Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '08

 
Kategori
Tarih
 

Tarih'in donduğu an, zemherinin kardeleni sarıkamış

Tarih'in donduğu an, zemherinin kardeleni sarıkamış
 

Tarih'in, Hafızaların Ve Ayazın Dondurarak Uyuttukları Sarıkamış Şehitleri, Ruhunuz Şad Olsun...


Dilek Fırat’ın kaleminden; 90 bin şehidin kahramanlıklarına şahit olan kardelenlerin ve Sarıkamış rüzgârlarının, Dilek Fırat’ın kulağına fısıltı romanı. Bu kısa roman kulağa fısıltı rüzgarlarıyla, sorgulama ve de cevaplamalarla yola çıkılarak kaleme alınmıştır.

Enver paşa yürüyün demişti. Nereye mi? Düşmanın olmadığı, ayazın kemik kıran dağlarına doğru yürüyün demişti. Bilinmez meçhul bir savaşa yürüyün yürüyün demişti. Yürüyordu asker zemherinin kardeleni Sarıkamış’a doğru yürüyordu. Ayaz bakışlı Sarıkamış umut, Sarıkamış sıcak çorba, Sarıkamış, yünlü hırka potin olacaktı, Mehmetçiğe Mehmetçik yürüdüğü bu meçhul yolda çok iyi biliyordu ki Ayaz bakışlı Sarıkamış, bahar yürekli Sarıkamış olacaktı misafirlerine.
Mehmetçik, ayazın ve açlığın karşısında kendilerini vatan aşkıyla Sarıkamış’a doğru taşıyan umudun bastonuyla ha gayret diyorlardı. Vatan aşkı ile yüklendikleri bu irade bastonlarının dahi, zaman zaman ayazın ve açlığın hele hele bu sorumsuzluğun örneği olan sarfiyata karşı yorgun olduğu ve askeri taşıyamadığı anlarda oluyordu elbet.

Asker Ahmet’in dudakları titriyordu. Komutanı sordu
“ Hayrola asker burnundan soluyorsun.”
“Üşüyorum komutanım” diyerek öfkesini gizlemeye çalışmıştı.
Komutanı soruyordu; “Bu ayazın sıtması değil, öfkenin sıtması sendeki anlat bakalım.” Komutanım ben Anama sevdalıma bu vatana canımı seve seve vereceğimin yeminini ederek, bir bayram coşkusuyla zafer uğruna canımı elime alıp ta gelmiştim savaşa. Sevdalım Zeynep, bana yünden bir atkı yapmıştı. Ben bu vatanın evladı olarak, savaşlara taburlarımın giysileriyle girmeliyim diyerek, savaş askerine sivil atkı yakışır mı demiş, Zeynep’imin atkısını kırılan gözlerine bakarak ellerine vermiş, Zeynep’imin buruk bakışları arasında vedalaşarak savaşlara gelmiştim. “İyide asker yolunda gitmeyen nedir? Öfken neye kimedir?” -Öfkem, bırakın asker kıyafetlerini, üstümüzde sivil kıyafetlerinin bile olmadığıdır. Öfkem düşmanla savaşmak değil komutanım, aksine
Öfkem düşmanla savaşamamaktır.
Öfkem Enver’in bunca askeri aç susuz ve yarı yamalak giysiler içerisinde düşmanla değil bu acımasız doğayla savaştırmasındandır.
Komutanım şöyle bir etrafınıza bakın. Tek bir düşman görüyor musunuz? Günlerce çektiğimiz çile açlık ayazlara karşı yaşam mücadelesi ve bitmek tükenmek bilmeyen bir yol ve bu yolda kâbus dolu, kar tipi fırtına savaşı;
Bu savaşı acımasız doğayla değil de, düşman askerleriyle yapsaydık, inanın karşımızda tek bir düşman askeri dahi kalmayacaktı. Komutanım günlerdir bir savaştayız öyle değilmi.
-Elbette asker.
-Kiminle hangi düşman askeriyle savaşıyoruz komutanım. Sesiz kaldı komutan ve biraz düşünerek askere döndü.
-Bak asker savaşa gitmek, ölüme gitmek demek değilmidir?
Savaşta mertçe ölüme birkaç adım daha gitmek en büyük kahramanlık değimlidir?
-Elbette komutanım.
-Gideceğiz asker! Günlerdir ağzımızda çıkan tek umut olan Sarıkamış’a gideceğiz. Son nefesimize kadar gideceğiz. Gözyaşlarımızın yüreklerimizde donmayan, son damlasına kadar gideceğiz.
-Öylede komutanım ben yüreğimdeki donan göz yaşlarımı mermi yapıp doğaya değil; ben namlumun ucundaki mermileri düşmanıma sıkarak, Allah Allah diyerek Allahekber dağlarına sevinç çığlıklarımı yükseltmek isterdim.
-Rahat ve huzurlu ol asker. Bizler bu yolda Sarıkamış’a varamasak ve olurda tarihin dondurduğu an olarak kalırsak ta, bu dağlarda, tarih sizlerin göstermiş olduğunuz kahramanlıklarınızın sevinç çığlıklarını yükseltecektir tüm evrene.
Asker komutanına dönerek, “Komutanım haklısınız galiba” diyerek, komutanın verdiği tüm mesajları, kendisine irade bastonu yaparak, zorlu yolarında iradenin bastona tutunarak güçlükle yürümeye çalışıyordu. Tüm mehmetçiklerin sağ kolu olan Mehmet’se tüm askerlere ama ayakları, ama kolları ama askerlerin dayanabileceği bir omuz, yaslanabilecekleri bir dağ oluyordu. Çünkü onun adı Mehmet’ti. Tüm Mehmetçiklerin o gizli gücü ve kuvveti onun, Mehmet adında saklı idi. Mehmet asker, yanından yorgun bir ses tonuyla ayaz kokan, Halil arkadaşını gördü. Halil kardan adam olmuştu sanki; Karlar yağmıştı tüm bedenine, kırağılar düşmüştü yüreğine.

Donuk bakan gözlerine, ayazlar vurmuş, gözlerinin rengini almıştı Halil’in: Halil çabaladıkça, ayazın çıkardığı sesle bedeni gıcırdıyordu. Bu ne zalim bir savaş, bu ne zalim ölüm fermanıydı mehmetçiklere, Enver baskısından ölüm davetiyesi çıkarılan…

Egeli Halil yıkılmıştı bir çalının dibine. Kar fırtınası giderek Halil’in üstünü kapatıyor, Halil karlara yenik düştükçe tüfeğine daha bir sarılıyor, tüfeğini düşmana karşı karların üstüne çıkartmaya çalışıyordu. Mehmet Egeli Halil askeri konuşturarak kanını ısıtmaya çalışıyordu.

-Sahi Halil senin çocuğun olacaktı oldu mu? Halil, “Olmuştur elbet” diterek, tüfeğine yapışıp donan ellerini tüfeğiyle, çenesinin altına doğrultarak , “Ben bu tüfeğin sadece vatan koktuğunu sanırdım. Bu tüfek evlatta kokuyormuş” diyerek, titreyen dudaklarıyla arkadaşına doğru dönerken, ensesinde ayazın gıcırtıları gelerek, “Arkadaşım çocuğum, anasının sıcacık kundağında mıdır dersin? Çocuğum şimdilik üşüyor mudur dersin? Mehmet Halil’e,
-Halil bak, ana kundağı soğuk olur mu hiç; Ana, ana olana kadar 9 ay bir mücadeleden geçer ve sonra kundağı sıcak olur. Çünkü ana olur.
Vatan, vatan olana kadar bir mücadeleden geçer, sonra yarının çocuklarına sıcak kundak olarak kalır. Çünkü vatan olur. Öyle değimli Halil? Halil Başını sallayarak onaylamıştı, Mehmet’in bu sözleriyle kanına sıcaklık, kahramanlığının namlusuna daha bir mermi gelmişti. Halil Mehmet, askere yorgun ve bitkin bir ses tonuyla,
-Mehmet peki bu Sarıkamış’ın kundağı neden bu kadar soğuk.
-Hayır Halil kaldır başını şu Allahekber dağlarına bir bak. Bizler beklide yarın şu ayaz kokan dağların, bahar yüreklerinde birer kardelen olacağız. Halil Sen kardelenin öyküsünü bilir misin? Halil “Hayır dedi bilmiyorum.”
-Bak Halil insanın kolunu yanına düşüren şu ayaz dağlarda, karları delerek gün ışığına çıkan kardelenler oluyor. O kardelenler tüm doğaya inat, bir bahar, bir sevda edasında tüm kâinatın kendilerine karşı hayranlık uyandırarak, tüm doğaya inat karların baharları oluyorlar ve yarın tarihin donduğu anı, şu dağlara fısıldayacaklar…

Sarıkamış bugün soğuk, fakat yarın tarihin alev yüreği bağrı yanık bir türkü olacak ve bizleri o alev yüreğinde barındıracak. Halil Mehmet askere,
-Mehmet Gardaş, Sarıkamış’ın alev yüreği asırlar geçse de ayaz vurmuş, pusu tutmuş bedenimizi çözebilecek mi? Anamızın yorganı gibi ısıtacak mı yüreğimizi? Hani taburda yanan sobalar gibi ısıtacak mı ellerimizi? Sefer taslarında anamızın sıcak çorbalarını sunacak mı diyerek; güçlükle konuşan Halil’in buz tutmuş kirpiklerinin arasından yarı donmuş, donuk bir damla yaş süzüldü yüzünü kapatan kar tanelerinin arasına. Mehmet Halil’in elini sıkarak “Evet” diyordu. “Bak Halil anam yılar önce vefat etti” diyordu. “Biliyor musun? Bugün anam burada biliyorum. Ben bugün anamın nefesini duyuyorum ensemde. O burada buralarda, anamda çok güzel tarhana yapardı ve anamın aşının kokusunu duyuyorum. Kaldır başını Halil Allah-u-ekber dağlarına bak. İşte o dağın en tepesinde analarımız sıcak çorbalarımızı yapmış bizi beklerler. Arkada yorgun argın gelen Ahmet, umudun sesiyle yarı heyecan içinde,
-Arkadaş yavuklum bana ördüğü atkıyı da getirmiş midir? Mehmet asker arkadaşına dönerek, “Ana yüreği tüm sevda atkılarını getirmiştir” diyordu, Ahmet elerini yumruk yaparak ağzının buharında ısıtmaya çalışıyordu. Bir süre sonra askerler artık ağızlarının buharında elerini ısıtamıyorlardı, ağızlarında bir ayaz daha beter soğuk üflüyordu ellerine. Halil gözlerinden akan bir damla sıcak gözyaşını başparmağıyla alıp komutanın ellerine koyarak,
-Komutanım bu gözyaşım sana ve vatana son sıcaklığım ve son mirasımdır. Ağladığım düşmanla değil, doğayla savaşımdır. Tüm güçlü görünüşü altındaki komutan, heybetinin altındaki o çaresiz komutanı çıkararak, ağlamaya başlamıştı.
-Halil Asker ne yaptın, ne yaptın diyerek ellerini yumruk yapıp yüreğine yüreğine vuruyordu. Halil ben bu yükü nasıl taşırım nasıl. Bu gözyaşını senin huzurunda, Sarıkamış dağlarına ve kardelenlere emanet ediyorum. Sarıkamış nerdedir bilmeyenlere bırakıyorum ki bir gün gelsinler de görsünler vatan kokusu, vatan türküsü ne demekmiş…

-Komutanım biliyor musun biraz sonra sen ve diğerleri, yani hepimiz tek tek turnalar gibi düşeceğiz bu karların üstüne. Gün gelecek kalemler yazacak bizi ve okuyanların yürekleri üşüyecek. Bu Allahekber dağlarına Gelmek isteyenler bile üşüyeceklerinden gelmeyeceklerdir. Komutan Halil Askere dönerek,
-Halil gelmek isteyenler yazında gelip bizlere şahit bu dağların fısıltılarını duyabileceklerdir. Halil,
-Kızım, oğlumda gelecek mi?
Gelecek Halil asker gelecek. Halil,
-Komutanım bu yola çıktığımızda, yüreğimizde donmayan ve gözlerimizde akan son damla yaşa kadar Alahekber’e Sarıkamış’a devam demiştik. Komutanım az önce ağlayarak son damla gözyaşımı vatan aşklarının yeşereceği kardelenlere miras bıraktım ya, galiba yüreğimde hala bir iki damla yaş donmadan kalabilmiş. Galiba bir kaç adım daha atabilirim.
-Hadi aslanım o halde birkaç adım daha, birkaç adım daha Sarıkamış’a doğru ha gayret. Halil asker savaşta olduğun yerde ölmek değil, ölüme gidebildiğin kadar gitmek daha bir kahramanlıktır. Komutan, Halil askere, haydi Sarıkamış’a haydi Sarıkamış’a az kaldı diye güç veriyordu. Halil Asker zoraki ayazın kilitlediği çenesini kıpırdatarak,
-Komutanım yol boyunca Sarıkamış ismini duydukça heybetli asker duruşumuzun altından, üstümüzde yarı buzlu kardan kıyafetlerimize akan damlalar oldu. Komutanım bir daha Sarıkamış dermisin? Komutan Sarıkamış diyordu.
-Komutanım bir daha, bir daha Sarıkamış diyin. Eyvah Komutanım ağlayamıyoruz artık Sarıkamış ismine. Demek ki yüreğimizde akacak son damlaya kadar akmışız gözlerimizden ve son damlaya kadar vatan diyip potinsiz ayaklarımızla kırbaçlamışız yolları. Son bir adım daha atabilsem komutanım, son bir adım daha vatan için, son bir adım daha. Komutanım galiba beyaz ölüm gözüktü.
-Evet, Halil, Ahmetler, Mehmetler, o halde geldi ölüm. Hadi başınızı Allahekber dağlarına kaldırıp, gözlerinizi Sarıkamış’a açarak, her şey vatan için diyip, kelimeyi şahadetinizi getirin aslanlarım.

-Komutanım vasiyetimiz var karlı dağlara.
-Söyleyin askerler. Bütün askerler can havliyle çırpınırken, Mehmet asker tüm mehmetçikler adına vasiyetimizi bildirsin dediler. Çünkü onun adı Mehmet. Mehmet tüm mehmetçiklerin sözcüsü dediler. Mehmet asker tüm Askerlerin sesi yüreği olarak zoraki dağlarına fısıldıyordu.

Ey Sarıkamış dağları, ağzımızda her an Sarıkamış’ı sayıklayarak, son nefesimize kadar uçsuz bucaksız beyaz bir ölüme yürüdük. Yüreğimizde son damla gözyaşımızı mermi yapıp tipi, boran, ayaz karlarla savaştık. Şahidimizsin değil mi dağlar. Bu gün tarihin donduğu ve bir tarihinde başlayacağı an olacak. Bu destanı anlatacak tek şahidimiz sen ve baharın bizlerle birlikte karların üstüne çıkacak kardelenlerdir. Siz karlı dağlar bizleri vatan evlatlarına anlatın ki unutulmayalım. Biz ki aç çıplak perişan askerler, unutulmayalım ki potinsiz ayaklarımız, buzdan kıyafetleri giymiş bedenlerimizle, vatanın bizleri unutmayan yüreklerinde hep sıcak kalarak ruhlarımızda şad olalım. Dağlar cevap veriyordu Mehmet’e;
-Ben şahidim asker ben ki Sarıkamış dağları ayaz olup ta, ayaz kundaklarla kefen oldum sizlere; Eğer unutacak olursa vatan değer bilmezler sizleri, ayaz olup yüreklerine düşerim. Ayaz fırtına eğilerek fısıldadı karın tipinin giderek üstlerini örten askerlerin kulağına

-Siz neden gözlerinizi açarak teslim oldunuz. Mehmet asker tüm askerlerin yüreği olarak yarı buçuk konuşarak cevap veriyordu.
-Biz tarihin en çok acılarını çeken askerler, günlerdir görmek isteyip te Göremediğimiz Sarıkamış’ı Göremediğimiz için Sarıkamış hasretine gözlerimizi açtık. Mehmet yağan karlara fısıldıyordu.
-Kapama gözlerimizi yağan karlar. Ne kadar yağarsan yağ ama gözlerimizi kapama. Gözlerimizi yarınların bizleri unutmayacak olan tarihleri, bu günün Sarıkamış’ını, yarının Çanakkale’sini, Sakarya’sını Yemen’ini hatırlayıp bizlere uğrayanlar, Vatana ve Sarıkamış’a açık bıraktığımız gözlerimizi vefalarıyla kapatacaklardır… Ayaz dağlar Mehmet askerin kulağına vatan marşı sesiyle fısıldıyordu.
-Mehmet Asker şunu bilin ki, Sarıkamış artık hiç bu kadar soğuk ve ayaz olmayacaktır. Sarıkamış sizlere baba ocağı, bağrı sıcak ana olacaktır. Sarıkamış sizlere örtüsü kar, yüreği bahar sıcak kundak olacaktır. Ses vermiyordu Mehmet asker. Sarıkamış dağları daha bir deli esiyor, Mehmet asker ve tüm askerlerin başını okşarcasına,

-Yaslayın başınızı ayaz kokan karlı bağrıma. Benim söylediğim ninni verdiğim uyku çok tatlıdır. Uyku veren bebek kokar kundaklarım. Öyle bir ninni söyleyerek uyutacağım ki sizleri, asırlar bu ninniyi anlatacak, kardelenler bu ninninin duygusunda her ilk bakar dans ederek Allahekber dağlarındaki sizlere sunacaklar beyaz yapaklarını. Siz Vatan uğruna bu dağlarda konaklayacak olan askerlerin ağıtına bu dağlara

"ZEMHERİNİN KARDELENİ SARIKAMIŞ" diyecekler. Mehmet hafiften ayaz bedenini gıcırdatarak hafiften bir kımıldadı.
-Avutmuyorsun bizleri değimli, kemik kıran ayazın sahibi dağlar. Sahi bu vatan unutmayacak mı bizleri.
-Unutmayacaklar asker dedim ya ayazlara kış olsam da ben, ben artık Sarıkamış’ın yüreğine yaz olacağım. Yine söylüyorum eğer unutacaklarsa sizleri diyarlar ben onların dağlarına yaz gönüllerine kış olacağım. Ve unutmayın ben siz misafirlerimi hep sıcak bağrımda hep sıcak türkülerle beleyeceğim. Asker, sen eledim eledim höllük eledim türküsünü bilir misin?
-Bilmem karlı dağlar bilmem.
-Asker bak ayazım fısıldıyor kulağıma böyle bir türkü doğacak diyor ve bu türkü bu dağlara çok yakışacak. Mehmet’in gözünden bir yaş daha süzülmüştü kırağı düşmüş yüzüne. Sordu dağlar
-Asker niye ağlıyorsun?
-Ağlamıyorum dağlar dudaklarım titriyor. Anamı hatırladım. Gece üstümü örten anamın elerini gördüm şu karların üstünde, hem anamın sıcak çorbası kokuyor duyuyor musun dağlar. Anam üşüdüğümü bildi sıcak aş yapıyor Allahekber tepesinde o tepeye varınca anam kendi eleriyle yedirecek sıcak çorbamı, örtecek üstümü vatan yorganıyla. Dağlar sahi diğer arkadaşların sesi soluğu neden yok.
-Asker onlar tek tek karların üstüne düştü ben kar tipi fırtınamla kapattım üstlerini. Bak hepsinin anası Allahekber dağlarında bekliyor onları. Hem bak onların ruhu Allahekber dağlarına vardı. Onlar şimdi içiyorlar sıcak çorbalarını. Bak anan seni soruyor onlara bak, bak el salıyor sana.
-Sahi Karlı dağlar anam nasıl ulaştı bu dağlara.
-Asker analar her yolun bitiminde evlatlarını bekler. Vatansa her yolun başında askerini bekler ve sonunda askerini anar ve hatırlar… Ey asker ben ki asırlardır yüreği taş kesilmiş, ayazın karın fırtınanın tipi boranın anası ve babası olan hep ayazları uğuldayan dağlarım. Ben ki ağlamak nedir bilmezdim ne ettiniz asker ne etinizde bu koca dev Sarıkamış dağların yüreğine bir ateş bir köz koydunuz. Şad olun zemherinin kardeleni Sarıkamış’ın şehitleri şad olun.

Not (2006)Ey Bizleri unutmayın diyen 90 bin asker, Sarıkamışlılar sizleri hiçbir zaman unutmadı, dünden bugüne hep andı hepte anacak. Türkiyemden’mi haber vereyim. Bunun cevabını Türkiyem versin. Sizlerin kahramanlıklarınızı haykırmaktan seslerimiz düştü, seslerimizi duyuramadık duyuramadık. Okullarda çocuklarına, gençliğine anlatılmanız için milli eğitimlerden karar çıkmadı Türkiyemin. Türk gençliği ve çocuklar sizin gibi bir tarihi tanımadı tanımıyor. Sizleri evrene anlatacak kardelenler mahcup ve yorgun. Sizleri diyarlara anlatacak kışlar sesiz ve sedasız ama vatanın kalbi Sarıkamış hep bekçiniz hep kaleminiz olacak. Sarıkamış öfke rüzgârlarıyla hep bu marşı söyleyecek tüm evrene unutmadık unutamadık. Şad olun Sarıkamış şehitleri şad olun.

Analarımız gaz lambası ışığında anlatırdı sizleri çocukluğumuza

Not(2008) Ey bizleri unutmayın diyen 90 bin asker Sarıkamış sizleri hiçbir zaman unutmadı, dünden bu güne hep andı hepte anacak. Biz artık sesimizi duyurabildik tüm Türkiye’mize. Artık hep beraber anacağız sizleri.
Şad olun Sarıkamış şehitleri şad olun

ŞEHİTLER TOPRAĞA DÜŞÜNCE DEĞİL, UNUTULUNCA ÖLÜR ANCAK ANILINCA TOPRAKTAN GÖKLERE AL AL DALGA DALGA YEŞERİRLER.

ŞEHİTLERİN ÖLMEDİKİ TÜRKİYEM

Yazar Ve Şair

DİLEK EJDER

(Not: Eski soyadı Dilek FIRAT'TI)

 
Toplam blog
: 52
: 596
Kayıt tarihi
: 22.04.08
 
 

Araştırmacı yazar, şair, aforizmacı, ressam, besteci... Kardelenler diyarı Sarıkamış’ta doğdu..