Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '09

 
Kategori
Mizah
 

Tanrı şakacıdır-2

Tanrı şakacıdır-2
 

Uçan kaz ve Nils:)


Hazırlandım.

Yeniden, yeni bir doktora gidiyoruz. Malum ayak kırık. Kırık tarak kemiği. Elimde MR sonuçları ve filmler. Koluma girmeye çalışıyor, Mizah Yaşar;

“Yürüyebiliyorum ben, gerek yok, sağ olasın, bundan ötürü de –baston benim- demeni istemiyorum” diyorum.

“Yahu insan hiç tarağını kırar mı?” diyor Mizah Yaşar. –Of o’lum bir sus ya…- demiyorum, diyesim de gelmiyor zaten. Adam ayaklı mizah!

“Madem kırılmış bu tarak, yenisini alırız anasını satiim.” diyor,

“Satılıyor muymuş?”

"Anası mı?" deyince tepem atıyor, ters ters bakıyorum ve hemen toparlıyor (!)

“Satanını buluruz len!”

Hey koca tanrım ya! Merdivenlerden inişimiz olabildiğince dikkatli. Malum kırık bu, şakaya gelir tarafı yok ki! Aslında canım hiç acımıyor ha. Belki de üzerine yüklenmediğim içindir diyorum kendi kendime.

Arabaya biniyoruz. Yolda Mizah Yaşar;

“Bak geçen gün ne oldu?” diye başlıyor.

“Ne oldu?”

“Birinci ağır ceza mahkemesi salonunun önündeyiz. Tüm davalı davacı herkes orada. Ortam çok gergin. Karşı tarafın avukatı arkadaşla bir olay çıkmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Sıra bize geldi gelecek.”

“Eee?”

“O esnada benim telefon çalıyor.”

“Kim?”

“Bizim Selami.”

“Ne istiyormuş?”

“Nasılsın, iyi misin faslından sonra, -ya hatırlıyor musun, çocukken izlediğimiz bir çizgi film vardı- diyor”

“Eee:)”

“Hangisi, diye soruyorum. –Uçan Kaz- diyor. Ne olmuş ona, diyorum. –İşte oradaki kazın adı neydi be- demez mi?”

“Hahahahahahahahahahh”

“Sakın ayağınla tepinme!”

“Tamam tamam. Sonra?”

“Sonrası mı var? Senin anan güzel mi desem, anası teyzem, senin karın güzel mi desem, karısı yengem, zaten akrabayız, bir daha akrabalığa gerek yok ki!”

“Ne dedin peki?”

“Ben sadece uçan kazı süren çocuğun ismini biliyorum, Nils’ti sanırım, dedim. –Onu ben de biliyorum o’lum, bana kazın adı lazım- dedi!”

“Hahahahahhahahahahah”

“Sakın tepinme!”

“Tamam yahu! Tepinemem zaten acıyor unutma.”

“Ben söyleyeyim de.”

“Sahi o kazın bir adı var mıydı?”

“Vallahi hatırlamıyorum. Boş ver şimdi o kazı ve olası kazların ayağını. Bize senin ayak lazım.”

“Kazdan benim ayağa geldin ya, bravo!”

“E, ne yapalım, benim işim bu! Aynı anda on tane olayı düşünmem lazım!”

Hastane kapısındayız. Hastaneye değil de düğüne gelmiş gibiyiz ama. Çünkü onca kederli insanın arasında yüzünde güller açan bir tek biz varız. Herkes keyifsiz, herkes sancılı, herkes telaş ve acı içinde. Hiç sevmem hastaneleri. Yanımızdan koltuk değnekli ve bir ayağını hiç yere değdirmeden yürüyen biri geçiyor. Öyle bakınıyorum, nasıl kullanabiliyor diye.

“Bak ne güzel yürüyor adam!” diyor bizimki.

“Acaba ben de başarabilir miyim?”

“Tabii ki başarırsın, öğretirim ben sana. Sen hiç üzülme.”

“Sanki sen çok biliyorsun da(!)”

“En azından ben ‘nasıl koltuk değneği olunur’ onu biliyorum:)”

“Fesuphanallah ya!”

“Dur, asansörle çıkalım, zorlama ayağını” diyor ve ikinci kattaki polikliniklere gidiyoruz.

Doktorun odasındayız. Muayenenin ardından yeniden tetkik istiyor. Yine aksak topal filmler çekiliyor. Yolda gırgırın bini bir para. Hastanede milleti eğlendirmeye gelmiş ama sadece kendisi eğlenen palyaçolar gibiyiz.

Tekrar doktorun odasındayız. Bakıyor, inceliyor filmleri ve “bu kırık değil ki!” diyor.

Hönk!

Ama henüz idrak edememişliğin hönkü bu! Şaşkınlık. Mizah Yaşar;

“Koltuk değneğine gerek yok mu, alçıya filan alınmayacak mı?” diye soruyor.

“Hayır, hiç gerek yok, incinmiş ve ezilmiş bu, stres kırığı filan da yok, bir atel verelim, tarak üzerine basmayacak şekilde günlük hayatına devam edebilir” diyor doktor.
Pih Allah, üçüncü şahıs zamiri oldum. Neyse ki kırık değilmiş, dördüncü şahıs olmaya bile razıyım. Çok seviniyorum, çok!

Reçete elimizde çıkıyoruz. Mizah yaşar gülüp;

“Kendini gezdirtmek istedin değil mi, hadi itiraf et, beni özledin” diyor.

“Tabi tabi. Gelsin de beni bir gezdirsin, dedim.”

“Şaka bir yana, çok sevindim ya. Hadi geçmiş olsun.”

“Sağ olasın can dostum.”

“Hadi bakalım, asansöre gerek yok, merdivenlerden inelim, kırık değilmiş nasılsa, ne olacak(!)”

“Sanırım bu Tanrının şakası olsa gerek ha?”

“Niye?”

“E, baksana, kaybettiğimiz eşeği bulduk! Çıkarken asansörle çık, inerken merdivenle in. Sadece bilmek ne çok şeyi değiştiriyor farkında mısın?”

“Sen demez misin, bilmek ile inanmak çok farklıdır diye. Çıkarken ayağının kırık olduğuna inanıyorduk, inerken kırık olmadığını biliyoruz. Oysa ayak aynı bizim şakacı ayak.”

“Şimdi de şakacı mı oldu adı?”

“Birazdan atel takılınca korseli ayak olacak bir de:)”

“Sahi ya, bir de korse mi giyecek şimdi bu?”

Ortopedik malzemeler satan medikaldeyiz. Ayağıma olacak ölçüyü bulmaya çalışıyoruz mediladeki kızla. Mizah Yaşar yanımda.

“Çorabın üstüne giysene sen onu” diyor.

“Olur mu o’lum, korse bu, iç çamaşır yani. Sen iç çamaşırını pantolonunun üstüne mi giyiyorsun?” :)

“Aman, karışanda kabahat. İyileş de nerene giyersen giy”.

Ayağımda, çorabın altında korseyle çıkıyoruz medikalden. Ayakta değişen bir şey yok. Ama beynimizde ve yüreğimizde değişen çok şey var. Kırık değilmiş yahu! Bundan daha güzel ne olabilir.

“Hadi bunu kutlayalım, ben çok acıktım, bir yerde yemek yiyelim, olur mu?”

“Vallahi ben de çok acıktım. Hadi gidelim”.

Onun dediği lokantaya gidiyoruz. Orada sanki akıllı uslu yemek mi yedik? Hayır, yine cümbüş, yine gırgır, yine şamata. Ayaklı mizah makinesi, Mizah Yaşar! Çok yaşayası!

Neyse, şakayı aldım kabul ettim Yüce Tanrı! Sana bin şükür olsun, eşeğimi yeniden buldum.

Herkese, “Tanrının şakacılığı üzerinize olsun” demeyeceğim. Ama olursa bile, bir sanrı kadar kısa olsun kaybettiğiniz eşeğinizi bulma süreciniz. Bulunca çok seviniyor insan(!)

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..