlenip, nasıl olmuş bu bakalım diye merak edilerek okunacak, sonra da bir tebessüm edilerek geçiştirilecek olayları biz, gerçek ve mutlak kabul edip sonra üzerinde felsefe yapıyoruz, yorum yazıyoruz, ciddiye alıyoruz ve ortaya garip bir durum çıkarıyoruz.

Bir de soyut kavramlar üzerinde bilgi eksikliği yüzünden akıl almaz hatalar yapıyoruz. İşin içine azıcık da kötü niyet girerse, işte o zaman “yandı gülüm keten helva…”

*****

Az önce internette bir haber gördüm. Şimdi İngiltere, İspanya ve İtalya’da “Muhtemelen Tanrı yok!” yazan tişörtleri giymek modaymış. (Gene de ne olur ne olmaz diye bir açık kapı bırakmışlar). Birçok arkadaşım bu konuyla ilgilenip blok yazacaktır eminim.

O yüzden ben Tanrı ve din konusunda kısa ve öz bazı bilgiler vermek istiyorum.

İnananlara göre Tanrı, bütün evreni ve ondaki canlı cansız bütün varlıkları hiç yoktan var eden çok güçlü bir varlıktır. Uzay boşluğunu şöyle bir düşünürsek, o gücü kabullenmemek mümkün değil.

Tanrıyı bu bağlamda bir “doğa” veya bir “enerji” olarak tanımlamak da O’nun gücünü azaltmaz.

Din de, insanın yaratılışıyla birlikte, gerçek bir insan gibi yaşamanın gereği olarak yapılması ve yapılmaması gereken kuralların bütünüdür.

İnsanlar bu dünyada bu kurallara uymaları veya uymamaları durumuna göre ölümden sonraki ebedî hayatta mükâfat veya ceza görürler.

İşte bu âhiret inancı, adaletsizliklerin, eşitsizliklerim, haksızlıkların kol gezdiği dünyada, insanların her şeye rağmen kötülük yapmalarını önler, iyilik yapmaya devam etmelerini sağlar.

Çünkü ilâhî adalet önünde kimse haksız duruma düşmek istemez.

Eğer insanın dindarlığı sonuç olarak insanın kendisi, diğer insanlar, toplum ve çevre için iyi şeyler yapmasını, kötülüklerden de uzak durmasını sağlamıyorsa, din zannettiğiniz namaz, oruç, çarşaf, türban, takke vs. gibi şeyler, gereksiz bir ayrıntı olmaktan öteye geçemez.

****

Dinin temeli insanın Allah tarafından yaratılması esasına dayandığı için gerçek dindarın ilk ve en önemli görevi Allah’ın varlığına ve birliğine inanmasıdır.

Allah’ın varlığı ve yokluğu, fırında ekmek var mı yok mu, sorusu gibi basit bir şey değildir. Tarih boyunca ne filozoflar bu konuyu tartışmışlar, ama bu soyut bir kavram olduğu için bize elle tutulur, gözle görülür bir kanıt bırakamamışlardır.

Bu yüzdendir ki, her dönemde bu tartışma yeniden yapılır ve taraftar da bulur.

Önce şöyle bir soruyu cevaplamaya çalışalım.

Tanrı olsa ne olur, olmasa ne olur?

Yukarıda belirttiğim gibi Tanrı’nın varlığı, öteki dünyayı gündeme getirdiği için, insanın bu dünyada yaptığı her fiilden sorumlu olması söz konusudur. Bu durum, kötülüklere karşı çok büyük bir fren görevi yapar.

Bunun farkında olan pek çok yöneticiler, kendileri inanmasalar da, inananlara engel olmamaya çalışırlar. Çünkü onun sağladığı asayiş ve huzuru, her insanın peşine bir polis taksanız yapamazsınız.

Çağdaş ve modern bir anlayışla, insanın her zaman her yerde bir insan gibi davranmasından yana olanların, bir başka deyişle Tanrı olsa da olmasa da hayatı değişmeyecek olanların, Tanrı’nın varlığı veya yokluğuyla bu kadar ilgilendiklerini sanmıyorum. Neticede bu bir felsefi görüştür. Dünyada da binlerce felsefi görüş bulunmaktadır.

Tanrı’nın yokluğu iddiası karşısında hemen gevşeyiverenler, bu dünyada yaptıkları eylemlerden dolayı -polise yakalanmadıkça- hiçbir ceza görmeyeceğini düşünenlerdir. İşte asıl korkulması gereken budur.

*****

Tanrı’nın varlığının da yokluğunun da bilimsel, fiziksel veya maddesel olarak isbatı mümkün değildir. O yüzden bu bir inançtır, Allah da bunun böyle olmasını istemiştir.

Zaten bilimsel bir kanıt getirilebilseydi, bu inanç değil bilgi olurdu.

Allah inanmamızı istiyor. İnanmak ve inanmamak tamamen bize ait. Özgür irademizle -tabii sonucuna katlanmak şartıyla- istediğimiz seçebiliriz.

Bu yüzden inananların “Tanrı vardır” yazan tişört giymeye ne kadar hakkı varsa, inanmayanların da bu düşüncelerini özgürce yansıtmaları demokratik bir haktır. Kızmaya da, üzülmeye de gerek yoktur.

Bir grup insanın “muhtemelen Tanrı yok” yazan tişörtü giymesini bir tarafa bırakın, dünyadaki bütün insanlar ömür boyu her tarafında “Tanrı yok” yazan giysiler giyseler, hiçbir şeyi değiştiremezler ve onu yok edemezler.

Aynı şekilde tersi bir davranışla olmayan Tanrıyı da var etmek mümkün değildir.

Fakat “Tanrı muhtemelen yok”, cümlesinin devamı, “öyleyse aklımıza gelen her şeyi yapalım” şeklinde gelecekse, buna bütün yasalar ve ahlak kuralları karşı çıkar.

Sonuçta hürriyetlerimiz bir başkasının özgürlüğünün başladığı noktada sona erer.

Görüldüğü gibi sadece Tanrı değil, insanlar da uyguladıkları kurallarla, "her isteyenin istediğini yapması" gibi başıboş bir yaşayış tarzına izin vermiyorlar.

O zaman Tanrı’nın olup olmaması bizim hayatımızda neyi değiştirecektir bir düşünün bakalım.

“Hiçbir şeyi” diyenler, inansalar da inanmasalar da kazandılar. Bazı şeyler değişebilirdi diyen varsa onlar inançlarını veya inançsızlıklarını gözden geçirmeliler, diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..