Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '09

 
Kategori
Güncel
 

Tarihi olayların değerlendirilmesi

Sayın başbakan Tayip Erdoğan’ın etnik konu ile ilgili yapmış olduğu değerlendirme, siyasal tartışmaların odağı oldu. Olumlu olumsuz bir yığın yazılar okuyoruz, yorumlar dinliyoruz. Benim görüşüm, Nasrettin Hocanın yargısı yönünde. İki tarafta haklı. Olaylar bugünün değerleri üzerinden analız edildiğinde, tartışılacak çok yön bulunmaktadır.

Tartışmaya başka bir boyut kazandırabilmek için, 8.05.2009 tarihli Hürriyet Gazetesinin 17.sayfasındaki haberi birlikte okuyalım ”KÖPEK ÇOCUK BULUNDU- Rusya’nın Sibirya bölgesinde polis, kedi ve köpeklerin arasında tutulan beş yaşında bir kız çocuğu buldu. Rus polisi tarafından yapılan açıklamada, tüm hayatını Sibirya’nın Çita bölgesindeki bir kedi ve köpek şirketindeki odada geçiren çocuğun Rusça bilmediği ve polisin kendisini gözetim altına aldığı zaman köpek gibi tepkiler verdiği kaydedildi. Açıklamada çocuğun tavırları hayvana benziyor, insanın üstüne atlıyor.”

Yıllar önce Manisa Tarzan’ı olarak adlandırılan kişinin de ormanda yakalandığın da, bir iki sözcükten başka sözcük bilmediği o günün gazetelerinde haber olmuştu.

Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, insan kavramına anlam yükleyen husus, insanın sosyal varlık olma niteliğidir. Doğuştan getirilen kalıtsal özelliğinin dışında, zihinsel gelişmesi ve karakterinin oluşumu, toplum içinde gösterdiği sosyal evrimleşme ile orantılıdır. Yani insanın biyolojik bedeni bir sistemdir. Sosyal gelişme, çevre ile olan etkileşime göre evrimleşme gösterebilir.

Anımsadığım kadarıyla 1990 li yıllarda UNESCO tarafından yapılan bir araştırmada, miladi yıldan 1980 yılına kadar meydana gelen bilgi birikimi, 1980 -1990 yılları arasında gelişen bilgi birikiminin yarısı kadar olduğu açıklanmıştı. On yılda insanoğlu çok büyük başarılara imza atarak, yeni bilgi ve teknolojinin kazanımlarını sağlamışlardır.2009 yılına gelindiğinde, araştırmaya gerek yoktur. Yeni bilgi ve teknoloji kazanımları, 1990’lı yıllara göre üç dört kat arttığı ortadadır. Ortaya çıkan bu sosyal gelişmenin, insanları etkileme olayını tartışacak olursak, kuşaklar arasında büyük bilgi farklılıkların olduğunu söyleyebiliriz.

Tarihi olayları bu sosyal süreç ışığında değerlendirilecek olunursa, her olayı o günkü sosyal koşullar ve bilgi düzeyine göre ele alınmasının zorunluluğu bulunmaktadır. İnsanoğlu, Ay’a 1968 de ayak basmıştır. 1960 yılındaki bir sosyal olayı ve ya her hangi bir bilgiyi, neden uzay bilimi ışığında değerlendirilmediğini irdeleme hakkımız yoktur. Olmayan bilgi nasıl tartışılsın. 1960 yıllarında lisede öğrendiğimiz atomun tanımı, bölünmez en küçük parça idi. Şimdi atom kaç parçaya ayrılmıştır. Bilgiler ona göre değerlendirilmektedir.

Savım, olmayan bilgilerle olayları değerlendirmenin mümkün olamayacağıdır. Düşülen en büyük yanılgı buradadır. Toplumların ulaşamadığı sosyal bilinci, bugünün değerleriyle karşılaştırmaya kalkmak, hangi bilimsel yöntemle açıklanabilir.

Tarih, insanoğlunun çeşitli savaşlar yaparak bugüne geldiğini ortaya koyar. Kavimlerin yaşaması, kurulan devletlerin varlıklarını sürdürmeleri hep savaşlardaki başarılarına bağlı olmuştur. Yenilen tarihten silinmiştir. Veya diğer topluluğun egemenliği altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Yıllarca süren din savaşları da, kendi dinlerinin etkinlik alanını genişletmek veya daralmasını engellemek için yapılmamış mıdır? Hiç bir din savunma savaşı yapmamıştır. Temelinde büyüme ve yayılma vardır..

O günün sosyal koşulların da topluluklar, aidiyet duygusunu geliştirebilmek için, din ve etnik köken üzerinden birliktelik oluşturmaya çalışmışlardır. Ekonomik girdiler, savaşlardan elde edilen ganimetler üzerine oturtulunca, bağlılık duygusunu oluşturan devletler, topraklarını genişletebilmişlerdir.

Bilgi ve teknolojinin yetersizliği, iletişim araçlarının sınırlı olması, dünya denilen büyük coğrafyada gerçekleşen sosyal olaylardan, yaşayan nüfusun çoğunluğunun haberi bulunmamakta idi. Batıda sanayileşme süreci başlarken, dünyanın büyük coğrafyasında elektrik yoktu. Çeşitli coğrafyada halk, farklı etnik yapıda birlikte yaşarlarken, her coğrafi bölgede nüfus olarak güçlü olanın değerleri, toplumdaki yaşam biçimlerini belirliyordu.

Sosyalleşme sürecinin yetersizliği, sosyal varlık olan insanlardan beklenen davranışların gerçekleşmediği görülmektedir. Bu nedenledir ki her coğrafi bölgede kendiliğinden gelişen farklı çatışmalar meydana gelmektedir. Topluluklar, (Kavimler Boylar, Devletler) kendilerini koruyabilmeleri için yeni değerler yaratmışlardır. Bu nedenle devletleri oluşturan farklı toplulukların, acımasız savaşlarına ve katliamlarına şahit olunmuştur.

İnsanoğlunun bu gün sahip olduğu bilgi ve sosyalleşme süreci ile geçmişi irdelemek bizleri yanılgılara götürmektedir. Tarih o günkü değerler ışığında yaşanmıştır. Birlikte yaşayan insanlar birbirlerini boğazlamışlar ise, dünyayı algılama, insanlığı algılama bilgilerinin yetersizliğidir. Sosyal çevrenin öğretisi, öldürme kültürü üzerine kurulmuştur. Yukarıda haber olarak verilen köpek çocuk ta, köpekler gibi insanlara saldırmaktadır. Sosyal çevre ve ilişkiler ağı, aynı öğretiyi ortaya çıkarmaktadır.

Bu günün öğretisi ile din savaşlarının haklılığını anlatabilir miyiz? Egemenliklerini artırmak için, inandıkları ve ibadet ettikleri Tanrının yarattığı insanları kılıçtan geçirmenin, boğazlamanın insanlıkla bağdaşır yanı bulunmakta mıdır? Öyle bir tarihi süreç yaşanmıştır ki, 21.yüzyılda bile dinler arası kin ve nefret devam etmektedir.

İnsanoğlu doğaya hükmeden bir bilgi düzeyine ulaşmış olmasına karşın, hala doğma değerler üzerinden birbirlerini öldürmeye devam ettikleri ortadadır. Bu nedenle Sosyalleşmenin yeteri kadar olmayan coğrafyalarda, insanların bazı etnik ve dinsel değerlerin savaşını vererek geleceklerini ve geldiklerini yaşayarak görmekteyiz.

Anadolu topraklarında yaşanan olaylarda yukarıda açıklamaya çalıştığım sebep sonuç ilişkilerine dayanmaktadır. Anadolu toprakları, çeşitli kavimlere ve devletlere yurt olmuştur. Bu topraklarda dökülen kanlar güçlü olanın yaşamasını sağlamış, ortaya koskoca bir Osmanlı İmparatorluğunun çıkış süreci yaşanmıştır. Öyle bir aşamaya gelinmiştir ki Osmanlı imparatorluğunun askerleri Viyana kapılarında kılıç sallamıştır. Çağın bilgi ve teknolojik gelişmesine ayak uyduramayan Osmanlı Devleti, gerileme sürecine girerek kazandığı toprakları, vatandaşlarının kanlarıyla sulayarak kaybetme sürecine girmiştir. Bu süreçte Osmanlı İmparatorluğunun topraklarında bazı etnik ayaklanmalar olmuş, çete savaşları başlamış, aynı mahallede komşu olarak yaşayan halklar, birbirlerini öldürmüşlerdir, boğazlamışlardır.

Tarh sorgulayacak olursak, Çanakkale savaşlarında binlerce insan neden ölmüştür? Yunan askerleri neden Ankara’nın sınırlarına kadar gelmiştir? İngiliz ve Fransız askerlerinin Anadolu topraklarında ne işleri vardı? Gencecik insanların çoluk, çocuk, kadınların öldürülmesinin anlamını bugün yorumlayabiliyor muyuz? Bu kin ve nefretin dayandığı sosyal olgu nedir? Gözü dönmüş liderler, neden insanlığı kana bulamışlardır?

Tarih yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu tarihten silinmiş, aynı topraklarda Çağdaş Türk Devleti kurulmuştur. Kurtuluş savaşı vererek, dünya ülkelerine siyasi bir derste vermiştir, Lozan Barış Anlaşmasıyla.

Tarihte yaşanmış olan olaylardan ders çıkarılıp, uluslararası ilişkilerde çağın değerlerinin öngördüğü konular tartışılması gerekirken, cehaletin ortaya çıkardığı savaşları ve katliamları gündeme taşınmasının bir anlamı yoktur. Bazı ülkenin liderleri tarafından felaket olarak değerlendirilmesinin de, sosyal değeri bulunmamaktadır. Önemli olan, insanoğlunun çağdaş özgür bir şekilde yaşaması için sosyal ve ekonomik ortamların yaratılması olmalıdır. Yoksa köpek çocuğun yaşadığı ortam ve benzer değerlerin yaşandığı ortamda, insan denilen canlı varlık, hap saldırmaya devam edecektir. 21. yüz yılda bile. 1.06.2009

 
Toplam blog
: 97
: 463
Kayıt tarihi
: 07.02.09
 
 

1944 yılında Arapgir'de doğmuştur. İlk ve orta öğretimini Arapgir'de, lise öğrenimini Ankara Gazi Li..