Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '19

     
    Kategori
    Mimarlık
     

    Tarihi Yapı Koruma ve Medya

    Sait Özkal YÜREĞİR - MİMAR

    Modern dünyada doğal çevrenin, fiziksel çevrenin ve kültürel çevrenin bozulmasına ilişkin duyarlılıklar sanayi devriminden sonra gelişmeye başladı. Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ise, özellikle kentlerin yaşam koşullarının zorlaşması ve doğa ve tarih üzerindeki yoğun tahribat, koruma kavramını çağdaş ve güncel kavramların arasına soktu ve toplumun ilgisini her zaman çekmeyi başardı. Bu süreçler boyunca Koruma konusunda sorulan binlerce sorunun cevapları arasında kesin olan "NEYİ" ve "KİMDEN" koruduğumuz sorularının cevabıdır. "NASIL" sorusuna verilmesi gereken cevaplar ise ciddi, bilimsel ve çok disiplinli bir tartışma konusudur. Değişken olan cevap ise bu yazının ana konusunu oluşturmayan "NEDEN" koruyoruz sorusuna verilen yanıtlardır.

    Atina Tüzüğü, Venedik Tüzüğü, Amsterdam bildirgesi gibi çok bilinen veya halen düzenli periyotlarla yapılmaya devam edilen uluslararası bilimsel toplantılarda özellikle “NASIL” sorusuna cevaplar aranmakta, yeni bilimsel yöntemler tartışılmakta ve yeni teknikler konuşulmaktadır. Ülkemizde de dünyadaki ilk koruma yasalarından birisi olan, Osman Hamdi Bey tarafından hazırlanan ve 1884 yılında çıkarılan ASAR-I ATİKA NİZAMNAMESİ Bugünün Türkçesi ile “Eski Eserler Tüzüğü” üzerinden geçen bu kadar süre zarfında cumhuriyet döneminde de çok ciddi adımlar atılmıştır. Özellikle 1930lu yıllardan itibaren konunun bir devlet politikası olması için çalışılmış, 1951'de Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun kurulması, korumanın "kuramsal" yönünün oluşması, uygulamaların belirlenen ilkeler doğrultusunda yapılması ve denetlenmesi yolunda önemli bir adımdır. Koruma eğitimine duyulan gereksinme, 1966 yılında ilk "restorasyon uzmanlığı" eğitiminin başlatılması sonucunu doğurmuş, 1973 yılında çıkartılan "Eski Eserler Yasası" yeni kavramları, yeni yöntemleri ve ilişki biçimlerini beraberinde getirmiştir. Bugün restorasyon ve koruma eğitimi veren kurumların sayısı, uluslararası işlerin takip edilebilirliği ve korumaya ayrılan bütçeler artmış, kurullardaki ve kurumlardaki uzmanların bilgi düzeyi ve uzman sayısı artmış ve buna paralel olarak toplumsal duyarlılık artmıştır.

    Tüm bunların yanında ülkedeki restorasyon ve koruma işlerinin sayısının artması ile birlikte bu işi profesyonel olarak yapan ulusal ve uluslararası firmalar da yeni malzeme ve teknikleri koruma dünyasının gündemine sokmaktadır.

    Toplumsal desteğin korunması Koruma işinin kalitesinin ve sürekliliğinin sağlanması açısından son derece önemlidir.

    Korumanın ve koruma işinin bir parçası olan restorasyon işlerinin eleştirilmesi, medya tarafından takip edilmesi şüphesiz ki işin kalitesini artıracağı gibi toplumun koruma bilincine sahip olması ve korumayı nasıl talep etmesi gerektiğini bilmesi açısından da çok önemlidir.  Ancak son yıllarda tarihi yapılara yapılan restorasyonların “NASIL”ı ile ilgili o kadar çok olumsuz haber yapılmaya başlandı ki neredeyse ülkedeki uzmanlar el birliği ile ülkenin tarihi yapılarını harap etmekteymiş de kimse sesini çıkarmıyormuş gibi medyada ve sosyal medyada bir hava oluşmaya başladı. Yapanlara ve uzmanlara hakaretler de cabası.

    En akılda kalıcı örneklerin başında gelen; medyada sünger bob anıtı diye dalga geçilen Şile Kalesi’ndeki restorasyon işi ya da “Aspendos’a Mutfak mermeri kullanıldı” haberi ile ya da İshak Paşa Sarayı’ndaki koruma çatısının sosyal medyada çıkan haberleri ya da Anamur Kalesine PVC pencere taktılar haberleri gibi neredeyse her gün çıkan, nesnel bilgiye dayanmayan, restorasyon sürecinde yaşanan gelişmeleri ve alınan müdahale kararlarının gerekçelerini bilmeden yapılmış eleştiriler ile yapılmış onlarca haberin yapılış biçimi bu kadar önemli bir konuda medyaya olan güveni zedeleyici bir hal almaktadır.  Çoğu haberler için yayınlanan tekzipleri okuyunca yapılan işin medyanın anlattığından ne kadar farklı olduğu görülmektedir. Ama kimsenin bir kere tükettiği haberin tekzibine ulaşabildiği ya da ulaşmaya çalıştığı söylenemez.  Yanlış haberler bir kere yapıldıktan sonra tıpkı yalancı çoban hikayesindeki gibi gerçeklik payı olan nesnel eleştirilere de koruma kalkanı teşkil etmektedir.

    Yine uzman görüşlerinden ve nesnellikten uzak bu haberlerin uzmanlığa duyulan / duyulması gerek güveni zedelediği de bilinen bir gerçektir. Koruma gibi bilgi birikimi gerektiren bir alanda bilgiden uzak popülist yaklaşımla yapılan haberler sürdürülmekte olan çalışmaların bazen çeşitli nedenlerle sekteye uğramasına ve süreçte yanlış kararlar alınmasına neden olmaktadır. Kimi zaman konunun uzmanlarının dahi sürecin içerisinde olmamalarına karşın, uzaktan tespitler ve yüzeysel gözlemlerle yanlış değerlendirmeler yaptıkları, bu değerlendirmelerin de kurum, teknik eleman ve uzmanların şevkini kırmanın ötesinde çalışmalara zarar verdikleri izlenmektedir.

    Örnek vermek gerekirse patinanın (yapının dış ve iç yüzeyine eskimeyle eklenen katmanın adıdır) yapıdan uzaklaştırılması ya da uzaklaştırılmaması korunacak yapının “ne” olduğuna göre önemli bir tartışma konusudur. Konudan uzak İnsanların bir kısmı kullanacağı yapının temiz görünmesini isterken bir diğer kısmı da bu katmanın (patinanın) tarihselliği kuvvetlendirdiği ve yapıyı var eden nesnelerin bu izler olduğunu söylemektedir. Uzman görüşleri de bazen tartışmalıdır. Örneğin; Uğur Tanyeli Hoca patina meselesini tartışırken, “…Tarihsel bir yapının köhneleşip yok oluşa terk edilmesini engelleyen şey, zamanın ona bir “aura”, bir büyü kattığı varsayımıdır. Başka bir deyişle, zaman onun kullanım ömrünü kısalttığı gibi, kattığı özel aura nedeniyle aynı yapının çok daha uzun süre yaşamasına da yol açar. O, aurası yüzünden de korunmaya değer bulunacaktır. Dolayısıyla, restorasyon/koruma disiplini patinaya özel bir dikkat gösterir. Yapı yüzeyinin bugün inşa edilmişçesine pırıl pırıl temiz gözükmesinden açık biçimde korkar. Öyle gözüküyorsa, tarihselliğinin kimseyi ikna etmeyeceği endişesi yaşanır…” derken, mimarlıkta taklit ve kopyanın olamayacağını, restorasyonun temel koruma ilkelerinin dışına çıkmadan bugünün tekniği ve teknolojisini kullanması ve yansıtması gerektiğini savunan fikirler de kabul görmektedir. (Tabii ki bunun kesin bir doğrusu olamaz, yapıya, şartlara, işleve göre değişiklik gösterebilir)

    Bu iki görüşten herhangi birisini destekleyen bir haber ya da yazı çıktığında kamuoyunun eleştirel yönelmesi ister istemez yazarın görüşü yönünde oluyor. Haber; “o kadar para nereye harcanmış” deyip patinalı bir yapı resmi ile de desteklenen; hiçbir iş yapılmamış ülke soyulmuş tadında yapılırken, diğer görüş temiz bir bina fotoğrafı yanına “şu kadar para harcayıp tarihi yok ettiler” düzeyinde de yapılabilmektedir. Ve tüm bu haberler eleştiri yönelttiği restorasyon işini, yapının ve yapılan işin bütününden uzak sürecin hangi aşamasından çekildiği belli olmayan en fazla iki fotoğraf üzerinden, tamamen şekilci, bir biçimde değerlendirilmektedir.

    Oysa işin teknik kısmı başkadır. Laboratuvar analizleri, nokta bazlı bozulma tespitleri ve sebepleri, patinanın hangi katmanda ne kaynaklı olduğu gibi bir sürü tartışmanın ardından yapıdan uzaklaştırılması gereken bitkisel ve organik kaynaklı izler, tuzlu malzeme üzerindeki izler, kireç taşının yüzey patinası ya da mermer yüzeydeki sülfür kaynaklı siyah tabaka gibi yapıda iz bırakan yüzlerce bozulma kaynağı farklı tartışmalarla, farklı yaklaşımlara değerlendirilir, bunların yapının orijinal özelliklerine etkileri değerlendirilir ve müdahale kararları ona göre verilir. Kararlar alınırken sanat tarihi raporları, malzemelerin gözeneklilik basınç dayanımı vs gibi fiziksel özellikleri değerlendirilir, bünyesindeki tuz oranları, kireç kum organik oranları gibi kimyasal ve petrografik özellikleri değerlendirilir. En son uzmanlar, danışman hocalar, uzman kontroller, koruma kurulları ve mimarların eleğinden geçer. Yani temel ve özel koruma ilkeleri, teknik veriler, mevzuat, bütçe ve imkanlar dahilinde değerlendirilir tüm kararlar. Elbette ki eski olan eski gözükmelidir ama yeni eklenen bir malzeme ya da teknik de yeni görünmeli, bizi ve gelecek nesilleri yanıltmamalı ve geçmişin izlerini bize doğru aktarmalıdır.

    Okuyucuların hassas olduğu ve dünya görüşlerinden bağımsız sandığı ve etkilenmeye en açık alanlardan birisi olması sebebiyle, yapılan bu tarz koruma-restorasyon haberleri okuyucuyu bütüncü bir koruma politikasının propagandasından, ideolojiden ve korumanın temelini oluşturan dünya görüşünden uzak, şekilci, turistik, linç kültürünü besleyen, faşizan bir dünya görüşüne hizmet eder hale getirmektedir.  

    Özetle restorasyon eleştirisi bilgi birikimi isteyen, korumanın temel ilkelerini anlamış tarafsız ve nesnel olması gereken konulardır. Uzmanlık gerektiren işlerin eleştirisi ebetteki öncelikle sağlam bir dünya görüşüne dayandırılmalıdır zira koruma bilinci gezegenden başlar ve kurtarılmış alanlar yaratarak özele bir kaplumbağaya bir ağaca, bir tarihi yapıya iner. İşte restorasyon eleştirisi haberi de bu altyapıyla, şekilcilikten uzak, üzerine ekleyerek mutlaka nesnel ve konuya hâkim insanlara danışarak, arşiv araştırmaları yapılarak, kurumlara ve yapan uzmanlara sorularak yapılmalı ve toplumun doğruya ve korumaya yönlendirilmesi bilinçli şekilde yapılmalıdır. Gazeteciliğin gereğidir saygı, araştırma ve gerçek, bilinçli okuyucu olmanın gereğidir saygıyı ve nesnelliği talep etmek. Şu unutulmamalıdır ki tarihi eser koruyucuları özünde bu dünyanın tahrip edici düzeninden bir şeyleri kurtarmaya çalışan insanlardır.


     

     
    Toplam blog
    : 1
    : 315
    Kayıt tarihi
    : 15.01.19
     
     

    Korumacı Mimar, 15 yıldır Restorasyon işleri ile uğraşıyor ..