Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '09

 
Kategori
Anılar
 

Tapmak

Tapmak
 

Ah Abidin ah!
Aklıma geldin ya yine, ne diyeyim? Bilmem ki.

Şu “tapmak” kavramı geldi mi aklıma veya bu kelime bir sohbet esnasında geçti mi, ilk aklıma gelenlerden birisi olur şu Abidin.
Hemen ardından Semir ismindeki çocukluk arkadaşlarımdan birisi gelirdi ve yine bir tane Vecdi vardı, o aklıma takılır olurdu ve aklıma takılanların sonu gelmezdi.
Vecdi’den sonra da Salih’in silueti geçerdi beynimin en ücra köşesindeki hücrelerimden.

Bu dörtlü tapardı, hem de delicesine. Abidin, Ferdi Tayfur ve Nuri Sesigüzel’e tapardı.
Semir tam bir İbrahim Tatlıses hastasıydı, Vecdi, Müslüm babacıydı ve Salih, Gökhan Güney için olmadık taklalar atardı.

Bu dörtlüden birisi ile ne zaman karşılaşmış olsam, o taptığı şarkıcı üzerine lafı dönderip dolaştırıp bir şekilde getirir ve ardı arkası kesilmeyen övgülerini dinlemek zorunda kalırdım.
Hep düşünmeye başlamıştım o yıllarda “neden ben acep tapamıyorum bir şarkıcıya?” diye. Yok, hiç tapamadım ben bir şarkıcıya.
Sadece şarkıcı değil, hayatım boyunca hiçbir şeye tapamadım.
Çok sevdiklerim oldu ama hayatım boyunca yüzünü dahi görmediğim kimi insanlara tapmak gibi bir eylemim olmadı.
Olamadı.

Abidin, bir övgüler yağdırırdı Ferdi Tayfur ve Nuri Sesigüzel için, dersiniz Abidin, bunlarla ekmek peynir yemiş ve hayatının önemli bir kısmını bunlarla paylaşmış.
Keza Semir için İbrahim Tatlıses hayatın vazgeçilmeziydi.
“Allah’ın olmadığını bilsem İbo’ya taparım abi” deyişi halen zihnimde yankılanır.
Semir için İbrahim Tatlıses neydi ise Vecdi için Müslüm Baba oydu.
Salih ise bir Gökhan Güney hastası olup, hayatında bir kez dahi görmediği Gökhan Güney’in kişiliği hakkında, şahsıma, ardı arkası kesilmeyen bilgilendirme brifingi verirdi ve ben bu dörtlünün “tapma” sevdasına hayran olurdum.
Hayretler içerisinde, taptıkları şahsiyetlere olan bağlılıklarını izlerdim ve bu şahsiyetlere toz kondurmayan tavırları müthiş düzeyde ilgimi çekerdi.

İlginçtir, bu dörtlünün taptıklarına dair övgü dolu muhabbetlerini dinlemekten hayli keyif alırdım.
Onlar överdi taptıklarını, ben dinlerdim.
Överken her türlü incelik isteyen kelimeleri seçerlerdi ve ben bu sevgi ötesi tapma eylemini sekteye uğratacak tek laf edemezdim.
Üzmek istemezdim onları ve demezdim “Neden tanımadığınız, bilmediğiniz kimselere bu denli yüksek perdeden sevgi besliyorsunuz, değiyor mu?” diye.
Yok demezdim.
Çünkü onlar için taptıkları bir gün gelecek ve onların kurtarıcısı olacaktı.
Umutları bu yöndeydi.
Onlar ve onların taptıkları, onlar için bir kurtarıcı, bir umut vesilesiydi.

Bu dörtlünün taparcasına ilgi duydukları kimseler, aynı zamanda “namus” kavramının da ta kendisi oluyordu. Taptıklarına küfür veya benzeri bir laf edenin hiç şansı olmuyordu.
Çünkü namus olarak ele alıyorlardı mevzuyu.
Es kaza yanlış bir laf, her türlü sonucu göze almayı gerektiriyordu.
Ya dayağı yiyecekti o yanlış lafı eden, ya okkalı bir küfüre muhatap olacaktı.

Ben hiç anlayamamıştım bu dörtlüyü ve benzerlerini. Sadece dinlemiştim ilgiyle.
Halen de anladığım söylenemez ya.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..