Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '13

 
Kategori
Tarih
 

Tarihimizle yüzleşmek: Nasıl Müslüman olduk? "Ceyhun nehri kan akıyor"-9

Tarihimizle yüzleşmek: Nasıl Müslüman olduk? "Ceyhun nehri kan akıyor"-9
 

751 yılının Temmuz ayında, ordusu Talas’ta bozguna uğrayan Çin, Orta Asya’nın egemenliğini Araplara bırakırken, Türk Tarihi’nin akışı da değişiyordu:

Türklerle yapılan zorlu mücadelelerin verdiği yılgınlık ve Abbasi devrimi nedeniyle, Arapların baskısının önemli oranda zayıflaması, Çin’in batıya doğru genişlemesine neden olur.

Türgişleri üst üste yenilgiye uğratan ve şeflerini öldüren Çin ordusu, Fergana ve Taşkent egemenlerini kedisine bağlar. Hazar Denizi güneyindeki Toharistan egemeni kendi isteğiyle Çin’e bağlanırken, Çin Taberistan’da da genişlemesini sürdürür.

Kaşmir egemenleri ve Kabul ’deki Türk Şahi soyu, Çin egemenliğini tanır ve Kaşgar’dan gelip Pamir geçitlerinden İndus’a uzanan Hint ticaret yolunun güvenliği için Çin’e yardımcı olurlar. Ancak Araplarla sürekli işbirliği yapan Tibetliler yolun güvenliğini sürekli tehdit ederler.

Tibet’e bağlı yerel egemenlerinin Pamir geçitlerini sürekli kapatmaları üzerine, Çin Yabgusunun çağrısıyla bölgeye iki kere sefer yapılır. Koreli General Gav Şien-Çi, Karakurum geçitlerini aşar ve 750 yılında Taşkent’in üzerine yürür. General Gav Şien-Çi, yükümlülüklerini yerine getirmeyen Taşkent egemenini tutsak alır. Ayrıca Taşkent yağmalanır. Pek çok değerli taşlar, mücevherler, altınlar ve değerli binek atları, Çin İmparatoruna ve çevresine armağan edilir.

Taşkent seferindeki başarısı ve cömertliği nedeniyle Çin İmparatoru, General Gav Şien-Çi’yi, Hı-Şi Valisi unvanıyla Sarı Nehrin batısındaki bütün ülkelerin yöneticiliğine atar. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3 Sayfa: 1167)

751 yılının Temmuzunda, Türk Tarihi’nin akışı, Talas’ta değişiyordu:

Taşkent egemeninin Çinliler tarafından idam edilmesi üzerine oğlu, Horasan Önderi Ebu Müslim’den yardım ister. Ebu Müslim’in başına komutanı Ziyad’ı atadığı ve kendisine bağlı yerel Türk egemenlerinin kuvvetleriyle de destekleyerek gönderdiği ordusunun amacı, Çin kaynaklarına göre Doğu Türkistan’daki Çin’e bağlı bütün eyaletlere baskın yapmaktır.

Koreli general, üzerine gelen Arap-Türk birleşik ordusunu daha ileride karşılamak için, 700 kilometrelik yürüyüşle Talas önlerine geldiğinde, Karluk ve Fergana’dan aldığı askeri destekle emrindeki Çin-Türk birleşik ordusu da 20-30 bin askerden 70 bin askere ulaşmıştır.

Her iki General, Türkistan egemenliğini kaptırmamak için 751 yılının bir Temmuz günü Talas önlerine ordularına hücum emri verdiklerinde, üç milletten yaklaşık 150 bin insan, Dünya tarihinin en önemli savaşlarından birinde, komutanlarının amacı için birbirlerine girmiş, var güçleriyle savaşıyordu.

Savaş tam beş gün sürmüş, egemenlerinin amacı için binlerce insan birbirlerini öldürmüş, ancak iki ordu da üstünlük kuramamıştı. Ve işin daha da acısı her iki orduda da bulunan binlerce Türk asker vardı. Yani aynı milletin binlerce insanı, iki ayrı orduda, biri Arap, biri Çin emrinde Koreli olan komutanlarının, kendi ülkelerinde, kendilerine egemen olmaları için, birbirlerini öldürüyorlardı.

İşte Talas Savaşı budur ki, hiçte Türk milleti için, zafer diye övünülecek bir tarafı da yoktur.

İşte bu amansız savaşın beşinci gününde, Çin ordusundaki Karluk Türkleri saf değiştirince iki ateş arasında kalan Çin ordusu bozguna uğrar. Yardımcısı Li-Şi-Ye’nin güçlükle ikna ettiği General Gav Şien-Çi, 70 bin kişiyle geldiği Talas önlerinden, ordusunun yarısından fazlasını kaybederek geri çekilirden, Orta Asya egemenliğini de Araplara terk ediyordu.

İşte Türklerin Tarihi de, Dünya tarihini de derinden etkileyecek bir şekilde yön değiştirir.

Asında bu savaşla Türklerin hemen İslam’a yöneldiği sanılmamalıdır. Ancak koşullar Arapların Türkleri dönüşüme uğratması için uygun hale gelmiştir. Bu savaşın bir özelliği daha vardır, Araplar artık Türk ülkelerinde egemendir. 15 yılda Dünyanın en büyük coğrafyalarından birine egemen olan Arap İmparatorluğu, Ahnef Bin Kays’ın Ceyhun Nehrine dayanmasıyla birlikte başlayan Ceyhun’un ötesindeki Türk ülkelerini istila mücadelesi, Arapların hiçbir ülkede karşılaşmadıkları, 10 binlerce Arap askerinin can verdiği ve 70 yıl boyunca içinden çıkamadıkları bir batağa dönüşmüştür.

Sonunda Arap İmparatorluğu Türk Ülkelerinde egemendir. Ancak Tanrı Dağları’nın batısında bütün istila enerjisi de bitip tükenmiştir. Artık daha ötesi Çin’dir ve Çin gibi bir ülkeyi de istilaya kalkmak,  Arapların akıllarından bile geçmeyecektir.

Yine de Soğd egemenleri Arap egemenliğini reddedecek ve Ebu Müslim Semerkant’ta olduğu halde Keş şehrinde ayaklanma başlayacaktır. Araplar, Türk ayaklanmasını bastırırlar. Keş egemeni ve bütün ayaklanmacı yerel egemenler öldürülürken, başta Buhara ve diğer Soğd egemenleri de, suç ortaklığı yaptıkları gerekçesiyle asılarak idam edilirler.

Askeri mücadeleden, İnanç görünümlü mücadeleye evriliş:

Bu kez Araplara karşı Samanoğlu devleti kurulana kadar dinsel bir görüntü ile mücadeleler devam edecektir. Anti-Emevilik olarak başlayan bu mücadelelerde Şii mezhebinde kendini gösteren Arap dışı bir İslam mücadelesi, resmi İslam’a karşı soyut bir İslam’ın mücadelesi olarak sürecektir.

Mevalilerin isyanıyla Abbasi iktidarının yükselişi sonunda, bu kez de Abbasi iktidarının resmi İslam’ın temsilcisine dönüşmesi ile Mevali halkların muhalefeti de yönünü bu kez Abbasilere döner. İşte tüm bu nedenler İslamiyet’in bir revizyona zorlanmasına neden olur.

İşte Mevalilerin içinden çıkarak Horasan’da ihtilal başlatan ve Ümeyyeoğulları’nın zulmünü bitiren, Ebu Müslim El Horasani, suikast ile öldürülmesinden sonra, Ali soyuna rağmen Abbasileri iktidara getirmesi, Şii hareketini bastırması, Zerdüşt inancından Bidafiler eylemini ve Buhara halkının isyanını kanlı bir şekilde ezmesi unutularak, Mevali halkların resmi Arap İslam’ına karşı mücadelesinin sembolü olur.

Çünkü Ebu Müslim bir mevalidir ve iktidara taşıyarak resmi Arap İslam’ının temsilcisi yaptığı Abbasi Halifesi tarafından öldürülmüştür. İran’da Sinbad, Zerdüştleri, Mazdekileri, Şiileri birleştirerek, Nişabur’da Ebu Müslim’in kan davası için ayaklanma başlatır. 100 bin kişiyi bulan ayaklanmacılar Şiiler, Zerdüştler ve asıl olarak da Türklere dayanarak, siyah bayraklı Abbasi’ye karşı beyaz bayrak açarlar.

Ayaklanma bastırılsa da beyaz elbiseli, beyaz bayraklıların eylemi, 776 da El Mukanna ismi verilen kişinin önderliğinde bütün Türk ülkelerine yayılarak devam eder. Ayaklanmaları sürekli kanla ezilen beyaz bayraklı ve beyaz giysililer, Heterotoks İslami akımlar içinde erirler.

Eski Horasan genel valisi Nasır Bin Seyyar’ın torunu Rafi’nin Güney Türkistan’da başlattığı ayaklanma tüm Türklerin desteğiyle 810 yılına kadar devam eder. İslam İmparatorluğu, Ceyhun ve Seyhun arasındaki isyanlara sürekli destek veren Seyhun ötesi Türklerini ve egemenlerini ise kendisine bağlayamaz. Karlug yabgusunun üzerine gönderilen ordulardan bir sonuç alınamaz.

 811 yılında Me’mun kardeşi Halife Emin’e karşı mücadeleye başlatmadan önce durumdan şöyle yakınır: “En elverişsiz zamanda mücadeleye başlamak zorundayım. Karlug Yabgusu itaate yanaşmıyor. Tibet egemeni Kağan da öyle, Kabul Kralı, ülkesinin yanındaki Horasan’ı istilaya hazırlanıyor. Otrar egemeni (Peçenek ve Oğuz bölgesi) eskiden ödediği haracı ödemiyor.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Cilt:3 sayfa:1173)

Sonunda Me’mun, Horasan ve Maveraünnehr’e, Tahir’i ve Samani gibi özerk yerel egemenler atayacaktır.  Bu yerli soylular sayesinde Dihkanlar ve Tüccarlar yararına kurulan egemenlikler sayesinde Horasan, Buhara ve Semerkant, İslam’ın en önemli merkezlerine dönüşür. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3 sayfa: 1174)

Me’mun’un bu Horasanlı (Türk) Mevaliyi gözeten tutumu ise tabii ki siyasi çıkar amaçlıdır. Babası Halife Harun ve Arapların desteğiyle Halife olan Emin’in karşısına başta İranlılar olmak üzere tüm Mevali halkların desteğiyle çıkarak iktidara oturduğunda, Arapların Abbasi kuşkusu artarken, Mevali halk Hilafetin yanında daha güvenilir bir güç haline gelecektir.

Artık istila dönemi sona ermiş, savunma dönemi başlamıştır:

Ancak yine de Emevi döneminden sonra her şeyin değiştiği sanılmamalıdır. Arap'ın ulusu Kureyş, Kureyş’in ulusu Beni Haşim mutlak iktidardır. Emevi dönemi zorunlu Arapça kullanımı “Müslüman dili” adıyla daha da yaygınlaştırılırken Mevali halkın algısıyla oynanmıştır. Bununla birlikte istila gücü iyice tükendiği için artık istiladan savunma politikasına geçiliyordu.

Göçebe Türkler’ in saldırılarına karşı surlar inşa edilir. Horasan’ın Abbasi valisinin emri ile yerli halkın angarya emeği ve varlıklarıyla inşa edilen ve Buhara eyaletinin 22 bölgesinin 15’ini kuşatan 72 kilometrelik sur adeta küçük bir Çin Seddi’dir. 776 yılında Taşkent ve çevresinin de, yine göçebe Türklerin akınlarından koruna bilmesi içi Seyhun’a uzanan ve şehre 12 kilometre mesafedeki Çirçik nehrine ulaşan bir sur inşa edilir.

Bunların yanı sıra “ribat” adı verilen ve gönüllü gazilerin koruduğu binlerce berkitiliş yapı inşa edilir. Örneğin Taşkent’in kuzeyinde çevresi akıncı göçebe Türklerle dolu olan İsficap bölgesinde bu yapılardan 1700 adet bulunduğu söylenir. Yine Baykent çevresine, Karakurum Oğuzlarına karşı yüzlerce “ribat” yapılır. Horasan’ın kuzeyinden geçen ve çevresini bozkırların sardığı ticaret yolu, yine göçebe Türklerin akınlarına karşı ribatlarla doludur.

Ribat örgütlenmesinin, işgalci Arapların “El Kamil” (olgun), Türklerin ise “El Cağr” (kurbağa) adını verdikleri Eşres’in, yıkılmaya yüz tutmuş Arap egemenliğini yeniden sağlamlaştırmak için, İslam’ın da bir araç olarak kullanılmasına eşlik eden bir yöntem olarak kurulmaya başlandığını görmekteyiz.

Değeri gittikçe artan bir ticaret malzemesi, Türk köleler:

Abbasiler döneminin en belirgin özelliklerinden biri de, bu kez de göçebe Türklere karşı sürekli bir hâl alan savaşlarda kullanılmak üzere değerleri gittikçe yükselen bir ticaret malzemesi haline gelen köleleştirilmiş Türklerdir.

Abbasi saraylarının ve ordularının en aranılan malzemesi köleleştirilmiş Türkler olmuştur. Yerel egemenlerden yükümlü oldukları haraç, köle olarak alınmaya başlanır. Kabil’in Türk Şahi egemeni, her yıl Oğuz boylarından2 bin köle sağlar. İbni Hurdatbih, tanesi 300 dirhemden 2 bin Oğuz kölenin değerinin 600 bin dirhem ettiğini söyler. 10. Yüzyıl Arap coğrafyacısı İbni Havkal, abartılı bir biçimde Türk kölelerin değerinin müthiş yüksek olduğundan bahseder. “Horasan’da bir Türk çocuğunun 3 bin dirheme satıldığını gördüm…” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt:3 sayfa:1176-1177).

Bu şekilde Arap ordularında mevali birliklerinin kurulması giderek sistemli bir hâl alır. Araplarla hiçbir eşitlikleri olmayan bu köle askerlerin ganimet hakları yoktur. Ancak geçinmelerinin sağlanmaları için maaşa bağlanmışlardır. Türklerle yapılan 70 yıllık mücadele sonucunda savaşçı güçlerinin iyi bilinmeleri, İslam ordularında Türk köleler giderek artan oranda bir sayısal üstünlük elde ederler.

Böylece Türk köle lejyon ordusu, İslam İmparatorluğu’nun giderek temel askeri gücünü oluşturacaktır.

Gelecek yazımda bu konuyla devam edeceğim.

AHMET ELDEN

 
Toplam blog
: 138
: 5557
Kayıt tarihi
: 05.10.11
 
 

1968 Afyon doğumluyum Antalya'da yaşıyorum. Antalya end. meslek. lisesinden sonra Anadolu Ünivers..