Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '11

 
Kategori
Siyaset
 

Tarih; 29 Temmuz 2011…

Tarih; 29 Temmuz 2011…
 

Tarih; 19 Mayıs 1919…

Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın emperyalist güçleri tarafından parçalanması ve yok edilmesi amacı ile İstanbul başta olmak üzere, vatan topraklarının dört bir yanı işgal edilmiş. Bu tarihte Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki bir grup, kurtuluş mücadelesi vermek iradesini ortaya koyup samsun’a ayak basmış.

Kısaca bu görüşe itirazı olan var mı?

Elbette var… O tarihteki Osmanlı Sultanı ( VI. Mehmet) Vahideddin, Paşaya “Git vatanı kurtar” demiş ve yanına da bilmem ne kadar altın vermiş!... Sonra da ne olmuşsa olmuş, aynı kişi Paşa’nın “İdam fermanını” imzalamış…

“İdam fermanı” imzalanmasına rağmen, milletine ve milletinin iradesine güvenen Paşa, milletin “…İlelebet payidar olması…” için gereken şeyin “Cumhuriyet” ve dolayısıyla parlamenter rejim ve de demokrasi olduğuna olan inancını, “Millet” ile birlikte hareket etmeye özen göstermesi ile ortaya koymuştur.

Daha da önemlisi, asırlardır “Tebaa” olan toplumun, birden bire “Vatandaş” olmasının kolay olmayacağını da fark etmiştir. Çünkü “vatandaş” olabilmenin birinci koşulu, hiç kuşku yok ki “Özgür toplum” olmaktan geçmektedir. Bunun da olmazsa olmazı, halkın kendi kendini yönetmesi, yani devletin “cumhuriyet” şekliyle “parlamenter yönetiminde” olduğudur.

Tarih; 23 Nisan 1920…

Paşa’nın milletine olan güveninin ve “Milli iradenin” tecelli (Belireceği, görüneceği, ortaya çıkacağı, zuhur edeceği, meydana çıkacağı) edeceği bir yer olmalıydı. O yerin de adı “Türkiye Büyük Millet Meclisi” idi. İşte o tarihte bu “İradenin belireceği zemin” olarak milletin varlığının, kalbinin attığı yer olarak kuruldu.

Bu tarihte de karşı çıkanlar olmadı mı?

Oldu elbette… Özellikle milletin inançları üstünden karşı çıkanlar oldu. O güne kadar çıkarları uğruna dini istismar edenler, dine hurafe sokanlar, hala “Saltanat yanlısı” olanlar bunlardır.

Meclisin kurulması ile birlikte, yönetim “Milli iradeye” geçirilmiş ve 1921 yılında da “Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu” yürürlüğe konulmuş, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildikten sonra da 1924 Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu yapılmıştır. Yani, demokrasilerde olmazsa olmazlardan biri “Hukuk devleti” işletilmeye başlanmıştır.

Tarih; 7 Ocak 1946…

1924 ve 1930 yıllarında “demokrasinin” ve “Parlamenter rejimin” vazgeçilmez koşullarından olan çok partili rejime geçilmesi denenmişse de, bunda başarılı olunamamış ve nihayet 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti’nin kurulması ile fiilen çok partili sisteme geçilmiştir.

Tarih; 14 Mayıs 1950…

Çok partili rejime geçilmesi ile birlikte bu tarihte de “İktidar” değişikliğe uğramış, millet “Özgür iradesi” ile kendini yönetecek olan partiyi, yani Demokrat Partiyi iktidara taşımıştır. Bugün, Cumhuriyet Tarihinin önemli kilometre taşlarının konduğu günlerdendir…

Kısaca geçmek gerekirse, tam on yıl sonra 27 Mayıs 1960, ondan yirmi yıl sonra 12 Eylül 1980 ve ondan otuz yıl sonra da 29 Temmuz 2011…

Aradan geçen 90 yıla rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, halen parlamenter demokratik rejim içerisinde demokrasiyi, özgürlüğü ve insanca yaşamanın kurallarını aramaya devam ediyor.

Başbakan, 29 Temmuz 2011 günü akşam saatlerine doğru ortaya çıkan durumdan sonra, geleceğe yönelik şunları söyledi.

“En büyük görevimizin bugünün ihtiyaçlarına cevap veren, eksikliklerinden arındırılmış, demokratik ve özgürlükçü yeni bir anayasa hazırlamak olduğuna inanıyorum. Türkiye, demokrasinin askıya alındığı bir dönemin olağanüstü şartlarında hazırlanan bir anayasa ile yoluna devam edemez. 12 Haziran’da sandıktan çıkan sonuç, yeni anayasanın mümkün olan en geniş katılımla hazırlanmasını, tüm toplumsal kesimlerin taleplerini yansıtan bir uzlaşma metni olması gerektiğini ortaya koymaktadır.”

Elbette anayasa, günün koşullarına uydurulmalı, özgürlükler günün gerçekleri ile örtüşmeli. Buna bir itiraz yok. İtiraz; anayasanın yapılma sürecindeki belirsizliklerdir. Başbakan bu konuda “…yeni anayasanın mümkün olan en geniş katılımla hazırlanmasını, tüm toplumsal kesimlerin taleplerini yansıtan bir uzlaşma metni olması gerektiğini…” vurgulamaktadır.

Oysa son gelişmeler anayasanın “…tüm toplumsal kesimlerin taleplerini…” göz önüne alacak şekilde gerçekleşmeyeceğinin işaretlerini vermektedir.

Şimdi “Nümerik” bir fantezi ortaya atacağım.

1950, çok partili rejimin iktidar değişikliği idi…

1960, on yıl sonra ilk “İhtilal” idi…

1980, yirmi yıl sonra ikinci askeri müdahale idi…

2011, otuz sene sonra ve bu kez ilk “Sivil” müdahale…

Çok çarpıcı ama demek oluyor ki önümüzdeki kırk yıl için yeni bir döneme giriyoruz. Bu bir fantezi elbette, böyle gelişecek diye bir şey yok.

Gerçek olan şu ki, gelecek günlerin zor geçeceğidir. Önemli olan ise, bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milleti ile birlikte birçok konuda sıkıntıya düşmeden demokratik koşullar içerisinde gelişimlere imza atmasıdır. Aksi, 19 Mayıs 1919 tarihinde milleti “Tebaa” olmaktan “Vatandaş” olmaya geçen ve “Ulus” yaratanların çabaları boşa gitmiş olacak…

Olaylar bu “Olumlu” yolda gelişmez ise, 29 Temmuz 2011 tarihini bundan böyle “Sivil darbe” olarak anmamız işten bile değildir.

31 TEMMUZ 2011
İBRAHİM PEKBAY

Dip Not: 1924 anayasa metni, 1945 yılında anlamı değiştirilmeden o gününün türkçesine çevrilmiş,, 1952 yılında ise, 1924 metnine geri dönülmüştür.

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..