Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Tanzanya/ Zanzibar Adası

Tanzanya/ Zanzibar Adası
 

benim objektifimden


 

Hayata, hayat telaşına kısa bir mola vererek, erkişimle birlikte soluğu Zanzibar Adasında aldık. Ada Tanzanya’ya bağlı. THY’nın İstanbul’dan direk uçuşu var,  7 saatlik bir yolculukla Dar-es Selam’a ulaşıyorsunuz. Tanzanya vizesini kapıdan veriyorlar.  Uçakta dağıtılan formu doldurup, yemyeşil bir 50 dolar ile birlikte takdim ediyorsunuz girişteki görevli amcalara. Ve gece 02.30 da oradan çıkmak için can atıyorsunuz ammaaa, adaya ilk uçak saat 07’de!

Hint Okyanusunda bir ada. Beyaz kum, yüzlerce baharat çeşidi, onlarca  tropik meyveleri ve turkuaz rengi  denizi ile önplana çıksada, efsane solist Fredy Mercury’nin doğum yeri olması ile de oldukça ünlü bir yer. Zanzibar Adası Güney Afrika’nın en yeşil toprakları sanırım. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman ve İngilizceyi sular seller gibi konuşuyorlar. Araçlarda direksiyon sağ tarafta.

Bir dönem  köle ticaretinin merkezi imiş ada.  Afrika’da yakalınıp, satılmak üzere Tanzanya’ya getirilen köleler 50 metrekarelik zindana tıkılırlarmış, üst üste tıkıştırılan kölelerden çoğu havasızlıktan veya hastalıktan ölür,  ölmeyenler de ağaca bağlanıp kırbaçlanır, bağırmayan, ağlamayan köle pahalıya satılırmış. Nil Nehri’nin kaynağını araştırırken kendini Tanzanya’da bulan İngiliz misyoner,  yaşanan vahşeti görünce ABD ve İngiltere’de bir kampanya başlatmış. uzunca bir süre mücadele etmiş ve bu çabanın sonucunda köle ticareti yasaklanmış. Yıl 1964. Yani yakın bir geçmişe kadar sürmüş bu vahşet.

Şimdi ada  Tanzanya’ya bağlı özerk  olarak yönetiliyor. Kocaman bir adaymış burası, hayalimin tam aksine!

Adanın geçim kaynağı çoğunlukla baharatlar.  Kadınlar çok çalışıyorlar, kadın haklarından haberleri yok.

 

Doğal güzelliklerini ziyaretçilerine cömertçe sunuyor ada ve yerli halk. Çok yoksullar,  ufacık bir bahşişle bile mutlu olabilecek kadar hemde.  Deniz çekildiğinde fakir halk için para  kazanma zamanı başlıyor. Kimi sığ sularda avlanıyor, kimi gümüş ve sardalye yavruları avlıyor, kimi ahtapot…

Halk fotoğraf çektirmeye bayılıyor, büyüğü küçüğü hepsi de poz vermeye hazırlar! Çok bahşişçiler, sanırım yoksulluklarından. Bir de çok yapışkanlar. Yine de halkın yoksulluğu, hayatında hiç oyuncağı olmamış çocukların varlığını bilmek üzücü.

Yeme-içme çok ucuz. Medeniyetten ne anlıyorsanız onlar burada yok, hijyen hiç yok.

Çocuklar burada da harikalar. Dağıttığımız çikolatalarla mest oldular. Gündüz yarı çıplak dolaşan çocuklar, özellikle kız çocukları akşam olunca takıp takıştırıp şıkır şıkır dolaşıyorlar köy meydanında allı pullu elbiseleriyle. Bebekler bile süslü, kafalarında rengarenk tokalar, kollarında ışıl ışıl bilezikler boncuklar…çok süslüler çok:)  Sadece çocuklar değil, kadınlarda rengarenk hatta capcanlı renkli giysiler giymeyi, takıp takıştırmayı seviyor.

Sokak lambaları yok, ve hava saat 18 gibi kararmaya başlıyor.  Otellerdeki elektriklerde bir var bir yok, tıpkı deniz gibi! (Denizdeki ayrıntı az aşağıda:) Ay dünyayı ne çok aydınlatıyormuş meğer.

Gitmeden önce Ada ile ilgili pek çok araştırma yapmıştım, neler yapılabilir, ne yenir, ne içilir, nereler gezilir gibi, dolayısı ile biraz ayrıntılara girmek istiyorum  sabrınıza sığınarak:)

Tanzanya’ya ulaştıktan sonra bizi karşılayan yapışkan halk ile Kurtinin yaptığı sıkı bir pazarlık sonucu, söylediklerinin yarı fiyatına anlaşıp Jambianiye gittik..  Nerdeyse 24 saatlik bir yolculuğun ( Ankara'dan  İstanbul'a, oradan Dar-üs Selam, oradanda Zanzibar'a) ardından ve erkişimin sular seller gibi konuştuğu İngilizcesi sayesinde pek çok prosedürü  aşıp, otelimize yerleştik.  Otel sahibimiz Dude ve diğer konuklarla da yine erkişimin ingilizcesi sayesinde çok iyi anlaştık yani onlar anlaştılar:) 

Otele giriş yaptığımızda, sadece odanın değil otelin anahtarını da verdi bize Dude. Gece döndüğümüzde bile kendi evimize giriyor gibi açıyorduk  kapıları.  Zaten 4 aile kalabiliyor, küçük bir otel. Sıcak, masalsı dekoru, doğal şezlongları, hamakları, ( her şey bambudan) kahvaltıdaki bol tropik meyveleri, kendi elleriyle hazırladığı mango suyu enfesti.

Sabah gider gitmez gördüğümüz turkuaz rengi pırıl pırıl deniz ve bembeyaz kum bizi çok heyecanlandırmıştı, kahvaltı yapar yapmaz  hadi dedik bırakalım kendimizi bu muhteşem denize diye hazırlandık  ve otelimizin hemen önündeki plaja gittik. AAaaa o da ne! Deniz yok, 2 saat önce  bize gözkırpan,  güneşle birlikte pırıl pırıl parlayan deniz taaaa 1,5 Km çekilmiş ve yerini bembeyaz kumlara, rengarenk deniz kabuklarına  bırakmış.  Deniz olmuş denizkabuğu bahçesi! At kestaneleri, deniz yıldızları gibi pek çok canlıya basmamak için büyük özenle ve büyük efor harcayarak epeyce bir yürüdük  çimebilmek için, fakat yok yakalanacak gibi değil deniz. Onca yürümeye belimize kadar ancak yakalayabildik! Araştırmalar esnasında okumuştum denizde gel-git olayının çok yaşandığını, ama itiraf edeyimki bu kadar beklemiyordum. İlk defa böyle bir şeyle karşılaştık. İlginç bir  deneyimdi. Erkişimle gülsek mi ağlasak mı bilemedik.

Ertesi gün denize girebilmek için halk arasında   dhow dedikleri  kayığı  kiralamak zorunda kaldık, fakat ona binebilmek için de yine aynı mesafeyi yürümemiz gerekti. Neyse ki açıklarda çimebilme şansımız var diye söylenmeden yürüdük:)  Kayığımız uzunca, ahşap ve ilkel.  Fakat hızlı, rüzgarla çalışıyor ama gerektiğinde 15 beygirlik motor takılabiliyor!

Gider gitmez  tur programı yapılır, planlı hareket edilirse hem zaman kaybını önlüyorsunuz hem de sıkılmaya vaktiniz kalmıyor, hatta yoruluyorsunuz bile. İşte bizim araştırmalardan aldığımız bilgilerle yaptığımız program: (Sanıyorum yapılması gereken, görülmesi gereken pek çok şeyleri yaptık) Bunlara Zanzibar klasikleri de diyebiliriz.

Spice  Turu; yani baharat turu. Adanın en büyük gelir kaynağı baharatlar. Bu turda şunu öğrendim ki,  günlük hayatta kullandığımız baharatlar hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum. Mesela, vanilya  ağaçta yetişiyormuş, hem de asalak bir sarmaşık ağacında, nereye tuttursan uzayıp gidiyormuş, tıpkı karanfil ağacında olduğu gibi. Rehberimizin ağaçlardan kopardığı yaprakları koklatarak tahmin etmemizi istediği onlarca baharattan sadece karanfili ve tarçını tanıdım! Zencefil, kakao, zerdeçal, muskat, vanilya ve ismini yeni duyduğum onlarca baharatı  ve ilk günden itibaren booool bol tükettiğimiz tropik meyveleri tanıdık.  Ananası ağaçta yetişiyor sanırken, bir baktık ananas tek başına yetişmiş, tıpkı saksıda büyür gibi. Turun sonundaki meyve şöleni enfesti.

Baharat turunun ardından ormanda gezinti ve kırmızı maymunları ziyaret… maymunların sırtları kırmızı ve dört parmaklılar, doğal ortamda yaşıyorlar ve hiç nazlanmadan ziyaretçilerine poz veriyorlar.. Jozani ormanı vahşi ve ürkütücü, ilginç ama güzel. Milyonlarca kocaman ağaç…yemyeşil.  Bizim buralarda saksılarda yetiştirdiğimiz aşkmerdiveni isimli bitki orada yerlerde çim niyetine yetişmiş... Sağdan soldan her an vahşi bir hayvan çıkacak korkusuyla dolaştık ormanda.

Prison Adası; Vakti zamanında karantina adası olarak kullanılmış, aynı zamanda 1920 yıllarında Şeysel Valisinin, Zanzibar Valisine armağan olarak yolladığı dev kaplumbağalar, üremiş, çoğalmış…O gün bu gündür kaplumbağalar sayesinde turistik yere dönüşmüş bu adacık. Ellerimizle besledik dev kaplumbağaları. 40 yaşından 160 yaşına kadar boy boy dev kaplumbağalar. Bunlar da maymunlar gibi doğal ortamda yaşıyorlar, bebek kaplumbağalar hariç.  Küçük bir ada fakat manzarası muhteşem…Seyrine doyum olmuyor turkuaz rengi suların.

Stone Town Turu: şehir meydanı, müzeler, Pazar yerleri, Fredy Mercury’nin evi, sultan sarayı, ahşap oymalı göz alıcı kapılar  ziyaret ettiğimiz yerlerden bu turda.  Tarihini kültürünü İngilizce konuşan rehberimizden pek anlayamasam da, üşenmeyip bana  çeviri yapan kocam ve ekip arkadaşlarımız sayesinde öğrendim. Merkezde rehberimizin tavsiye ettiği vasat üstü bir restorandaki hint yemekleri günün, hatta  son 5 günün en güzel dakikalarıydı, karnımız doymuştu günler sonra!  Yarı aç gezen midemize şölen olmuştu adeta acılı baharatlı hint yemekleri.

Blue Safari: Kiralanan kayıklarla (motorlu) bölgedeki irili ufaklı 5-6  adacığı ziyaret... Adaların birinde yüzmek için, ( denizde çok fazla akıntı olduğu için ben biraz tırstım yüzmekte) birinde yemek için, birinde fotoğraf çekimi için molalar verildi.  Kartpostallardaki görüntüleri kıskandıracak güzellikteki manzaranın fotoğraflarını  çekmeye doyamadık.

Kizimkazi Yunus Turu: Zanzibar’ın en güneyindeki Kizimkazi’de yunusları doğal ortamlarında görebiliyor, hatta onlara dokunabiliyor, onlarla birlikte yüzebiliyorsunuz  sabah  saat 05.30 gibi kalkmak şartıyla. Fakat biraz eziyetli, yunusları takip et, görünce kayık dursun, hemen denize atla, ya görebil ya göreme yunuslar kaçsın, tekrar kayığa çık, takip et görünce yaklaş denize atla gibi pek çok tekrardan ve yorucu dakikalarla geçen bir tur. Yunuslar insanlardan adeta kaçıyorlar, doğal ortamda ne yazık ki yüzemiyorlar insanlar sayesinde! Motor sesi ve kalabalık onları ürkütmeye yetiyor bence.  Biz çok komiktik, ayrı bir yazma konusu bile olabilir o an yaşadıklarımız. Türk’ün yunusla imtihanı gibi bir durumdu bizim yaşadığımız! Yunusları gördüğümüzde; erkişimin ve Meriç’in yunusları su altında fotoğraflama telaşı, erkişimin kayık sahibine ( 15 beygirli motor ile ne yapsın adam) geç kalıyoruz daha hızlı gitsene gibi çıkışmaları, kocaların bizi bırakıp yunusları görünce direk suya atlamaları, Elif ile benim teknede arkalarından   gözümüzde maske ve şnorkel ile bakakalmamız, çıkınca onları  haşlamamız…İkinci atlayış ve daha sonraki atlayışlarda da aynısı yaşayınca, çareyi kendi başımıza atlamakta buluşumuz…   Ve yunuslara dokunamasam da ikinci atlayışımla  yunusla gözgöze gelmem, korkmakla korkmamak arasında kalmam,  kaçmaya çalışmam ama kaçacak yer bulamamam, hatta  o esnada başımı tekneye çarpmam, o panikle oradan uzaklaşmam  keyifliydi,  o an gerilsek de, ilerleyen saatlerde kahkahalarla gülmemizi sağlayan hoş bir anı oldu yunus turu.

Ve dalış: Oralara kadar gitmişken, Mnemba Adasında dalış yapmadan dönülmezdi sanırım. Ben yapamadım ama dalgıç kocalar kaçırmadılar bu fırsatı. Onlar dalıştayken, biz de Elif ile bembeyaz kumlarda güneşlenmenin, hatta şansımızdan o gün gitmeyen denizin, bambu şezlonglarda kitap okumanın, sohbetin keyfine vardık. Çok iyi geldi bize, günlerce koşturmaktan, denizde yürümekten! (su da ve kum da yürümek inanılmaz zormuş) yorulmuştuk zira. Giderken kocalara tembik etmiştik, elleriniz boş gelmeyin adam başı birer kocaman balık istiyoruz diye ammaaa, kocalar kendilerini zor getirmişler, keyifsiz, mutsuz ve yorgun döndüler dalıştan.

Vel hasılı dostlar, doğa harikası bir yer burası. Henüz keşfedilmemiş bakir bir cennet adeta. Fotoğraf çekmeye doyamıyorsunuz. Çıplak ayakla kumlarda yürümenin, elinizi uzattığınızda yakalayabilecekmişsiniz gibi hissettiğiniz yıldızlara kadeh kaldırmanın keyfini, medeniyeti özlemenin  güzelliğini yaşıyorsunuz ekvatora yakın bu yerde.

Biz orada iken;  (ağustos sonu) doğası muhteşem Zanzibar, ve yoksul halkı   kerpiç  duvarlı ve camları olmayan evlerinde, rengarenk ipeklilere bürünmüş kadınları ve çocukları ile  bayram coşkusu yaşıyorlardı. Akşamları köy meydanına panayır kurarak eğleniyorlardı  ve  ağaçtan salıncakta sallanarak coşuyordu çocukları. Gökyüzü ve sahil dolunayın hükmü altında, deniz ise her fırsatta kaçıyordu. Yani Zanzibarlılar Ramazan Bayramını,   turistler ise dolunay ve beyaz sahilin tadını çıkarıyorlardı.

Daha önce hiç tatmadığım deniz ürünleriyle tanıştım burada.  Alışık olduğumuz yemek ve kahvaltı kültürü yok, aç kalabiliyor, peynir ve zeytin özleminiz artıyor.  Aslında yiyecek şeyler var da, biraz halkın pisliğinden biraz hijyen özleminden içiniz alarak yiyemiyorsunuz, deniz ürünleriyle yetinmek zorunda kalıyorsunuz. Booool bol birbirinden güzel tropik meyveler tattık,. Çapatiyi sevdim. Doğal ortamda yaşamaya, börtü böceklere alıştım. Sandalyeler, şezlonglar, bambu ağacı, çatılar, güneşlikler  hindistancevizi   kabuğu ve yaprağından… her şey doğal ve ilkel. Tropik meyveler enfes. 

İnsanın kocası dalgıç olunca deniz altını merak etmek de farz oluyor. (şaka şaka ben de çok merak ediyordum deniz altını) Ben de takıp maskemi şnorkelimi, denizin altındaki onlarca balık ile mest oldum. Palyaço balıkları, mercanlar, anemonlar, büyüklü küçüklü mürenler, kırmızı deniz yıldızları ve ismini bilmediğim onlarca balığın seyrine doyamadım.

Memleketim gerçekten cennet. Sanıyorum Müslüman ülkeler arasında en gelişmiş ülke biziz.  Ata'm  nûr içinde yat. Bu topraklarda doğmasam da, bu topraklarda büyümüş, ve yaşıyor olmaktan son derece mutluyum, gururluyum. Sayısız uygarlığa sahipmişiz haberimiz yokmuş. Binlerce şükürler olsun bize  bu güzellikleri yaşatan,  tattıran, yaşatma şuuruna erdiren  güzel Allahıma. 

Gezimizin sonunda pek çok ilkleri yaşadığımız bu cennetten ayrılmaya sevinsek mi, üzülsek mi bilemedik. Zira manzara enfes, her ne kadar medeniyetten yoksun olsalar da.   Yaklaşık on gün  net, telefon, tv gibi iletişim araçlarını mecburen de olsa kullanmamak harikaydı. 

Yolunuz oralara düşmez de, düşürmek isteyen dostlar, tabiki  medeniyet, hijyen steril ortamlar, lüks aramayan dostlara  tavsiyemdir efendim . İlginç bir deneyimdi, doğası için bile gidilebilir bir defa da olsa.

Ve son not: en kısa sürede İngilizce kursuna gidilecek ve İngilizce  sular seller gibi konuşulacak.

 

Sevgiyle kalın.

 
Toplam blog
: 184
: 2109
Kayıt tarihi
: 11.03.07
 
 

1974 Bremen doğumluyum. Hayatın Med-Cezir'lerle dolu olduğuna inanırdım; yaşaya yaşaya anladım ki ö..