Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '08

 
Kategori
Siyaset
 

Tarihe tanık olmak

Tarihe tanık olmak
 

Kölelikten başkanlığa


TARİHE TANIK OLMAK

Büyükanne 9 Eylül 1922 sabahını anlatırken ağzının içine düşerdik. Vatanseverlik filan bilip anladığımızdan değil, O’nun anlatışındaki büyüye karşı koyamayışımızdan.

Küçüktük o günün insanlık onurunun yerden kaldırıldığı gün olduğunu anlamak için. Büyükanne Kuvayı Milliyenin Belkahve’de soluklandıktan sonra, Bornova kavşağından, at sırtında, başlarında şayak kalpakları, yorgunluktan, açlıktan saç sakal İzmir’e nasıl girdiğini O’nun deyimiyle “tasvir” ederken durup durup atların gözlerindeki ‘çipilden’ söz ederdi. Atların yorgunluktan çapaklanmış gözleri kalmıştı en çok çocuk aklında. Demir döküm linyit sobasının başında kestane kokulu uzun kış gecelerinde büyükanneye yalvarışlarımız kulaklarımdadır: “N’olur ninecim, bitanesin sen, ninelerin en güzeli atların çipillerini anlat”. Nazlanır biraz sonra başlardı anlatmaya “ O sabah Binnaz ablam (üvey annesine abla derdi) yeni iskarpinlerimi geydirdi. Rahmetli annemden yadigar lacivert ipek çarşafımı geyindim. Boyum uzun olduğundan erken çarşafa soktulardı beni. ‘Bugün Mustafa Kemal Paşa gelecek.’ dedi Binnaz ablam ‘Peçeni aç iyice gör yüzünü paşanın’. Sonnacıma efendim geldiler. Baktım ki zavallı atların gözlerinde çipiller....”

Büyükanne hayvanları çok severdi.

Mısırlızadelerden Mürşide hanım, küçük bir kız çocuğu olarak o gün tarihe tanık olduğunu pekçok yıl sonra anladı. O günden belleğinde en çok iz bırakan, yorgun beygirlerin çipil gözleri olsa da.

Geçen hafta Colorado Eyaletinin, Denver kentinde iki küçük kız daha vardı tarihe tanık olan. Malia ve Natasha. Belki onların da bu günden en çok akıllarında balonlar, konfetiler, Sheryl Crow’un, Stevie Wonder’in müziği kalacak ve, bir ulusun arını, namusunu kurtardığı o güz akşamından hatırlaya hatırlaya gözleri çapaklanmış zavallı atları hatırlayan büyükanne gibi, onlar da o gün babalarının tarihi değiştirdiğini çok sonra anlayacaklar. Babaları Barak Obama podyuma geldiği anda, pekçok Amerikalı duygusal bir deprem yaşadı. Fidan boylu, yakışıklı siyah adam, inci dişlerini tekmil gösteren, kara derili yüzünü esmer bir güneş gibi aydınlatan kocaman tebessüm ile selamladı stadyumu tıklım tıklım dolduran Avrupa, Afrika, Uzak Asya, Orta Doğu, Latin Amerika kökenli bir insan potburisini. Gözyaşları süzüldü yanaklardan çenelere doğru.

Cümleten tarihe tanık oluyorduk.

6 Aralık 1865 tarihine kadar, pazarlarda beygir gibi alınıp satılan, kırbaç altında boğaz tokluğuna tarlalarda çalıştırılan köle, salıverildikten sonra bile daha 1965 lere kadar beyazlarla ayakyoluna siğmesi yasalarla yasaklanmış olan, beyaz kadına yan baktı diye linç edilen siyah Amerikalı, Amerika Birleşik Devletleri adı verilen bu ilginç insanlık labaratuvarında, , 4 Temmuz 1776 gününe kadar sömürge olan kırkbir buçuk milletten oluşan 2 yüzyıllık bir ulusun devlet başkanı adayı olarak dimdik duruyordu karşımızda. Hem de bunu Amerikan jargonunda “white guilt” diye geçen beyaz Amerikalının vicdan azabını sömürerek, ‘ vah biz zavallı siyahlar, bize neler çektirdiniz’ mağdur edebiyatı yapmadan “boşver şimdi beyazı, siyahı, turuncuyu, ebruliyi. İnsan onurunu yerde komamak aslolan” başkaldırışıyla becerdi bunu.

Amerikan Devriminin ideolojik babası olan Thomas Paine, 1778 da anonim olarak yayınladığı “Common Sense” (Sağduyu) başlıklı broşüründe şöyle der: “.....a long habit of not thinking a thing wrong, gives it a superficial appearance of being right, and raises at first a formidable outcry in defence of custom. But tumult soon subsides. Time makes more converts than reason” Mealen şu demek : “ ...... bir yanlışı doğru kabul etme alışkanlığı uzun vadede o yanlışa yüzeysel, zahiri bir doğruluk kazandırır ve başlangıçta statikoyu korumak adına yaygaraya yol açar. Ne var ki, bir nokta gelir şamata sona erer ve ortalık durulur. İnanç değiştirme babında zaman, akıldan etkilidir.”

Erdemden başka dine ihtiyaç var mıdır yeryüzünde bilmem. İçlerinde evrensel doğrulara ters düşen ilkeler taşıyan dinler, inanç sistemleri, ideolojiler yanlışları doğru sayma alışkanlıklarını sürdüre dursunlar, şamata sona erer birgün, toz duman aralanır. Aslolan netleşir. O gün tarihe tanık oluruz.

İki yüz küsur yıl öncesine kadar pekala da etik kabul edilen kölelik, elli yıl öncesine kadar yasal olan segregasyon (beyazlarla siyahların aynı mekanlarda yaşamasının, birbirleriyle evlenmesinin yasak oluşu vs.) bugünün Amerikası’nda insanlara “yok artık daha neler....” dedirtiyor.

Benim sadakatsiz yarim Türkiye’de de birgün uzun zamandır doğru sayma alışkanlığımız yüzünden yüzeysel ve zahiri bir doğruluk kazanan yanlışlar birgün bizlere “yok artık daha neler... Devenin nalı...” dedirtecek mi acaba? Örneğin, insanların ne kadar “Türk” olduklarını ölçmek için kan tahlillerine bakmak, en büyük din benimki, en hakiki tanrı da benimkidir, inanmayanın anasını belleriz dedirten uhrevi kabadayılık. Aynı dine, aynı tanrıya inananlara bile, Alevilere bugün yapıldığı gibi “tam bizim racona uymuyor, neymiş o öyle cem evleri mem evleri. caminin suyu mu çıktı” diye baskı zulüm etmek, okullarda din dersi diye İslamın vahabi-sünni yorumunu çocuklarımızın boğazına basa basa belletmek, ne idüğü belirsiz hacılar, hocalar, şeyler, şıhlar, tarikat ağalarının parmak kadar çocuklarımızı anacıklarının babacıklarının bağrından söküp, koşa zıplaya oynayacakları yaz tatillerinde izbe binalara doldurup Kuran kurslarında tutsak etmelerine, binalar çökünce de narin bedenlerini moloz yığınları altından parça parça sökmek gibi yüzeysel ve zahiri doğrulardan söz ediyorum.

Geçen ay, Türkiye’den gelen bir gurup din adamıyla seyahat ettim. Hepsini çok sevdim. İnsancıl, maneviyatlarında samimi, son derece terbiyeli, demokrat, nezaketli insanlardı. İnsana “ Dünya ahret kardeşim olasın” dedirten türden insanlar. Anadolu’nun kocaman yürekli sıcak insanları. Açıkçası Türkiye politikasına bugünlerde egemen olan Sünni İslamcı taassuba takındığım önyargılı tavrımdan ötürü beni utandırdılar. Gariptir bu insanlarla, sosyal demokrat geçinen kimi sol faşistlerle olduğundan çok daha rahat tartıştım. Düşüncelerimle düşünceleri arasında köprüler kurmaya, ortak paydalar bulmaya çalıştılar. Hiç katılamayacakları şeyler söylediğimde de, efendi efendi sustular.

Sabahları gözümün kopçasını açar açmaz ilk önce internette yurt haberlerini okurum. O sabah, Konya’nın Taşkent ilçesine bağlı Balcılar beldesinde Süleymancılar’a ait bir Kuran kursunda meydana gelen patlamada 17 kız öğrenci öldü, 27’si de yaralandı haberini okuyunca yel yepelek yelken kürek koştum otelin lobisine. Sanki bu insanların bu işte bir vebali varmışcasına verdim veriştirdim. Saygıyla dinlediler. Hemen hepsi bunun son derece talihsiz, kötü ve cehaletten kaynaklanan bir facia olduğunu belirtti. Ama bu bana yetmedi. Çünkü hiçbiri benim gibi “şu adamları bir elime geçirsem yok mu ya” öfkesini yaşamıyordu. Yani işte oluyor böyle şeyler. Allah daha kötüsünden esirgesin vesaire. Hele biri vardı ki, dudağını büküp “ Allah allah, Hayret valla... Süleymancılar çok sağlam binalar yapar aslında. Nasıl olmuş...” demez mi... Yani Süleymancıların sağlam bina yapıp yapmamaları mı tartışmanın konusu. Kimdir bu Süleymancılar ve ne hak ve hukukla bebelerimizi dandik binalarda yatılı Kuran kurslarında tutuyorlar. Çocuğunun Kuran öğrenmesini isteyen anne-babalar evlerinde bu işi yapamazlar mı? Ben Malatya’da altı yaşındayken cüzüm omuzuma asılı Kuran kurslarına gittiğimi hatırlıyorum. Pek hevesle ayetleri su gibi ezberlediğim için hoca efendiden aferin aldığımı o zaman üsteğmen olan babama, hemşire anama ballandıra ballandıra anlattığımı. Yatılı kalmama izin vermezdi eminim ailem. Gözünden ayırmazdı beni.

İslam kültürel kimliğimizin önemli bir parçasıdır. Bunu imkar edemeyiz, bundan vazgeçemeyiz. Geçmemiz de gerekmez. Ne var ki, politize Vahabi- Sünni dayatmacı İslam taassubunun, yapayanlışları doğru kabul etme alışkanlığının, bu yanlışlara yüzeysel ve zahiri doğruluk kazandırma çabalarına da dur deme zamanıdır. Süleymancı müleymancı dinlemem. Bebelerimizi rahat bırakın. O Kuran kurslarında başları bohça gibi bağlanmış kız çocuklarının arasında kimbilir kaç tanesi anne-baba çevre baskısıyla babaları yaşlarında kara sakallılarla everileceklerdir. Şimdi soruyorum resmi dairelerde kamu okullarındaki türban yasağı mı tek özgürlüksüzlüğü Türkiye’de kadının? Türban yasağından başka özgürlük sorunu yok mu bu kız çocuklarının? Neden onlardan kimse söz etmiyor?

Bir süre önce CNN de Feryal Özel adında bir Astronomi ve Fizik bilimcisi ile ilgili bir program seyrettim. Henüz otuzlarındaki bu genç kızımız bu alanda Dünya’nın en önemli bir kaç bilimcisinden biri olarak Arizona Üniversitesinde doçentlik yapıyor. Hemen kendisine bir email gönderdim. Cevap geldi. İstanbul’da büyümüş. İstanbul özlemi üzerine yazıştık. Harvard Üniversitesinde fizik eğitimi yapmış. İnanılmaz bir kadın.

Hiç merak edeniniz var mı acaba, Konya’nın Taşkent ilçesine bağlı Balcılar beldesinde Süleymancılar’a ait bir Kuran kursunda meydana gelen patlamada narin bedenleri param parça olan 17 kızımızdan hiç değilse birinin, Konya’nın Taşkent ilçesine bağlı Balcılar beldesinde, bir ırgat ailesinin çocuğu değil de, İstanbul Bebek semtinde bir öğretmen anne ile doktor babanın kızı olarak doğsaydı, kokar ayaklı Süleymancı efendilerin kurslarında ölüp gitmek yerine Feryal Özel gibi müstesna bir bilim insanı olabileceği ihtimali nedir diye.

İşin beni asıl zivanadan çıkartan yanı şu. Güçlerini bu yeraltı tarikatçı tabandan alan politik İslamcı yönetici sınıfın çocukları, o gariban ırgat ailelerin çocuklarıyla aynı Kuran kurslarında, öne arkaya sallanıp sallabaş olmuyorlar. Tersine, çoğunun çocuğu Amerika’da eğitim görüyor. Başbakanımızın kızları gibi. Bu iki yüzlülüğün hesabı sorulmazsa bu yanlış bir yüzyıl daha doğru diye yutturulur bize.

Tarih yerinde saymaz fakat.

Barak Obama ABD başkanı olduğu gün Kunta Kinte boşanacak zincirlerinden.

 
Toplam blog
: 7
: 992
Kayıt tarihi
: 02.07.08
 
 

ABD'de yaşıyorum. Mesleğim öğretmenlik. Çeşitli yayın organlarında, internet dergilerinde yayınlanmı..