Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Tarihin silinen sayfası : Köy enstitüleri

Tarihin silinen sayfası : Köy enstitüleri
 

Aynı zamanda çağdaş Türkiye’nin aydınlık yüzü ve Cumhuriyetin kurucuları olan çağdaş aydın insanlar, eğitimin öncelikle köylerden başlaması gerektiğini belirleyerek, eğitimi köylere indirgemeyi benimsemişlerdi. Bu düşünceden yola çıkarak ve de önceden çıkartılmış devrimlerin devamı niteliğini taşıyacak olan bu projeye “köy enstitüsü” projesi dendi ve köy enstitüleri, ilkokullara öğretmen yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı Kanun ile açılmış okullar oldular. Ve bu proje, Cumhuriyet kurucularının, Cumhuriyetten sonraki en büyük eserleri oldu.

Dünya da bir örneği daha olmayan, çok değişik ve çarpıcı bir girişim olan Köy Enstitülerinin, ne yazık ki halen önemi yeterince anlaşılamadı. Köy Enstitüleri’nin başlıca amacı kırsal alanı kalkındırmak, köylüyü eğitmek ve eğitmenlerle köylüyü üretici duruma getirmekti. Çünkü Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ülkemizde okuryazar oranı neredeyse yok denecek kadar düşüktü. Özellikle kadınlarda ki eğitim oranı çok daha azdı. Bir de, ülke geneli olarak düşünüldüğünde köylerdeki durum ise, tam bir muamma idi. Bu tablo karşısında Atatürk ve arkadaşları yeni rejimin ruhunu ve düşüncesini köylere de ulaştıracak bir “ eğitim devrimi “ hareketini başlatma kararı alırlar. Bunun ilk adımları, hızla yeni alfabeyi, diğer tabir ile abece’yi öğrenmekti. Öyle de yaptılar. Genç nesilden gönüllülerle, Anadolu’nun her tarafına ulaşmaya ve herkese bu yeni alfabeyi öğretmeye başladılar. Bir sinerji yaratılmıştı ve bunun etkisi ile, hareketin gerçek anlamda devrimci bir hareket olması için de Köy Enstitüleri hareketi başlatıldı ve yalnızca köyün maddi kalkınmasını değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak köy insanını bilinçlendirmeyi, onu hiçbir kuvvetin istismar edemeyeceği modern bir kırsal yaşam biçimine kavuşturmayı amaçlar.

O yıllarda CHP iktidar da’dır. Milli şef İsmet İnönü’de başbakan. Savaşlardan yeni çıkmış, yorgun bitkin ve fakir Türkiye’nin hemen hemen genelinin okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği düşünüldüğünde, okur yazarlık oranının ve kalkınmanın öneminin ne kadar fazla olduğu aşikardır. İşte bu düşünce ile, dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle işe koyuldular. Proje son hızla hayata geçirildi.

Projenin 1940 yılında kanunlaşmasının ardından, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. 1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği sistemli muhalefetin kampanyasıyla, enstitülerin müfredatında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapılmış., ilerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu ve enstitülerin değişmez ilkesi olan "iş için iş içinde eğitim" ilkesinden uzaklaştırılmış. Kuruluş amaçlarından biri olan “yaratıcılığın ön plana çıktığı ” eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürüldü ve maalesef, o zamanın zihniyeti, çok güçlü bir hisle ve sinerjiyle başlatılan köy enstitüsü projesini 1954'te bitirdiler. Daha sonra rahmetli Bülent Ecevit başbakanlığında tekrar hayata kazandırılmaya çalışıldıysa da, keskin muhalefetin ve dış desteğin çabalarıyla bu iş bir kez daha tarihin tozlu raflarına kaldırıldı. Artık Türkiye klasik örgün öğretim sistemine geçecek ve köylerden şehirlere göç edebilenler ve tabiki YÖK’ün eseri üniversite sınavı gibi büyük bir engeli aşabilirlerse, ileriki yıllarda öğretmenler, eğitim fakültelerinden çıkacaktı. Öyle de oldu. Okur-yazar oranını maksimumlarda yakalayan Türkiye, sonraki yıllarda, büyüyen nüfusunun da bu oranın düştüğü gözlenecek, sivil seferberliklerle okullarda insanlara okuma-yazma öğretilecek ve3-5 aylık kursları bitirenlere de okur-yazarlık sertifikası verilecekti. Ama, kültürden ve üretmekten uzak, tarihten, felsefeden, edebiyattan ve düşünmekten uzak bir okur yazarlıkla Türkiye çağ atlatılmaya çalışılacak, kağıt üstünde tüm dünya’ya bakın bizim okur yazarlık oranımız % 90’ların üstünde denilecekti.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Cumhuriyetin bu ulvi projesinin amacı; köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştikten sonra, tekrar köylerine dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulmamışları eğiterek ülkenin okuryazar düzeyini yukarı taşımasıydı. Bunu yaparken de aynı zamanda hem öğretmeyi, hem de eğitmeyi baz alacaklardı. Çünkü köy çocukları bu modelde hem eğitiliyor hem de geleceklerini hazırlıyorlardı. Küçücük çocuk köyünden geldiği gibi üretimin içerisine giriyor, kendi okulunu kendisi yapıyor, hayvan güdüyor ama aynı zamanda müzik yapıyor, klasik eserler okuyordu. Normal yaşamdan soyutlanmadığı gibi, modern yaşama dair de doyuruluyordu.

Kendisine hayvan otlatması söylenen çocuk artık sorumluluk almış olmakta ve kendi sorumluluğunu ve bilincini oluşturmak zorunda bırakılıyordu. Köy Enstitüleri’nin o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydı. Bu modelde teorik ve pratik eğitim birlikte alınıyordu. Yalnız temel dersler değil, yaşama dair bütün konular bir bütünlük içinde işleniyordu. Bir taraftan güçlü bir tarih eğitimi yanında tarım, el işi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı; diğer taraftan dünya klasiklerini okuyarak, müzik dinleyerek, tiyatro yaparak dünya değerleri ile tanışıyorlardı. Bu okullar, aynı zamanda duvar ören, tarım yapan, marangozluk, demircilik yapan, aynı zamanda dünya klasiklerini okuyan ve müzik yaparak ruhunu güzelleştiren mutlu insanları yetiştiriyordu.

Ve küçük bir anekdot : “ Bir yurt gezisinde İsmet İnönü yol kenarında hayvanlarını otlatan çocukların azıklarında ekmek parçasının yanında klasik eserler görünce duygulanır ve aradığını bulduğunu ve gelecekten umutlu olduğunu “ belirtmiştir. .

Köy Enstitüleri’nde yaşam, dönemin öğretmen ve öğrencilerinin anlatımı ile tam "birliktelik, katılım, yetki, sorumluluk" çizgileri arasına oturtulmuş. Enstitülerde kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alınırmış. Bu da kişilerde demokratik katılımcılığı ön plana çıkartmak manasına geliyor. Enstitülerde, okul yöneticileri ile öğrenciler her konuyu tartışabilirlermiş. Enstitüleri’nin kuruluşunda Atatürk politikası uygulanır, tarıma elverişli arazilerin seçilmesine özellikle özen gösterilirmiş. Köy Enstitüleri’ne eğitim anlamında yüklenen sorumluluk çok ağırdır ama bu yükü kaldırabilecek özverili insanlar işbaşındadır. Çünkü amaç ve anlayış hep beraber ülkeyi kalkındırmak için üretmek ve hayata birlikte bakmaktır.

Köy Enstitülerinin on üç yıllık tarihinde tam tamına on yedi bin mezun vermiş. Bu on yedi bin mezun arasında çok değerli yazarlar, şairler ve düşünce adamları bulunmakta. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişen insanlardan bazılarıdır. Daha nice insanlar yetişti bu okullardan. Nice öğretmenler ve nice aydın insan ve bu insanların yetiştirdikleri, topluma, köyüne ve ülkesine faydalı olan nice öğrenciler, nice değerli aydınlık yüzlü ve geleceğine ışık saçan insanlar. O zamanların edebiyatçılarına, fikir adamlarına ve politikacılarının bibliyografilerine baktığınızda, köy enstitülerinin ne kadar da iyi, kaliteli ve amacını onikiden vuran bir sistem geliştirdiğini ve ne gibi katma değer kazandırdıklarını gözlemleyebilirsiniz.

Peki ne oldu ? Düzgün, sistemli ve kararlı bir duruşun simgesi olan ve tam bir aydın harekatını halk hareketine dönüştüren “köy enstitüleri”, siyasi ibrenin sağa kaymasıyla birlikte iktidara gelen Demokrat Parti tarafından 28 Ocak 1954 yılında çıkarılan bir yasa ile kapatıldı. Okullara zorunlu din dersleri konuldu ve sonrasında, köy enstitülerinin yerlerine de “İmam Hatif Liseleri” getirildi.

Ya şimdi neler olacak ?

Bunun yorumunu da gelecek kuşaklar, eğer merak ederlerse araştırsınlar, bulsunlar ve yazsınlar. Ama bunun için bolca okumaları ve kendilerini geliştirip, hem kendilerini, hem sistemi sorgulamaları gerekiyor. Bunu sorgulayabilecek insanlar yetişirse eğer, onlar doğru yoldalar demektir.

 
Toplam blog
: 671
: 2572
Kayıt tarihi
: 26.06.06
 
 

Anadan doğma bir İzmirliyim ve bu şehirli olmaktan gurur duyuyorum.. Hem bu şehirde doğmuş, hem b..