Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Aliye Özüm K GÜNDEMİR

http://blog.milliyet.com.tr/aozumkara

07 Aralık '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Tarifsizdiler, tarifsizdik...

Tarifsizdiler, tarifsizdik...
 

Ne aşklarımız oldu, bizi yerlerde süründürdü de bizim biz olduğumuza bizi inandırmadı...


Nice özlemler vardı, bir avuç dolusu taşıyıp da koymaya yer bulamadığımız; hayalden ibaret arzularımız vardı olması imkansız. Yüreğimizden dökülen nice sözcükler vardı; vardı da tarifi dahi yoktu sözcüklerin kimseciklere anlatamadığımız nice günahlarımız vardı; Allah’a sığındığımız, bir inanışa sahip çıktığımız, el açtığımız… Yalvarışın dile gelişi…

Kar tanesi gibi giz taşıyan benzersiz nice sevgilerimiz vardı.. Kusursuz kutsal saydığımız, bir insana bir dile, bir çift söze, bir dokunuşa yandığımız. Nice sevgilerimiz vardı, Yaradana inandığımız, ruh kattığımız, var saydığımız, ad değiştirdiğimiz…

Nice mutluluklarımız vardı, yalnız gözlerimizden okunan, şaşkınlığa şaştığımız, sesimizin tonunu değiştiren, ruhumuzu aydınlatan, yüzümüze ışık veren… Bazen bir çocuk, bazen deli dolu bir sen katan… Tarifi yapılamayan, resmi çizilemeyendi mutluluk… Bazen bir masa etrafında, bazen başını yasladığım bir omuzda, bazen bir sürprizde saklıydı.. Bazen bir çift dilden dökülen kelamla gelen çığlığın kendisi oluyordu işte… Ya da bir nesneydi parayla satın alınabilen, şaşırtıcıydı… Mutluluk bir havayı solumakla başlıyordu… ve bazen bir havayı solumakla bitiyordu. Büyüleyiciydi, büyüydü… Bir telefondu bazen, bir müzikti… Tesadüfler dizisiydi mutluluk bir bakışla başlayan…

Nice umutlarımız vardı içimizde durmadan seslenen ve bir yerlere takır tukur vuran ses çıkaran, ses çıkartmayan, dua ettiren, isyan ettiren, inandıran, kandıran, bel bağlarımız, umduğumuz, hayal kırıklığımız, yaşama sevincimiz nice umutlarımız vardı.

Nice rüyalarımız oldu gerçek sandığımız tebessümle uyandığımız, sıçradığımız, ağladığımız, haykırdığımız, umut ettiren, güç veren, yön veren “acaba” dedirten… “Neden olmasın” dediğimiz, korktuğumuz…

Ne şarkılar söyletti, ne bizi bizden etti, ne ağlattı, ne isyan ettirdi, ne aptal etti, ne ağladı, ne mutlu oldu, ne mutlu etti… Nice aşklarımız oldu görünmeyen bir çift el tarafından yerden yukarı kaldırdı da havalarda gezdirdi… Ne aşklarımız oldu, bizi yerlerde süründürdü de bizim biz olduğumuza bizi inandırmadı… Hayal kırıklığı oldu, kırgınlığı alınganlığı öğretti, ukala bayraklarımızı yerlerde ezdi. Yaşama bağladı, şen kahkahalarla gülmeyi öğretti, mağrur kıldı, affedici oldu. Büyük laf etmemeyi öğretti, vazgeçirdi…

Ne sözlerimiz oldu, dilin kemiği olmadığını ispatlayan… Ne iç acıtan, ne iç kanatan ve ne can katan, bedel ödeyen, bedel ödeten sözlerimiz oldu… Ne düşündüren sözlerimiz oldu da çok ağır geldi bulunduğu bünyeye…

Ne “Ben”lerimiz oldu! Tanıdığımız, tanıyamadığımız, bir masum çocuk gibi narin ve uysal; bir kaplan gibi saldırgan, bir bebek kadar savunmasız ve bir çelik kapı gibi, dimdik, kırılmaz, aşınmaz, yontulmaz, geçit vermez… Ne “Ben”lerimiz oldu; asi, isyankar, bezmekar, perişan, yorgun, halsiz, umutsuz ve suratsız… Sinirli, asabi, kindar, ahdeden, ah bulan, korkusuz, frensiz, cahil, umursamaz, önemsemez, inatçı, hırslı, şımarık…

Kötüydü “Ben”lerimiz, “Ben”lerimiz çok iyiydi.. Hem bencil, hem anlayışlı…

Atılgandı, ürkekti, titrekti, güçlüydü de duygusaldı, çabuk yıkılırdı da geçit vermezdi… “Ben”lerimiz oldu… Değişkendi, değişti… Yaşadıkça tükendi, yaşadıkça tüketti. Fedakarlardı, vazgeçebilirdi benlerinden –de ödün vermezdi benlerinden… Kuralları vardı yıkılamayan, kuralları vardı kural tanımayan; haktı, adaletti, adildi, arafta kalmazdı da arafta kalırdı…

Ne “Ben”lerimiz vardı “Ben”den içeri…

Ne yaralarımız vardı, geçmişin gerçek olduğuna inandıran… Kare kare yaşatan.. Kendimize itiraf ettiren gerçekleri; kaşınan ne yaralarımız vardı. Acımayanda, hani içini acıtan insanın ya da canı yananda, hissettiği acıyı farklı hatırlatan… Ne kapanan yaralarımız oldu, ne de bir türlü kapanmayan…

İç kanatan, yürek yakan, tuz basılan… Tuz basılan… Tuz basılan… Basıldıkça acıyan…

Yorgundular, eskiydiler, tazeydiler… Yoktular, vardılar… Hep ordaydılar… Hiç olmadılar… Yaralarımız… Tutsaktılar, haykırırdılar, duyulmazdılar… Bir tokat kadar acımasız, suçlu, renk değiştirendiler… Dokunduğu yeri öldürendiler, sözdüler… Çözümdüler… Sebeptiler… Güçtüler… Maskeydiler… Savunmaydılar… Acımasızdılar… Tarifsizdiler…

Özlemlerimiz, sevgilerimiz, mutluluklarımız, umutlarımız, rüyalarımız, aşklarımız, sözlerimiz, “Ben”lerimiz, yaralarımız… Tarifsizdiler, tarifsizdiler ki; anlatılamayan, bir yazıya dahi üç nokta koyduramayandılar…

Aliye Özüm KARA

ANKARA

 
Toplam blog
: 3
: 270
Kayıt tarihi
: 29.11.12
 
 

Başkent Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknoloji Öğretmenliği'nden 2008 yılında mezun oldum, ..