Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Tarih içinde Türkiye’den göçün nedenleri

Tarih içinde Türkiye’den göçün nedenleri
 

Türkiye’den göçü zorunlu kılan ekonomik nedenleri bir başka yazımıza saklayarak bu yazımızda göçe neden olan diğer etmenleri irdelemeye çalışalım. Ekonomik nedenlerle göç edenler kadar çok ve yaygın olmasa da, siyasi olgu da oldukça eski bir geçmişe sahip. Başlangıçta Türkiye göç alan ve veren bir ülke konumundan zamanla sadece göç veren bir ülke konumuna gelmiştir. Özellikle; “Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ile birlikte kaybedilen topraklardan ana yurda göç hareketi olmuştur.”(1)

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve ardından Lozan antlaşması ile belirlenen sınırlara göre Türk nüfusun bir kısmı Yunanistan’da kalmış ve aynı şekilde Türkiye’de kalan bazı Rumlar da bir savaşın ardından kendilerini güvende duyumsamadıkları için Yunanistan’a göçmek istemişlerdir. Bu çok az sayıda gönüllü göç etmek isteyenlerden başka Nüfus değişimi antlaşması çerçevesinde Yunanistan’daki Türkler, Türkiye’ye ve Türkiye’deki Rumlarda istemeseler de Yunanistan’a gönderilmiştir. Belki de bu Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk göç hareketidir. Bu hükümetler arasında varılan anlaşma ile insanlar onlarca, yüzlerce yıl yaşadıkları yurtlarından zorla kopartılmış ve büyük dramların yaşanmasına neden olunmuştur.(2)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi; 1960’lı yıllara kadar Türkiye göç veren ülke olduğu gibi göç alan ülke de olmuştur. Balkanlardan çoğu Müslüman kökenli olan çok sayıda göç kabul etmiştir. Balkanlardan gelen göç dalgası Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar. Kafkasya’dan Azeriler, Çeçenler, Kırımdan Tatarlar ve Musul, Kerkük’ten Türkmenlerdir. Birinci Dünya Savaşı ve ardından Osmanlı İmparatorluğunu tarih sahnesinden silinmesi Balkanlarda ve Kafkasya’da oluşan yeni ulusal devletler ve bu devletlerin sınırları içinde kalan Müslümanların Türkiye’ye göçünün asıl nedeni olmuştur.

Azınlıkların Göçü
Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında ulusal bir devlet kurma çabaları, aşırı milliyetçiliği körüklemiş ve yaşanan mali sorunlar aşırılıklara varan uygulamaları gündeme getirmiştir. “1938-1940 yıllarında azınlıkları terörize eden "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları”(3) gibi uygulamalarla halkın da gayrimüslimlere tepkilerinin oluşmasına neden olunmuştur. Bu ve buna benzer olaylardan dolayı kısmi göçler de yaşanmıştır. Bu kısmi göçlerden başka toplu göçlerde yaşanmıştır.

“1932'de çıkan bir kanunla, emek - yoğun bazı işlerde sadece Türk olanların çalışması kararı alındı. Bu işler amelelik, kapıcılık, garsonluk, hademelik türünden işlerdi. Kentlere göçü hızlandıracak ve burjuvaziye ucuz işgücü sağlayacak bu karar nedeniyle 35 bin Rum Türkiye'yi terk etti.”(4)

İlk göç hareketleri ve Türkiye’den ilk göç yollarına çıkanlar Azınlıklar ve gayrimüslimlerdir. Azınlıkların göç hareketi sadece İstanbul’la da sınırılı değildir. Anadolu’nun bir çok şehrinde bu olgu yaşanır bu dönemde. Azınlıklara ve gayrimüslimlere yönelik bir çok saldırı olur. İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Şükrü Saraçoğlu hükümeti döneminde Almanya’ya yakın bir politika izlenir. Nazi Almanya’sındaki bir çok uygulama hayata geçirilir. Varlık vergisi de bu uygulamalardan biridir. Azınlıklara yönelik bu ağır uygulama daha çok Yahudileri hedef alır. Azınlıklara ve gayrimüslimlere yönelik saldırılar. 1955 yılında doruk noktasına ulaşır. Tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen bu olay Türkiye’nin yüz karası olarak kalır. “6 ve 7 Eylül günü olanların ardından İstanbul'da 279 gün sürecek sıkıyönetim ilan edilir. 27 Mayıs 1960'ta Başbakan Adnan Menderes ve Demokrat Partililer Yasıada'da yargılandılar. Davada, bu iki gün boyunca olanların bilançosu şu rakamlarla açıklandı: 3 ölü, 30 yaralı; 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 1 fabrika, 3.584'ü Rumlar’a ait olmak üzere, 5.538 ev ve dükkan... Yargılama sürecinde Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanmasının bir tertip olduğu açığa çıkar... Çıkar ama ne fayda. Yüzyıllarca bir arada yaşayan İstanbullular’ın neredeyse tamamına yakını artık göç etmiştir.”(5)

Yaşanan bu acı olaylardan çok da ders çıkartılmaz. Bu acı olayların üzerinden daha çok geçmeden, Kıbrıs da yaşanan gerginlik bahane edilerek ”1964'te 12 bin Yunan pasaportlu Rum sınır dışı edildi. Oysa onların Türkiye'de kalması kararı 1930'da Atatürk ve Venizelos tarafından imzalanan bir anlaşmayla garanti altına alınmıştı. Bu insanların da gitmesiyle Türkiye'den ayrılanların sayısı 40 bini buldu. Bu insanların bütün mal varlıklarına, bankalardaki paralarına el kondu. Sadece 20 kilo kişisel eşya ve 22 dolar da para götürmelerine izin verildi.”(6)

Yukarda da belirttiğimiz gibi olaylar İstanbul ile ve Rumlarla sınırlı kalmaz ve Anadolu’nun bir çok şehrinde ve değişik azınlıklara karşı sürer. “1955'te 6-7 Eylül Olayları sonrasında Katolik Gürcüler batı ülkelerine göç ettikleri için bir "Gürcü cemaati" kalmamıştır. Batı'ya göç etmelerinden önce 10 bini aşkın Gürcü'den 500 kadarının kaldığı sanılmaktadır.”(7) Karadeniz Bölgesindeki çok sayıdaki Rum, Gürcü bu gün artık yoktur. Aynı şekilde Doğu ve Güney Doğudaki Ermenilerle Ege ve Akdeniz’deki Rumlar da artık yoklar. Hepsi bu toprakların yerlisi olan bu halklar ya göç etmiş yada göçe zorlanmıştır.

Anadolu ve Yukarı Mezepotanya’nın en eski inançlarından biri olan Yezidilik üzerine çok şey bilmiyoruz. Ancak 1980’lı yıllarda başlayan ve hızla gelişen bölgedeki dini akımlar yüzyıllardır baskı görmüş Yezidileri vatanlarından etmeyi başardı. “Ulaşılabilen az sayıdaki kaynaktan, bu cemaatin, zaman zaman uğradıkları baskılar nedeniyle yaşadıkları topraklardan, dünyanın değişik yörelerine göç etmiş olduklarını öğreniyoruz. Müslümanlar tarafından ehl-i kitap kabul edilmeyen Yezidiler, Müslüman Kürtler de dahil olmak üzere pek çok kesim tarafından baskı görmüşler. Türkiye’de 1985 yılındaki nüfus sayımına göre 22 000 kadar Yezidi nüfustan bahsedilirken bugün 450 kişiden bahsedilmektedir. Dünyada ise toplam 150 000 kadar Yezidi olduğu sanılmaktadır. Türkiye’de yaşayanlar Siirt, Batman, Mardin, Nusaybin, Urfa, Hakkari, Viranşehir ve Midyat’ta yerleşiktirler.”(8)

Öteden beri bir din olarak kabul görmeyen ve diğer dinlerden misyonerlerin ısrarla kazanmaya çalıştıkları Yezidiler de göç yollarında karşılaştığımız topluluklardan biri. “Diyarbakır’ın Batman ilçesindeki 24 Yezidi köyü adeta bir hayalet kasaba görünümünde. Gençlerin çoğu ya Almanya’ya ya da Hollanda’ya gitmiş. Kalan Yezidi köylüleri ise geçimlerini oğullarının gönderdikleri parayla sağlıyor. 24 köyde yaklaşık 80 Yezidi yaşıyor.“(9)

Yine bu bölgenin en eski haklarından olduğu bilinen Süryanîler de artık çok az sayıda bu bölgede yaşamaktadırlar. Özellikle 1980’dan sonra göç yollarında gördüğümüz bir topluluk da Süryanilerdir. Öncelikle İstanbul’a göçen Süryaniler şimdilerde Avrupa’nın değişik ülkelerinde, yoğunlukla da İsveç’te yaşamaktadırlar. Tanıdığımız bir Süryani dostumuzun memleketi olan Midyat’ı terk ediş nedeni olarak; artan dini gericiliğin gündelik yaşamda oluşturduğu zorluklar olduğunu anlatması bizi hem utandırmış hem de bu durumdan sonsuz bir üzüntü duymuştuk.

Binlerce yıllık tarihi içinde bütün bu halkların ve inançların bir arada kardeşçe yaşamasının olanaksızlaşması, bir birine bu tahammülsüzlük Anadolu’nun bin bir renkten oluşan mozaiğinin bozulması, renklerini yitirmesi ve sonuçta siyah beyaz kalması anlamına gelmekte.

12 Eylül 1980 Darbesi ve Kürt Sorunu

12 Eylül 1980’da gerçekleşen askeri darbe sonucu bir çok siyasi göçmen de başta Batı Avrupa Ülkeleri olmak üzere yurtdışına göç etmek zorunda kalmıştır. Genelde genç ve iyi eğitimli olan bu göç dalgası Yurt dışındaki göçmen profilini de değiştirmiştir.

Özellikle sol kesimden olan bu göçmenler ile de siyasal sığınmacı olgusuyla tanıştık. 1980’lı yıllar Batı Avrupa ülkelerinin Türkiye’den göçmen iş gücü alımlarını durdurduğu yıllardır da. Bundan dolayı bu dönemde yurtdışına çıkan bir çok kişi, yurtdışına çıkış nedeni ne olursa olsun siyasal sığınmacı olduğunu ileri sürerek kalıcı olmak için çaba sarf etti.

1984 yılında başlayıp 2000 yılına kadar süren dönemde siyasal sığınmacıların profili de hızla değişip genelde Kürlerin ağırlıkta olduğu bir noktaya geldi. Doğu ve Güney doğuda 3000’den fazla dağ köyü boşaltılmış ve bunların şehirlere akını ile zaten sınırlı olan iş sağlarındaki daralma, önce iç göçü ardından da dışarıya göçü hızlandırmıştır. Güney Doğu Anadolu’nun değişik illerinden gelen göçmenlerin çok azı Kürt sorunuyla ilgili olmasına rağmen, Doğuda ve Güney doğuda yaşanan olaylarla ilgili oldukları izlenimi vererek Avrupa’nın değişik ülkelerinde kalıcı olmanın yollarını aradılar.

Çok az sayıda siyasi sığınmacı ile başlayan hareket, “ekonomik sığınmacı” olgusu ile gelişti. Zaman içinde sayıları on binlerle ifade edilen bir göç dalgasına dönüştü. 1980’lı yıllara kadar çok az sayıda politize olmuş göçmenler hızla politize oldu. Yine bu döneme kadar genelde sağ eğilimli oluşan dernekleşmeler, bu dönemde sol derneklerin ve spor kulüplerinin hızla arttığı bir seyir göstermiştir.

12 Eylül 1980 darbesinin sonucu olarak gözlerden kaçan bir göç olgusu da, ülkenin entelektüel iş gücünün dışarı göç etmesidir. Bir çok demokrat aydın öğretim görevlisi ve bilim adamı 12 Eylülün baskılarından, soruşturma ve tutuklanma olasılığından dolayı ve bundan kurtulmak için dışarı çıkmıştır. 1402 sayılı kararla açığa alınan bir çok öğretim görevlisi çalışmak için ABD ve Avrupa’nın değişik ülkelerindeki Üniversitelere gitmiştir. Aynı şekilde orta öğretimde görevli bir çok öğretmen açığa alınmış ya da tutuklanma riskine karşı dışarı çıkmak zorunda kalmıştır.

Bir başka alt başlık olarak işlenmeye değer bulduğumuz bir olgu da, yapılan büyük çaplı barajlardır.

Günümüze kadar yapılan ve yapımı süren barajlar da göçün bir başka nedeni olmakta. Özellikle Keban ve Atatürk barajı gibi büyük barajların yapımı, bu bölgedeki yüzlerce köyün sular altında kalması sonucu iç göçün oluşmasına ve doğal olarak da ardından dış göçe dönmesine neden olmuştur.

Kendi doğal ortamında çok sınırlı geçim araçları ile yaşayan köylülerin bir şekilde bu yaşam alanları ellerinden gittiğinde, kendi içindeki tüm dengeleri bir anda bozulur ve dayanıklılığını kaybeder. Barajlar ile birlikte depremler de aynı etkide bulunur. Küçük ve büyük ölçekli depremlerin yaşandığı bölgelerden Türkiye’nin diğer bölgelerine göçlerin olduğu bilinen bir gerçek. Aynı şekilde deprem bölgeleri olan Varto, Erzincan, Tunceli ve Adapazarı gibi iller ve bu şehirlerin ilçelerinden yurtdışında çok sayıda Türkiyelinin olması da bir tesadüf olmasa gerek.

Erzincan ve Tunceli’den göçlerin bir diğer nedeninin de inanç eksenli olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Genellikle Alevi olan bu şehirlerden göçenlerin, Aleviliğin geçmişteki kargışlanmasından dolayı göç yollarına çıktığı da bir başka gerçekliğimizdir. 1970’li yıllarda yaşanan Çorum, Sivas, Malatya, Elazığ ve Kahraman Maraş olayları sonrası bu şehirlerden göç eden alevi sayısı hiç de küçümsenecek kadar değildir.

Barajlar ve Göç
Barajların elektrik üretimi ve sulamadaki bazı yararları yanı sıra, ülke ekonomisine katıkları alt alta sıralanıp uzun bir yararlar listesi oluşturmak olanaklı. Ancak konumuz açısından barajların dünya genelinde göçlere neden olduğu ve Türkiye’de de buna benzer sorunların yaşandığı bilinmektedir.

Barajların yapımı ve sonrasında yaşanan bir çok sorunun yapılan barajların çok da sağlıklı bir planlamanın ürünü olmadığı kanısını vermekte. Barajların yapıldığı yerlere bakıldığında; tarih, ekolojik çevre unsurlarının göz önüne alınmadığı ortaya çıkmakta. Barajların yapımında en az üzerinde durulan konulardan biri de, bu bölgelerde yaşayan insanların yeni yerleşecekleri yerleşim alanları ve yaşayabileceği sorunlardır. “'Türkiye Barajlar ve Kültürel Miras İzleme Kurulunun haziran ayında yaptığı 'Barajlar ve Çevre' konulu toplantısının sonuç bildirgesi yayımlandı. Sonuç bildirgesine göre yapımı tamamlanan 1135 baraj ile inşaatı süren 335 baraj Türkiye'yi tehdit ediyor. Barajlar yüzünden, 10 binin üzerinde arkeolojik yerleşimin sular altında kalacağı bildirilirken, Fırtına Vadisi ve Asklepion gibi dünya tarafından koruma altına alınmış alanların yok olacağı açıklandı. 40 bin kişiyi göç tehlikesiyle karşı karşıya bırakan barajların şu ana kadar 130 binden fazla kişiyi, 8 il, 17 ilçe ve 222 köyü doğrudan etkilediği ortaya çıktı.”(10)

Barajlar öncelikle yakın şehirlerin nüfuslarının birden artmasına ve bu şehirlerde bazı sosyal sorunların yaşanmasına neden olmakta. Kendine yeterli olmaktan uzak bir çok şehir barajlar nedeniyle artan bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalmakta ve bu da şehirlerin çevresinde onları kuşatan “gecekonduların” oluşmasına yol açmakta. “Adıyaman’da yaklaşık 110–120 bin olan kent nüfusu 200 bine yaklaştı. Evleri sular altında kaldığı için şehre göç eden köylüler, ilde varoşların oluşmasına sebep olmuş ve Adıyaman’ın şehirleşmesini de tamamen altüst etmişler. Altyapı yetersiz kalırken insanların çok zor şartlar altında yaşadıkları gözleniyor. Yetkililer ilde sosyal dengelerin bozulduğunu belirtiyorlar.“(11) Adıyaman örneği tüm baraj yapılan bölgelere yakın şehirlerin ortak bir sorunudur.

Barajların iç göçün bir nedeni olduğu genellikle bilinen ve kabul edilen bir gerçeklik. Ancak bu iç göçün bir süre sonra dış göçe de yol açtığı kesin.

Hasan Kaya
www.hasankaya.com

Yararlandığımız Kaynaklar

1 M.Vedat Pazarlıoğlu, 1980-1990 Döneminde Türkiye’de İç Göç Üzerine Ekonometrik Model Çalışması
2 Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana ve Karıncanın Su İçtiği adlı romanları.
3 Radikal Gazetesi 5 Aralık 1999
4 Radikal Gazetesi 5 Aralık 1999
5 Zip İstanbul Dergisi, Sayı 112, 01 Mayıs – 16 Mayıs
6 Radikal Gazetesi 5 Aralık 1999
7 Devrimci Demokrasi, Yıl :1 Sayı:15 16-30 Eylül 2001 15 Günlük Siyasi Gazete
8 Sema Onurlu, Mozaik
9 Ece Bilgin, Milliyet Yaşam 13 Ekim 2000
10 Cumhuriyet Gazetesi, Tarih sular altında
11 Mustafa Yağmurlu, Zaman Gazetesi 01.10.2002

 
Toplam blog
: 65
: 1019
Kayıt tarihi
: 11.09.09
 
 

Mart 1959 Erzincan doğumlu, İzmir de yaşıyor.. ..