Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '10

 
Kategori
Anılar
 

Tarihî Çark Mesire Yeri

Tarihî Çark Mesire Yeri
 

Çark Mesire Yeri


Annem, çocukluğumuz boyunca Çark Suyu’nu ve Çark Gazinosu’nu anlatırdı bize. Çark Gazinosu’nda Zeki Mürenleri, Ajda Pekkanları, Müzeyyen Senarları dinleyebilmek için gece karanlığında Çark Suyu içinden yüzerek gazinonun bulunduğu yere ve sahnenin olabildiğince yakınına gizlice gelirlermiş arkadaşları ya da kardeşleriyle. Büyük bir heyecan içinde de, daha yeni yeni parlayan o muazzam sesleri dinlerlermiş.


Annemin çocukluğunu yaşadığı yıllarda Çark Gazinosu’nun önemli bir yeri varmış. Daha ülke çapında şöhret bulmayan sanatçılar için ciddi bir okulmuş bu gazino. Bir ses sanatçısı bu gazinoda sahne alabilirse, bir müddet sonra mutlaka yıldızı parlarmış.


Annemin o tatlı anlatışıyla yıllardır dinledim, Çark Suyu’nu ve Gazinosu’nu… O anlattıkça, annemi Çalıkuşu’na, gazinoyu ve bahçeyi de gizemli bir eğlence merkezine benzetirdim. Hayallerimde çarkı, sahne alan sanatçıyı ve annemin gece karanlığında yüzüşünü canlandırmaya uğraşırdım. Bazen, ben de annemin yanında yüzerdim. Ama, ne büyük düştü o!..

Sonra, yavaş yavaş serpilmeye başladım. Ortaokul sonları ya da lisenin başlarındaydım. Adapazarı’nda Çark Caddesi’ndeki dayımlara gitmeye başladık. Her yaz tatilinde gidişimizde, annemle beraber dayımlar da Çark’tan bahsederlerdi bize. Hatta, annemin hep özenle atladığı bir ayrıntıyı da eklerlerdi, o yaramaz kalmış büyükler. Bazen, bahçeye gizlice girerken Çark Gazinosu’nun bekçisine yakalanırlarmış ve en büyük fiskeyi de yaramazlığı ile ün salmış Çalıkuşu yermiş her zaman. Hem de o zamanlar bekçibaşı olan babasından, sorgusuz sualsiz yermiş paparayı bu yaramaz kuş.Hatta, Çalıkuşu’nun hiç günahının olmadığı gecelerde bile.. Çalıkuşu olmak, işte böylesi bir şey olmalı!

Liseyi bitirdiğimde (on altı yaşımda) kader beni Adapazarı’nda Muhasebe bölümünde okumaya yolladı. Ailem Kars’ta iken ben, ülkenin diğer ucunda Adapazarı’ndaydım. Muhasebe'de okumaya çalışırken (ki, bu bölüme ruhum hiç uygun değildi; hiç sevemedim onu) bir yıl boyunca sadece sömestr tatilinde Kars’a gidebildim. Yine tam bir yıl, annemler bana telefon edebildiğinde ağlamaktan ve hıçkırmaktan net tek bir cümle konuşamadım, anneciğimle.

Adapazarı’nda, o seneler, en sevdiğim yerler Çark Caddesi, Tümen’n bahçesinin sonunda olan ve fakat, benim de hiç sevmediğim bölümde okumaya uğraştığım yıllarda, kendi içine kapanmış, meskun bir bahçe haline dönüşen Çark Suyu ve dönmeyen Çark’ı idi… Bir gün beni ziyarete gelen annem, Çark’a götürmek istedi beni. Ama Çark’ın dönmediğini ve suyunun küskün aktığını görünce hüzünlendi birden. “Ağlama Çalıkuşu” dedim içimden… Neşesiyle hüznünü hep gizlemesini öğrenmiş Çalıkuşu, hemen yememiz için simitlere yöneldi sekerek?..

Hemen ardından ben şehirden kaçarak, Muhasebe’yi bir yıl sonra terk ettim. On yedi yaşında Edebiyat denizine başladım. Her yaz yine ailemle Adapazarı’na gitmeyi sürdürdük. Ama sanki hiç kimse Çark’ı konuşmak istemedi; ben de, bir daha soramadım onu.


97’de Çalıkuşu’m, ama evimizin en sağlam direği, dünyaya gözlerini kapadı. Son şarkısını söyleyemeden. Ben, Çark gibi küskün ve suskun kalakaldım. 97’de ayaklarım zorla Adapazarı’na gittiğinde, şehri görecek halde değildim; gözyaşlarım içinde boğulurken…


99’da bütün ülkem büyük bir yasla sarsıldı. Duyduk ki, Adapazarı yerle bir olmuş. Benim bütün dünyam yerle bir oldu, o haberle. Tam iki yıl, Adapazarı’na gidemedim. Annemin bir avuç toprağını bulamazsam korkusuyla doluydum çünkü.

2001’de Adapazarı’na yolum düşünce, yolu tarif ederken “Çark Caddesi’ni bulayım da gerisi kolay” dedim. Dedim de, caddeyi bulamadım ki bir türlü.Tam iki saat sonra, köy yolunun ortasında sapasağlam kalabilen dayımların evini seçebildim. Ne acı teselli ki, Çalıkuşu’m yerinde yatıyordu. O bir avuç toprağı görmek, nasıl bir teselliyse insana?..

99 depreminden sonra bütün akrabalarımız Adapazarı’ndan ayrıldılar. Ben, 2001-2009 arasında birkaç kez Erenler Tepesi’ne gittim yalnızca. Sakar Baba’ya bile uğradım da, Çark hiç mi hiç aklıma gelmedi yıllar boyunca… Belki de, aklıma getirmek istemedim.

Geçen yıl, yurt dışında yaşayan teyzem, izinlerini dayımların boş evinde geçirme kararı alınca bana gün doğdu: İki yıldır, üç beş gün de olsa Adapazarı’na geliyorum.

İlk gelişimde (geçtiğimiz yıl) o eski şehrimi bulamadım. Sanki, Türkiye’nin dört bir yanından bu bolluk şehrin güzelliğini duyan kopup gelmişti yerinden.Çehreler ve şehrin ahengi o tanıdığım tatta değildi…Yabancılık, belirsizlik ve keşmekeş içinde bir toprak parçasındaydım.Sokaklarında yürürken huzursuz oldum açıkçası.Bir tarafta eski, yıpranmış, konuşmak istemeyen ve asil Adapazarı; diğer tarafta yeni, aç, çok sesli ama uçarı Adapazarı… Başım döndü, kulaklarım uğuldadı. Çark Caddesi’ni bu sefer seçebildim ama şehrin ortasında her köşenin ve bir caddenin boydan boya işportacılar seline dönüşüne bir anlam veremedim. Ağlamak, yerine boş gözlerle bakmakla yetindim. Ama yine de eskisine göre bir parça neşeliydim artık. Çalıkuşu’mu daha düzenli ziyaret edebilecektim. Ruhum da şehrim gibi kendi kendini tedavi edebiliyordu. Ve her gelişimde, her iyileşmeye yüz tutup da her gülüşümde, Çalıkuşu’m da yattığı yerden bana huzurla gülecekti.

Bu yıl, geçtiğimiz günlerde yine Adapazarı’ndaydım. O kadar sevinçliydim ki, şehir artık yerine oturmuştu; eski çehresini yeniden bulmuştu ve bana gülümsüyordu. Çark Caddesi, Tümen, Ofis, Yeni Camii, Başlar Mahallesi, Tren Gar’ı; hepsi hepsi yerli yerindeydi. Eski ve güçlü mağazalar yeniden ışıldamıştı; işportacılar kendine çeki düzen vermek zorunda kalmıştı, heybetli rakiplerinin yanında. Erenler Tepesi’ne çıkmak bile öylesine kolaylaşmıştı ki. Çark Caddesini Tümen’e yakın bir yerden doksan derece açıyla kesen dayımların sokağı da artık Cadde’nin bir parçası olmuştu. Sokakta, beş altı dükkanın yanında, Türkü Cafe (Cafe sözcüğü beni üzse de, olsun türküsünde bizim namesi var ya, onunla neşelenelim bari…) bile açılmıştı. Her gece balkonumuzdan az mı türkü dinledik… Sokağım ve caddem canlanmıştı. Şehrim, annemin şehri nefes alıyordu. İlk gün, anneme koştum;yıllarımı, yollarımı, hayallerimi anlattım O’na... Sanki, bir başka güzellikle gülümsedi bana Çalıkuşu’m…

İkinci gün, teyzem “Neden evde oturuyorsunuz? Çocukları Çark Bahçesi’ne götürsene” dedi bana… Kulaklarıma inanamadım! Yıllar önce hayata küsmüş Çark’ın bahçesi mi vardı ? Ve bu bahçeye insanlar mı koşuyordu, artık. Yıllar öncesi aklıma geldi bir anda; oysa biz tahtalarla kapatılmış bahçeye bir delikten zorlukla kafamızı uzatıp bakmıştık annemle birlikte…


İki damlayı elimin tersiyle ittim. Hemen hazırlandım. Yanıma çocuklarımı ve Çalıkuşu’mu aldım. Koşarak dışarı çıktım. Çark Caddesi hemen bitti. Ardından, Tümen…Tümen’i hızla geçtim. Taa karşıdan pırıl pırıl mavili, kırmızılı ışıklar gördüm, o an. Işıklara yaklaştım. Hayır! Sağ kolumuzda kalan, köşedeki bir büfenin ışıklarıymış. Bir anlık kırılganlık. Çalıkuşu bana sessizce fısıldadı: ” Pes etme, yapamamam yok, biliyorsun!” Adımlarımı sıklaştırarak yoluma devam ettim. Alaca karanlıkta iki taş sütunla üstündeki taştan oluşmuş genişçe bir kapı gördüm.Bu kapıyı hatırlıyorum.Fakat, tahta perdeleri yok artık. Önümüzdeki yol açık. On altı yaşımda annemle gördüğüm ve her hafta önüne kadar geldiğim yer burası olmalıydı. Başımı, taş sütunları birleştiren büyük taşa çevirdim:

“Tarihî Çark Mesire Yeri”

Çocuklara bir şey demedim ama; önce bir soğuk rüzgar, ardından sıcak bir meltem yalayıp geçti beni. Kalbim yerinden fırlayacaktı ya da son saniyesini yaşıyordu. Cep telefonumu çıkardım, yazıyı çekmek için. Hay Allah! Fotoğraf çekebilecek düzeyde yeterli ışık yok! Yazının tamamen yanına gittim; “Adapazarı Belediyesi Tarihî Çark Mesire Yeri”. “Allah’ım iyi ki burada ışık yok; çocuklarım beni görse ne derim şimdi ben? Hiç de rüzgar yok ki!”

Kapıdan içeri girdim. Yıllardır içimde akan suyu, gözümle gördüm. Nihayet, tüm akışı ve tüm parlaklığıyla, gerçeğimle gördüm.”Keşke, suda yüzsem şimdi, hem bekçi de yok!” Çark Suyu’nun kenarında suyu aydınlatacak kadar ışıklar yoktu. Ama suyun kenarına dizilmiş kır kahvesinin masalarına arka plandan belli belirsiz ışık vuruyordu. Suya baktım; suda birçok ördek ve yanlış saymadıysam iki ya da üç tane kuğu gördüm.”Suda yüzen Kuğu!” Artık dayanamadım. Masalardan birine oturduğum gibi; bir taraftan, Çark’ın bende kalan hatıralarını anlatım çocuklarıma; diğer taraftan, zayıf ışıkla siyahın içinde beyaz beyaz seçilen kuğuları fotoğraf kareme taşıdım. O sırada, kuğular ve ördekler cep telefonumu yem sanmış olacak ki, kocaman bir ordu halinde yanımıza gelmeye başladılar. Bilmiyorum ki, kaç poz çektim onları? Kuğuların yanımıza gelişi çocukların çok hoşuna gitti; ne zaman kollarını kaldırsalar, insanlara çoktan alışmış kuğular hemencecik çocukların yanına geliyordu.

Çayları ısmarladık. Fakat, çocukları tutmak ne mümkün? Kır kahvesinin hemen arkasında küçük bir Luna Park vardı. ”Annem, bu parkı da anlatmış mıydı?” Çocukları, Atlı Karınca’ya bindirmek istedim. Ama milenyum çocukları Çarpışan Otolar’ı tercih ettiler…

İçimin yüzde doksanı neşelenmişti; yine de bir burukluk kalmıştı işte… Uzunca bir süre anlamadım sebebini. Oysa, pamuk helva ile macun bile almıştık. Gözlerim bozacıyla şıracıyı aradı. Ah, annem bozayı ne de çok severdi; hele bir de yanında leblebi olursa, değmeyin keyfine annemin.

Adapazarı yıllar yıllar sonra yeniden neşelenmiş ve güçlenmiş gibi göründü bu yıl bana. Kuğu bile, yanıma kadar geldi. Belki de kulağıma eğilirken “sen de son mahnını söyle artık” diyordu, kimseler duymadan…

Tüm neşeme rağmen beni burkan şeyi, gece on ikide eve girince fark ettim:

Çark Suyu ve Çark Bahçesi vardı; ama Çark yoktu… Bir de sen Çalıkuşu’m, bir de sen…

Fakat üzülme kuğum ve üzülme Çalıkuşu’m son mahnımı er geç söyleyeceğim… Ve ömrüm oldukça, Çark’ı döndürecek, sizleri göreceğim. Biliyorum; “yapamam, yok!”

(28.07.2010- Adapazarı Tarihî Çark Mesire Yeri- 22.30)

Yegâh Elif Mirzâde

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..