Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '12

 
Kategori
Tarih
 

Tarih yazmak

Tarih yazmak
 

Tarih, gelecektir.


Çağdaş bilim içinde tarihin özel bir yeri vardır. “Toplum bilimlerinin tacı” sayılan tarihten insanların pek bir şey öğrenmediği yakınması yaygındır. Hegel’in ünlü deyişi ile “tarihten öğrendiğimiz tek şey, insanların ondan bir şey öğrenmediğidir.”

Oysa, tarih bir bilim olabilmek için, “ genel olarak insanın, “başka bir deyişle en büyük çoğunluğun yaşamını düzenlilikleriyle anlayıp açıklamak durumundadır. Çünkü “tarihi yapan” ana  etken bireysel ve biricik (başka deyişle benzersiz) olgular değil, tersine yinelenen, düzenlilikler gösteren olaylardır.

İnsanların tarihten pek bir şey öğrenmedikleri yakınması, bir de “nesnellikten sapma”, “yan tutma” anlamında olmak üzere “tarih”e çok ağır eleştiriler biçimini almıştır. Örneğin Paul Valery tarihin “insan beyninin kimyasınca oluşturulan en tehlikeli madde” olduğunu söyler ve gerekçe olarak şunları gösterir:” Tarih, düş gördürür, ulusları sarhoş eder, onları yanlış anılarla yükler, tepilerini (refleks) abartır, eski acılarını deşer, rahat duruyorken azdırır ve onlarda büyüklük hastalığı, haksızlığa uğramışlık duygusu uyandırır. Tarih, ulusları kırgın, dar görüşlü, çekilmez kılar, boş böbürlenmelerle doldurur.”  Bunlara, bir toplumun içinde uzlaşmaları ve uyumu engelleyici olmaya, ikincil önemdeki ayrılıkları sürekli olarak ön planda tutmaya, kinler yaratıp eski acıları deşmeye ve böylece ulusların birliğini ve yurt bütünlüklerini bozmaya yönelik sözde “tarih”çiliğide eklememiz gerekir.

            Kim tarafından ve ne adına yapılıyor olursa olsun, olguları çarpıta her türlü “sözde tarih”in, günümüzdeki kötülüklerin en geneli ve en korkuncu olan önyargılılığı ve özellikle dar görüşlülüğü özendirdiğini” bu yüzden “ilk yapılması gereken işin” bu yolda öğretilmiş olanları unutmak” olduğunu bilmeliyiz.

            Tarih yazılımında geçerlilik, ancak bilimsel yöntemin geçerlilik ölçütlerine uyularak sağlanabilir. Bu ölçütler ise nesnellik, olgunun somutluğu, ölçülü kuşkuculuk, kavramları açıklıkla tanımlamak, birim ve bütünlük düzeylerindeki çözümlemeleri bütünleştirmek, zaman boyutundaki karşılaştırmalarla eş zamanlı karşılaştırmaları bütünleştirmek olarak sıralanabilir.

            Öte yandan tarihi araştırma yöntemlerinin temel ölçütlerini yeniden gözden geçirerek, tarihsel süreçlerde ekonomik ve toplumsal ilişkilerin de saptanması gerekliliği kaçınılmaz olmaktadır.

            Tarih, geçmişin olaylarının tarihçinin benimsediği bir nesnellik ilke ve ölçüsüne göre seçilip düzenlenmesini gerektirir, bu iş zorunlu olarak yorum öğelerini de içerir. Bu olmazsa geçmiş, önemsiz ve birbirinden kopuk sayısız ayrıntılara dönüşür ve tarih yazmaya olanak kalmaz.

            Günlük yaşamda olsun tarihsel süreçte olsun, hiçbir önemli olay bir tek nedenin sonucu olamaz. Değişik düzeylerde birçok nedenin bulunması olasıdır ve araştırmacı, kendisine önemli görülen nedenleri rastlantısal ve önemsiz nedenlerle ayırt etmelidir.

            Burada kişisel ön görü, incelenen durumun bir parçası olmaktadır. Ama yinede tarih biliminin amacını ve işini oluşturan geçmişin anlaşılması, bugünün ve geleceğin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Tarihsel süreç süreklidir; bugünün geleceğe nasıl yansıyabileceğini bilmezsek, geçmişin bugüne dönüştüğünü hiç anlayamayız.

            Genel olarak, tarihsel araştırmanın ana konusu olarak savaş çarpışmalarının, diplomatik oyunların, anayasa tartışmaları ve siyasal dolapların, yani geçmiş anlamında “siyasal tarih”in yerine ekonomik etkenlere, toplumsal koşullara, nüfus istatistiklerine ve toplumsal sınıfların yükselip düşüşüne yönelmiştir.

            Toplumsal çözümleme yerine renkli güncel olaylara ya da duygulara, kimi kez yalınkat ruhbilime ağırlık veren günümüzün popüler-tarih ve yaşam-öykücülüğü modası, kimi akademik tarih bilimcilerini etkileyen bir takım tepkilerin doğmasına yol açmıştır. Yine de tarih yazımının geleceği üzerine bir öngörüde bulunmak demek, kendi toplumumuzun geleceğini öngörmeye çalışmak demektir, bu ise sakınılması gereken bir durumdur. Nedeni ise, yaşadığı zaman üzerine tam bir görüş belirsizliği içinde olan, gelecekten umudunu yitirmiş bulunan bir topluma tarih, ilintisiz olayların anlamsız bir biçimde bir araya getirilmesi gibi görünecektir.

            Tarih bilimi günümüzde, eskiden gördüğü saygıyı artık görmüyor. Günümüzde insanların çoğu tarih denildiğinde, toplum için hiçbir yararı bulunmayan, sık sık zararlı ve korkunç bile olan ölü-kitaplar bilimi söz konusu olduğunu sanıyor. Bu tutum nedensiz değildir, ancak bu durumdan tarih bilimini deği tersine, akademik çevrelerde halen egemen olan belli bir tarih anlayışını sorumlu tutmak gerekir, öyle bir anlayış ki, çoğumuz bugün buna göre yapılan ve yarın da yapılacak bir şeyin tarih olmadığını biliyoruz.

            1763 yılında Dr. Samuel Johnson açıkça aşağılayıcı bir biçimde şunlar söylüyordu: “Tarihçi olmak için herhangi bir büyük yeteneğe gerek yoktur, çünkü tarih kitabında, dehanın elde edebileceği tüm büyük özellikler hareketsizdir. Olgular apaçık ortadadır, bu nedenle zekayı kullanmaya gerek kalmaz. Tasarım gücüne büyük ölçüde yer yoktur, yalnızca düşük düzeyde bir şiir yazmak için gereken kadarı yeterlidir. Gereken özenle kullanması koşulu ile biraz kavrayış, dikkat ve anlayış, bu iş için herkese yeter.”

            Tarih yazmak, tozlanmış verileri toplama hantal bilgiçliğimidir?

            İnsanların içinde yaşadığı toplumun sorunlarını kendine kaygı edinecek yerde, arı kitap bilgilerinin eşgüdümü çerçevesinde çözümleyeceği olguları tanımak ve “bilimin sorunları”nı çözmek üzere yığınla belge toplamaktadır.

            Manuel Morenonun dediği gibi, “Gerçeklerden hepten uzak, yalnızca geçmiş üzerinde çalışan, ölü belgeler toplayan, arşiv ve kitaplıkların duvarlarıyla maddi nesnelerin üretiminden kopmuş bulunan günümüz tarihçisi, kentsoylu sınıfın büyük zaferi, en bağlı, en ucuz ve en verimli memurudur, toz, nem ve güve ortamının sabırlı işçisidir. Ve bütün bunları en büyük saygıyla söylemeliyiz. Ama dışarıda, arşiv ya da kitaplığın duvarlarının ötesinde, bu belgelerin sonucu olan ve kendisinin de içinde araştırma yaptığı yaşam, akışını sürdürüyor.

            “Her kuşak tarihi yeniden gözden geçirmelidir” Tarih hiçbir işimize yaramadığı için sıkıcıdır. Akademisyenlik mikrobuna bulaşıp erken yaşta değişime uğrayan ve şu Olimpus’un tozlu kâğıtlarının bekçiliği yapmayı düşleyen birkaç tanesi bir yana bırakılırsa, bütün dünyada öğrenciler tarihten tiksiniyor, kaçıyorlar.

            Arjantinli Jose Ingeneieros, bundan yarım yüzyılı aşkın bir süre önce şunu istiyordu: “Her kuşak tarihi yeniden gözden geçirmelidir. Eski insanlar onu bozarak bırakıyorlar, düzenin tarihsel değerlerini kendi kurulu çıkarlarına uyduruyorlar. Ona yeni bir kan vermek ve putlara tapınma denilen sayrılık boyunduruğunu kırmak gençlerin işidir. Zaman zaman yeniden gözden geçirilmeyen tarih yavaş yavaş ölür ve toplumsal oluşumun dramatik iniş çıkışlarının yerine, geleneksel söylencelerin durgun görüntüsü geçer.”

            Aslında Tarih yazmak, geleceği yazmak demektir.

            “Tarih yazmadaki en uygun amaç, geçmişi anlaşılır kılarak insanların bugünkü durumlarını anlamalarına yardımcı olmaktır.”

            “Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana doğrulukla bağlı kalmaza, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik alır.” M.K. ATATÜRK

Nizamettin BİBER

Uzman İnşaat Mühendisi 

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..