Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '13

 
Kategori
Tarih
 

Tanrı'nın sevgili kuluymuşuz; yine de!

19 Kasım 1951günü, TBMM’nin yaptığı “Gizli Oturumun Tutanağı” bir bilgi hazinesi, bir ışık kaynağıymış da haberim yokmuş benim!

Bu tutanağı okumakla bilmediğim ne çok şey öğrendiğimi anlatamam!

Öyle aydınlanmış, öyle aydınlanmış durumdayım ki şimdi… Meğer ne çok şeyin cahiliymişim ben!

Yalnız, anlamadığım şey şu oldu: Böylesine önemli bir bilgi hazinesini, neden 45 yıl gizlediler halkımızdan?

Sözgelişi, ben bu tutanağı okuyuncaya kadar, İsmail Hakkı Tonguç’u, O’nu yakından tanımış pek çok insanın anlattıklarına aldanarak “iyi bir eğitimci”, “yurtsever bir bürokrat” sanıyordum!

Meğer hepsi de, hangi hain düşüncenin etkisiyle bilemem, kandırmışlar beni!

Ne zeki bir insanmış ki bu Tonguç denen adam, gizli emellerini fark ettirmeden, Saffet Arıkan gibi bir Millî Eğitim Bakanı’nı kandırıp İlköğretim Genel Müdürü olmuş; 1935’te.

Dikkatinizi çekerim. İsmet İnönü Başbakan,  Atatürk de Cumhurbaşkanıdır; o tarihte.

Koltuğa oturur oturmaz, “fırsat bu fırsattır” deyip Bakan Arıkan ve İnönü’yü iğfal edip “gizli planının” ilk adımı olan “eğitmen kursları”nı açar.

Hayrettir; ne Bakan, ne Başbakan, ne Cumhurbaşkanı anlayabilir; onun kötü niyetini!

10 Kasım 1938’de Atatürk öldüğünde, Başbakanlık koltuğunda Celal Bayar oturmaktadır. Ertesi günü toplanan TBMM İnönü’yü Cumhurbaşkanı seçince, Bayar, yeni Cumhurbaşkanı’nın takdir hakkını kullanmasına imkân vermek için görevinden istifa eder.

İnönü, hükümeti kurmakla yine Bayar’ı görevlendirir. Ancak, önceki hükümette M.E. Bakanı olan Arıkan, nedense bu hükümette görev almak istemez. Bayar da MEB koltuğuna Hasan-Âli Yücel’i seçer; İnönü de onaylar.

İşe bakın ki siz; Arıkan, İnönü, Bayar veAtatürk gibi,Yücel de anlayamaz; Tonguç’un ne kötü niyetli bir kişi olduğunu! Dahası, kötü niyetlerini gerçekleştirmede hep destek verir O’na! Bu durumda, Yücel’in de iyi bir insan olmadığını kabul etmek gerekiyor!

Ancak, gizli oturumda gerek askerî yargıç, gerekse politikacılar Tonguç’a insafsızca yüklenirken, Yücel’in adını anmıyorlar; nedense?

Neyse ne!..

1946’da Yücel’in yerine geçen Sirer, hiç vakit geçirmeden nasıl da alıveriyor Tonguç’u, görevinden! Yalnız hiç anlamadığım bir şey var: Kötü niyetli olduğuna yüzde yüz emin olduğu bir insanı, İlköğretim Genel Müdürlüğünden alıp da niçin Talim ve Terbiye Kurulu Üyeliğine atıyor ki?

“Komünist”, “vatan haini” ve “Moskof uşağı” bir insanın ülke gençliğinin yetişmesinde birinci derecede söz sahibi olan bir kurulda ne işi olabilir ki?

Bereket ki, Sirer’den sonra o koltuğa oturan Tahsin Banguoğlu, aynen benim gibi düşünüp, Tonguç’u hemen o görevden alarak Atatürk Lisesi Resim-İş Öğretmenliği’ne atar. Böylece, Türk gençliğini daha fazla zehirlemesini önlemiş olur!

Evet, önlenir; önlenir de, böylesine tehlikeli bir adamın bir lisede, hem de Atatürk’ün adını taşıyan bir lisede öğretmen olarak çalışması doğru mudur?

Sirer’in de Banguoğlu’nun da gücü ancak bu kadarını yapmaya yeter!

Tonguç’a asıl darbeyi vuran, 1950’de iktidar olan DP’nin MEB Tevfik İleri olur.1951

Kasım’ında yapılan “Gizli Oturum”da dönemin bakanı Tevfik İleri de söz alır; son olarak. Ve bakın, ne der:

“Bu Hakkı Tonguç, bir müddet Talim Terbiye’de kaldıktan sonra, Atatürk Lisesine Resim Hocası yapılmıştır. Hakkı Tonguç, değil ilk tedrisat umum müdürü, değil Talim Terbiye azalığı, değil resim hocalığı, Türk çocuğunun karşısına çıkamayacak kadar bu memlekete hıyanet etmiş bir adam olması sıfatıyla onun oradan tutulup atılması şükür olsun, bize nasip olmuştur. (Bravo sesleri)”

O gizli oturumda milletvekili olarak bulunsaydınız, böylesine milliyetçi ve cesur bir Bakan’ı siz de alkışlamaz mıydınız?

Sirer veBanguoğlu’dan daha gözü kara olan İleri, bir itirafta da bulunur; o söylevinde:

“Şunu ben de itiraf edeyim ki; ben de bu mücadeleye başladığım zaman, Reşat Şemsettin başta olmak üzere, birtakım Halk Partili milletvekili arkadaşlarım geldiler; bana kuvvet verdiler; teşcî ettiler. (…) Elinde olmayan imkânlara rağmen vazifesini başarmış olmasından dolayı millî eğitim camiası ve memleket adına Reşat Şemsettin Sirer’e teşekkür etmeyi vazife bilirim. (Bravo sesleri, alkışlar…)”

Görüyorsunuz değil mi, Sirer öylesine değerli bir “Bakan”mış ki, yalnızca kendi partisinden olan eski bakanlar tarafından değil, aradan üç dört yıl geçtikten sonra, o günün “Başbakanı” ve M. E. Bakanı bile takdirle, teşekkürle anılıyor.

Hem de tekrar tekrar…

Bakınız; yine konuşmasının bir yerinde diyor ki Tevfik İleri:

“Tekrar edeceğim, eğer bir Reşat Şemsettin gelmemiş olsaydı, eski iktidar zamanındaMaarif Vekâletine, ben veya benden başka herhangi bir Millî Eğitim Başkanı bu temizliği yapmakta çok daha fazla mücadele edecek, çok daha fazla ter dökmeye mecbur kalacaktı. (Bravo sesleri, alkışlar)

İktidarına muhalefetine, dostuna düşmanına kendisini böylesine sevdirmiş bir insan için, “heykeli dikilecek adam” demişsem, haksız mıyım ben!

Hasan-Âli Yücel  gibi 7 yıl  7 ay MEB  koltuğunda oturmuş  bir Bakan’ın İnönü’nün onayıyla açtığı Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü,  yine CHP iktidarda iken,  yine  İnönü aynı makamdayken  kapatabilmek, her babayiğidin harcı mı!

Sanırım, Sirer’in bu büyük hizmetleri, gelecekte daha çok takdir edilecektir!

Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Feyzullah Aktan, Prof. Kemal Kocabaş gibi yazar ve eğitimciler, nasıl oluyor da takdir edemiyorlar Sirer’i, hayret!..

Reşat Şemsettingibi bir insanın MEB koltuğuna oturmasına “evet” demeseydi İnönü, Tonguç’un ne kötü niyetli bir insan olduğunu nasıl anlayacaktık biz!

Yücel veTonguç ikilisi, birkaç yıl daha kalsaydı o koltuklarda, ne olurdu bu ülkenin hali!

21Köy Enstitüsü ve 1 Yüksek Köy Enstitüsü’nün nice nice zararları oldu; bu millete ve devlete!

Beş-altı yıllık faaliyetlerinin menfî izleri 1946’dan bu yana silinmeye çalışır da hâlâ tam başarılamadı.

Ya 60-70 Köy Enstitüsü ve 3-5 Yüksek Köy Enstitüsü daha açılsaydı, ne olurdu halimiz!

BirMahmut Makal, birFakir Baykurt, birMehmet Başaran, bir Talip Apaydın, bir Dursun Akçam’dan bile neler neler çektik! Ya birkaç Makal, birkaçBaykurt, birkaç Başaran, birkaç Apaydın, birkaç Akçam olsaydı, nasıl başa çıkardık onlarla?

Yine de Tanrı’nın sevgili kuluymuşuz ki,Sirer gibi bir “kurtarıcı”yı göndermiş hemen, imdadımıza!

Ne kadar şükretsek, ne kadar şükretsek, yine de az!.. (*)

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..