Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

Tanrı'ya açık mektup

Tanrı'ya açık mektup
 

“Ben sevdiğim kuluma bela veririm”. Ayeti Kerime. “Allah’ı seviyorsanız belalara hazırlıklı olunuz”. Hadisi Şerif.
 
“Haddini aşan, azgınlık yapan kavime bela veririm”. Ayeti Kerime. “ Mümine dünya hayatında rahatlık yoktur”. Hadisi Şerif.
 
Tanrısal bildirgeler doğrultusunda anlaşılan o ki, ne yapılırsa yapılsın belalardan kaçınmak olanak dışı bir düşündür ve her ne olursa olsun yaratılmışların sıkıntı çekmesi tanrının buyruğu, isteği, arzusu kapsamında gerçekleşmektedir.
 
“Ancak, inananlar için ahret hayatı ne güzeldir”. Ayeti Kerime.
 
Peki, hem bu dünyada hem de bildirilen öteki yaşamda mutluluk ve huzur olası değil midir?
 
Sonsuz bir yapabilirlik ve de yaptırabilirlik gücü olduğuna inanılan tanrının böyle bir yapılanma için kudreti yetersiz mi kalmaktadır? Kapsamı limitsiz olan bir rahmet neden hali hazırda yaşanmakta olan ömür içerisinde gerçekliğini yitirmektedir? 'Ama bildirilen ve unutulmaması gereken bir imtihan sırrı bulunmaktadır'. Sınırsız merhameti olan bir irade neden sınav yapma gereği duymaktadır? Bu sorunun ardından, 'iyi ile kötünün ayırt edilebilmesi için', cevabı gelebilir. “Allah dilemezse siz dileyemezsiniz”. Ayeti Kerime. “Allah istemez ise yaprak düşmez”. Ayeti Kerime. Bu demektir ki, kural dışı bir yaşamda da asıl dilek sahibi yine tanrı olmaktadır. O halde tanrısal istem ve iradesi ile ömür sürdürmekte olan “kötüler!” neden suçlu ilan edilirler?
 
Biraz daha ileri gideyim. Nasıl olsa ileri de gidilse geri de kalınsa tanrısal bir cezanın kaçınılmaz olduğu bildirilmektedir. Ve ne yazıktır ki, gerçekleşen olgu da budur. Her iki suç arasında nitelik ayrımı yapılacak olursa galiba şöyle bir betimleme ile karşılaşılacaktır; kötüler “adi suçlu”, iyiler “düşünce ve inanç suçlusu” olmaktadırlar. Ne var ki, her ikisi de tanrısal değerlendirme kapsamında yine de “suçludurlar ve cezai yaptırıma” gereksinim duyulan canlılardır.                                                                  
 
İnsan ve cin tüm canlılar tarafından bilinmesinin yanı sıra, yine de anekdotlar ile örneklemek gerekirse; Meleklere hocalık yapmakta olan 'Şeytanın' huzurdan kovulmasının ardından, ilk insanlar olan Âdem ile Havva bir bahane ile cezalandırıldılar ve cennetten kovuldular. Ardından ayrılıklar ve sıkıntılı bir yaşam onları bekledi. Oysa Âdem ilk peygamberdi, yani “ismet (günahsız)” sıfatı ile müjdelenmiş bir bireydi. Dolayısıyla, Havva da peygamber eşi idi. Firavun zalim bir hükümdardı, Musa da bir peygamberdi. Her ikisi de yine tanrının istemleri doğrultusunda bir birlerine düşman oldular. Haksızlıkların karşısında “iyi bir kimliğe” sahip olan Musa, “kötü ve zalim” olan Firavun sarayında büyüdü. Ekmeğini, aşını yedi. Doğal olarak zaman zaman Firavunun saltanat olanaklarından yararlandı. Tanrının iradesi olmadan düşemeyen bir yaprağın yanında firavun kendi öz isteğiyle nasıl hareket edebilirdi? Bu durumda şu sonuç çıkıyor; Musa’yı peygamber ilan eden de firavuna zulmü yaptıran da yine tanrının kendisidir. O halde firavun neden suçlu kabul ediliyor? Şayet, firavun tanrıdan bağımsız karar alabilme ve hareket edebilme ayrıcalığına sahip ise, firavunun, tanrının iradesinin üzerinde kudrete sahip bir birey olduğu savı ortaya çıkmış olmaktadır ki, işte bu durum çok daha karmaşık sorgulamaları beraberinde getirmektedir. Böyle bir olgu olasılık dışı kabul edildiğinde, o zaman asıl “oyun kurucunun” tanrı olduğu tezi doğrulanmış olmaktadır. Bu teorem şu benzetmeyi doğruyor; evren ve içerisinde gerçekleşmekte olan tüm olaylar, devasa bir sahne içerisinde iyi ve kötü tiplemeleri ile senarist tarafından kendilerine rol biçilmiş olan sergilene gelen ve asıl yönetmenin yine tanrının kendisi olduğu bir “oyundur”. “Dünya oyun ve oyuncaktan ibarettir”. Ayeti Kerime.
 
Daha bilenen bir benzetme; Erol Taş ile Cüneyt Arkın’ın başrollerini paylaşmış oldukları filimlerde, “kötü adam” Erol Taş, gerçek kimliği ile aslında kötü bir birey miydi? Yoksa sergi alanı içerisinde onlara bu niteliği kazandıran, senarist miydi?
 
“Hiç akıl etmiyor musunuz?” tanrı uyarısında aynı zamanda bu gerçeklik olduğu kanısındayım. Aksi bir değerlendirme, “hayır, her varlık kendi öz iradesi ve istemi ile yaşam sürmektedir”, anlayışı ile birlikte, “Tanrı yoktur”, algısını doğurmaktadır. Ya da “her canlı birer tanrıdır”, kuramına reellik kazandırmaktadır.
 
Şayet, kutsal kitaplar ve bireyler ile bildirildiğine eşdeğer bir tanrı var ise, günümüzü de geleceğimizi de barış, huzur ve mutluluk içerisinde yaşanabilir koşullara dönüştürebilmelidir.
 
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz”. Ayeti Kerime.
 
Bizler iyilikler ve güzellikler adına umutlu olmak için çaba göstermekteyiz. Ne var ki, “keşke” tanrı, büyüklüğü ve sınırı olmayan kudreti gereği “önce eşeğini kaybettirip sonra buldurup neşelendirme” benzeri çocuksu oyunlarla yaşantımızı cehenneme çevirmemiş olsaydı. “Keşke” her bir şeyi en başında, ortasında ve de sonunda afiyetli ve sorunsuz yaşayabilmeyi ön görmüş olsaydı. “Keşke” çok övündüğü merhametini hem bu dünyada hem de bahsetmiş olduğu öteki dünyada “cimrilik yapmadan”, bol bol dağıtabilseydi.
 
Yoksa hiç eksilmeyen ve sürekli artan hazinesi abartılı ve sonlu mudur? Üzgünüm öyleyse. Sonu olan ve sınırsız merhamet yetisi olmayan bir tanrıyı ben kabul etmiyorum. Hiç boşuna “övünülmesin” çaresizlik ile.
 
Tüm bu varsayışlar ile birlikte halen cevap bulmamış olan soru; limitsiz merhamet ve yaptırabilirlik erkine sahip olan bir güç, sınav ve oyun gerekçesi adı altında, var ettiğini bildirdiği evrene (soyut, somut, cansız, canlı tüm varlıklar) neden çok yönlü sıkıntılar ile zulmetme gereğini duymaktadır?
 
“Allah isterse, yalnızca ‘ol’ der ve her şey olur”. Ayeti Kerime.
 
İstemesi durumunda, bildirilen her iki yaşamı da cennete dönüştürme olasılığı doğrultusunda bir yaşam sunma melekesine sahip değil midir? Başka bir bakış ile tüm söylemlerine karşın tanrı, huzurlu ve mutlu bir yaşamı öngörmüyor mu?
 
“Halep oradaysa, arşın burada”. Göstersin tüm hünerlerini “mutluluk ile huzur ile barış ile” merhametten yana. Ben de inanayım, “Gerçekten Tanrı Ne Büyükmüş”, diye.
 
Toplam blog
: 635
: 614
Kayıt tarihi
: 07.09.13
 
 

Şiiri, yazmayı seviyorum..hepsi bu kadar.. ..