Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '10

 
Kategori
Tarih
 

Tarihimize bakış

Tarihimize bakış
 

Kestirmeden söylersem tarih, bir övgü ve sövgü alanı değildir. Tarihte hedef, olay ve olayın kahramanlarını objektif olarak inceleyip çıkarılan derslerle tarihin “tekerrür” etmesini önlemektir.

Bu bağlamda objektiflik tarihin sistematiği açısından önemlidir. Eğer siz kalkıp herhangi bir tarihi vak’ayı ve/veya tarihi bir şahsiyeti herhangi bir “tarih anlayı”şının üzerine temellendirirseniz çıkaracağız sonuçlar sizi ister istemez “taraflı” konuma düşürür. Böyle olunca da ele aldığınız konu/ve veya kişiyi övmek ya da yermek mecburiyetinde kalırsınız.

Dipnot-1:

Mustafa Kemal’in (pragmatist tavrını bilmesek) onun sözlerine ve uygulamalarına bakarak (aylar önce “Söz Sende” programına katılan Prof. Dr. Cemil Koçak’ın dediği gibi) mesela TBMM’nin açılışının perşembeden cumaya çekilmesi,
uma namazından sonra dualarla açılmasından “dindar bir Atatürk”; 1923’ten sonra özellikle sosyal, kültürel hayatta yaptığı köklü değişikliklerle “devrimci bir Atatürk” portresi çıkarabiliriz.

Bugünden Düne Bakmanın Yanlışı

Hep yapılan büyük bir yanlışlık da dünün olay ve/veya kişilerini bugünün şartları içinde değerlendirmek. Oysa ele aldığımız dünün şartları bugünle asla örtüşmeyeceği için bugünden düne bakmak bizi ister istemez yanlış yorum,
çıkarım ve sonuçlara götürür. Meselâ “monarşik” bir yönetim yapısı olan Osmanlı’ya, “Efendim Osmanlı’da demokrasi yoktu. Osmanlı demokratik değildi.” eleştirisi getirmenin çok da mantıklı olduğu söylenemez. Çıkarım doğru olsa bile
olmayan bir kavramdan yola çıkarak tespit yapmanın pek de anlamı yoktur.

Tarihte Devamlılık

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sistemin oturtulabilmesi için geçmişle olan bağlar kesilmiştir. Hatta mesele öyle bir raddeye gelmiştir ki geçmişin (Osmanlı’nın) son dönemlerindeki kişileri “vatan haini” “kızıl sultan”
gibi çok keskin, çok acımasız nitelemelerle anılmıştır. (Emin Oktay’ın lise tarih kitaplarını hatırlayınız. Diyebilirim ki bizim öğrenciliğimiz geçmişimize hakaret etmekle geçti.)Oysa unutulan çok önemli bir durum vardı: İstiklâl Savaşı’nın kazanıp Cumhuriyet’i kuranların hepsi geçmişte birer Osmanlı subayı idi ve birçoğu (hata ve sevaplarıyla) İttihat ve Terakki geleneğinden geliyordu.

Cumhuriyet Öncesi Yakın Geçmişe Bakış
(2. Abdülhamid Üzerinden)

Üstelik bu tarihi devamlılığı kesintiye uğratıp geçmişi kötülemek yakın tarihle sınırlı kalması çok mânidardır. Geçmiş çağlara gidince Osmanlı’nın altın çağlarından (Fatih, Yavuz, Kanuni, 3. Selim, 2. Mahmut iktidarları meselâ)
övgüyle söz edilirken özellikle 20. yüz yılın muktedir kişileri tabir yerindeyse acımasız şekilde eleştirilmiştir.

Bunlardan özellikle 2. Abdülhamid’in hataları “sevaplar”ının (özellikle eğitim öğretim, bayındırlık alanındaki gelişmeler, ordunun modernleştirilmesi, iletişimde yenilikler…) önüne geçirilmiştir. Üstelik onun dönemindeki sosyal, siyasi, tarihi olayların ağırlığı ve Osmanlı’nın içten ve dıştan tazyiklerle çözülmeye başlaması, koca imparatorluğun yerle yeksan olması değerlendirme dışı tutulmuştur.

Dipnot-2:

Ne acıdır ki birçok Türk insanın da ağzına pelesenk olan 2. Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” nitelemesi Albert Vandal adlı bir Fransız yazara aittir. Gerekçenin altından yine Ermeniler çıkar. Çünkü Abdülhamid o tarihteki Ermeni isyanlarını bastırmıştır.

Dipnot-3:

Abdülhamid’in aynı zamanda el sanatlarında iyi bir usta olduğunu ve onun insan yönünü öğrenmek isteyenler Kemal Tahir’in “Bir Mülkiyet Kalesi” eserine bakabilirler. Öyle iyi bir marangozdur ki yaptığı dolapların hala Beşiktaş Müftülüğü’nde bulunduğu söylenir.

Tarihimizle Barışmak

Emre Kongar’ın “Tarihimizle Yüzleşmek” kitabını bilirsiniz. Muteber bir eser değildir elbette. Remzi Kitabevi’ne yatsın kalksın dua etsin Kongar, ne yazarsa yazsın gözü kapalı basıyor bu kitabevi. Mehmet Barlas’la yaptıkları (şimdi devam ediyor mu bilmiyorum) “horoz dövüşü”nde de epey mâhir ama şişe gibi
gözlüklerini değiştirmesini gerekir bence. Bir de Mustafa Armağan’ın mâlum kitabını söz konusu edeyim:

“Tarihimizle Hesaplaşmak.” Bence en güzel tanımlama “Tarihimizle Barışmak” olmalı. “Yüzleşmek” sanki geçmişte yaşanan olumsuzluklara bir referansın ifadesidir, “hesaplaşmak” da birilerinden hesap sormak anlamı taşır ki
bu tarih sosyolojisi açısından bize hiçbir şey kazandırmaz. Hesaplaşacağımız ve/veya yüzleşeceğiniz insanların hepsi terk-i dünya ettiğine göre kiminle neyi hesaplaşacaksınız ya da yüzleşeceksiniz? “Hesaplaşma”yla belki de
tarihteki kişi ve olayları yeni belge ve bulgularla tekrar ele alarak tarihi yanlışları ortadan kaldırılabilir.

Son söz:

Türkiye bir normalleşmeye gidiyorsa, ki gidiyor, yapmamız gereken öncelikle ve âcilen tarihimizle barışmak.

Yermekle ve sövmekle bir yere varılmadığı gibi kuru kuruya övmekle de hiçbir yere varılmıyor. Çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki artık mızrak çuvala sığmıyor. Her gün çıkan yeni bir belge, açılan bir arşiv bütün bildiklerimizi alt üst ediyor. Tarihi yapanların tarihe sadık kalmadıkları, genç dimağların öğrendiği bilgilerin
biraz ötede hiç de öyle olmadığı görüldükçe bu yaman çelişki, onlar gibi ( Nutuk’un tıpkı ve Osmanlıca ilk basımı, Falih Rıfkı Atay’ın eseri Çankaya, Kâzım Karabekir’in Yapı Kredi’den çıkan “İstiklâl Harbimiz” ve “Kâzım Karabekir’in Günlükleri”, H.C Armstrong’un “Bozkurt” kitabı, Rauf Orbay’ın “Cehennem Değirmeni” adlı eseri, Fethi Okyar’ın “Üç Devirde Bir Adam” kitabı, Ali Fuat Cebesoy’un “Siyasi Hatıralarım” ve “Sınıf Arkadaşım Atatürk”ü, Halide Edip Adıvar’ın Türk’ün Ateşle İmtihanı…gibi birinci el kaynaklar okunduğunda )
şaşkınlığa düşürüyor o günleri bilmeyen bizi.

Sövmeden, övmeden tek derdimiz tarihimizi doğru öğrenmek olmalı. Tarihimizle bu güzelim coğrafyada barışmak ilkemiz olmalı. Geçmişe hakaretle bir yere varılmayacağını hepimiz öğrenmeliyiz.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..