Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '07

 
Kategori
Tarım / Hayvancılık
 

Tarımsal üretimde değişen roller

Tarımsal üretimde değişen roller
 

Konuyu tipik olarak örneklemesi nedeniyle bir TV haberini özetleyip analiz etmekle başlamanın yararlı olacağına inanıyorum. Bu yazıyı hazırlamakta olduğum sıralarda bir TV kanalının anahaber programında Ankara’da kent merkezine yakın bir konumdaki küçük alanlarda (“arsa tarlalar” veya “apartman arası bahçeler” de denebilir) kimyasal ve biyolojik atıklarla kirlenmiş bir dereden sağlanan su ile yetiştirilen sebzelerin Büyükşehir Belediyesi’nce imha edilişi ve üreticilerin göstermiş oldukları tepkiler dakikalar süren bir haber olarak geçilmişti. “Kentli çiftçiler” diyebileceğimiz bu üreticiler önce bağlı oldukları ilçe belediyesine giderek başkandan imha işlemini durdurması için yardım istemişler; başkan telefonla büyükşehir belediyesini arayarak aracı olmasına karşın sonuç değişmemiş ve tarlalardaki ürünler imha edilmişti. Kentli çiftçilerin tepkileri imha edilen domates, biber, fasulye gibi ürünlerini büyükşehir belediyesinin merdivenlerine dökerek TV’lere haber gösterisi yapmasıyla sonuçlanmıştı. Bu insanların gözyaşları, acı, öfke, hayal kırıklığı, yoksulluk ve güvensizlik karışımı tepkilerini izleyerek üzülmüş olmakla birlikte ne onları haklı bulmuş, ne de yapılan imha işlemini alkışlamıştım.

Çünkü, Başkentte zehir, pislik ve mikrop aktığı bilinen bir dereden sulama suyu kullanarak birkaç dönüm alanda sebze yetiştiren üreticilere göre yaptıkları bir tarımsal üretimdir. Üretim ise kutsal bir uğraştır ve verilen onca emek boşa gitmemeli, cezalandırılmamalıdır. Ayrıca onların geleneksel algılayışına göre kalite sadece renk, şekil ve olgunluk gibi ölçütlere bağlı fiziksel kalite olduğundan ürünleri de bozuk değildir. Onların deneyimine göre daha önceki yıllarda ürettikleri ürünler satın alınmış, pazarlarda satılmış ve herhangi bir tehlike de söz konusu olmamıştır. Onlar muhtemelen kirli derenin suyundaki mikroorganizma veya zehirli maddelerin bitkilere ve dolayısıyla insan sağlığına etki mekanizmalarını da bilmiyorlardır. Ancak diğer bilmedikleri ise o ürünleri satın alarak tüketecek insanların sağlığı için yarattıkları potansiyel tehlikedir. Büyükşehir Belediyesi de zaten kendi yönetim alanında halk sağlığını tehlikeye atacak böyle bir kaynağı imha ederek görevini yapmak istemiş ve yapmıştır. Ancak, Büyükşehir Belediyesi bu tür denetim ve imha işlemlerini kendi yetki sınırlarındaki tüm kentsel üretim alanlarında yapmakta mıdır? Ayrıca denetimler tüm semt pazarlarına, manavlara ve marketlere intikal eden sebze ve meyve için sürekli, düzenli ve sistematik bir plan dahilinde mi gerçekleştirilmektedir? Yanıt büyük olasılıkla hayır olacağına göre (görev, yetki ve sorumlulukları düzenleyen ilgili mevzuat, denetim maliyeti ve insan kaynakları açısından) yapılan denetim işlemi spontan ve caydırıcı bir uygulama örneği gibi gözükmektedir. Gerçekten de üreticiler ise üretim hijyeni ve insan sağlığını gözardı ederek üretim yaptıklarının bilincinde değildirler. Sonuç olarak, söz konusu haber kapsam itibariyle dev buzdağının su üstünde yüzen bölümünde bir kristal zerreciği bile değildir. Ama insan sağlığı için örneklediği tehlike ve yıllar boyu çözülmeye çalışılan gıda güvenliği sorununu tekrar göstermesi bakımından tipik bir kayıt durumundadır.

Oysa yeni tarımsal üretim konseptine göre kaliteli ve güvenli gıda esastır. Gıda kalitesi ve güvenliğinde ilk üretimin, yani tarımsal üretimin iyi, doğru veya uygun yapılması üreticinin temel sorumluluklarından biri olarak görülmektedir. Öyle ki, gıda güvenliği çiftlik düzeyinde ilk üretim sırasında sağlanamıyor ve/veya ihlal ediliyorsa diğer aşamalarda yapılabilecek çok fazla bir şey yoktur. Son yıllarda en yoğun tartışılan, en sıcak konu olarak öne çıkan sorunlardan biri olan gıda güvenliği (food safety) insan gıdası ve hayvan yemi olarak kullanılan her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddelerinin çiftlikte yetiştirilmesi, üretimi, bakımı, hasadı ve depolaması da dahil olmak üzere işleme, paketleme, sınıflama, taşıma, hazırlama, dağıtım, satış gibi tüm aşamalarda üreticiden tüketiciye tedarik zinciri boyunca insan sağlığına zararlı olabilecek biyolojik, kimyasal ve fiziksel kökenli tehlike ve zararlıların bulaşmasndan ve karışmasından korunması olarak tanımlanabilir.

Gıda güvenliği, kavram olarak aslında elli yılı aşkın bir süreden beri tartışılan bir konu olmakla birlikte bilimsel adıyla Bovine spongiform encephalopathy (BSE) ya da kamuoyunda “deli dana” denilen bir hastalığın çıkışından ile güncel hale gelmiştir. Hatırlanacağı üzere ilk olarak İngiltere’de görülen BSE ve insan sağlığı için yarattığı risk yüzünden kırmızı et tüketimi hemen neredeyse durmuş, İngiltere büyük ekonomik kayıplara uğramıştı. Ardından Belçika’da yem nakil paletlerindeki dioksin kalıntısını takiben ortaya çıkan kriz, palmiye yağında motorin yakıtı, tavuk yeminde kanalizasyon atıkları, peynirde patojenik bir bakteri olan listeria, tavuk etinde antibiyotik ve solmenella, kırmızı ette E. Coli, yaş sebze ve meyvede tarımsal ilaç kalıntıları, kuruyemiş ve baharatta aflatoksin… Liste böylece uzayıp gidiyor 1990’ların başında 129 İngiliz vatandaşının BSE bulaşık sığır eti yedikleri için Creutzfeldt-Jacob hastalığı nedeniyle ölümleri gıda kaynaklı sağlık teditlerinin boyutunu gösteren ciddi örneklerden yalnızca biridir. Bu olay ve diğerleri Avrupa halkında endişe, gıdalara karşı güvensizlik ve devlet kurumları ve tedbirlerine karşı güven kaybına yol açmıştır. Sonuçta, Avrupa Birliği’nde 2005 yılından itibaren uygulanmak üzere 2002 yılında Avrupa Gıda Yasası olarak adlandırılan 178/2002 sayılı Yasayla gıda güvenliğini ilk üretimi de kapsayacak şekilde düzenleme altına alınmıştır. Bu ise tarımsal üreticilere, üretimle ilgili verileri kayıt altına altına alarak izlenebilirlik sistemine dahil olması sorumluluğu getirmiştir.

Gerçekten de, tedarik zincirinin tüm aşamalarını kapsayan bir koruma ve kriz yönetimi için ileriye ve geriye doğru izleme gerektiğinden “izlenebilirlik (traceability)” sistemlerinin tesis edilmesi gıda güvenliğinde başarı sağlamanın temel araçlarından biri durumundadır. Bir başka deyişle izlenebilirlik üreticiden tüketiciye kadar tüm tedarik zinciri boyunca gıdanın üretim, işleme, depolama, paketleme, taşıma, satış gibi tüm aşamalarda bulundukları yer, yapılan uygulama veya işlemlerin geriye ve ileriye doğru izlenmesi olanağını sağladığından gıda güvenliği ve kalite yönetiminde önemli bir araç olarak görülmektedir. Bu nedenle, ilk üretim yeri olan çiftlikten tüketiciye kadar olan tüm aşamalarda işletme ve işyerlerinin iş yapma biçimlerini yeniden gözden geçirme ve düzeltmesini dayatan önemli bir sorumluluk ve maliyet ortaya çıkmış durumdadır. Gıda işleme ve paketleme endüstrisinin önemli bir bölümü daha önceden kısmen veya tamamen bir kademe ileri ve geriye izlenebilirliği sağlayan sistemler ile HACCP gibi uygulamalara geçiş yapmış, yapmakta veya aşina durumdadır. İşin zor ve güç kısmı tarımsal üretim aşamasında çiftlik düzeyinde uygulamada görülmektedir. Bu nedenle çiftlik düzeyinde gıda güvenliğini sağlamak üzere son beş yıl içinde EUREP tarafından Good Agricultural Practices (GAP) yani “İyi Tarım Uygulamaları (İTU)” gibi bir öneriler, önlemler dizisini kapsayan bir evreye girilmiş durumdadır. Özellikle AB’de çiftlikten çatala (farm to fork), ahırdan sofraya (stable to table) gibi sloganlarla gıda güvenliği için izlenebilirlik çalışmalarına başlanmış ve böylece ilk üretimle ilgili bilgilerin (üretim yeri, kullanılan girdiler, miktarları, uygulama şekli ve tarihi vb bilgiler) üretici tarafından kayıt altına alınması zorunlu hale gelmiştir.

Hollanda’da yapılan bir anketin sonuçlarına göre tüketici, gıda güvenliğinden büyük oranda devleti ve devlet gözetiminde yetkilendirilmiş denetim kurumlarını, ancak yine büyük bir kitle doğrudan gıdayı satın aldıkları perakendeci marketleri sorumlu olarak gördüklerini belirtmişlerdir. Bu anketin gösterdiği sonuçlardan yola çıkan ve Hollanda’da büyük süpermarketlerin üyeliğiyle kurulmuş olan Centraal Bureau Levensmiddelenhandel (CBL), Hollanda ve AB’de gıda güvenliği için öncü rol üstlenerek Hollanda, İngiltere ve Kuzey Avrupa Ülkeleri’nin büyük süpermarket zincirleri, toptancılar, gıda sanayii ve dağıtıcılarından oluşan “Euro Retailer Produce Working Group” veya kısaca EUREP olarak adlandırılan “Avrupa Perakendecileri Ürün Çalışma Grubu”nu kurmuştur. EUREP çalışma gurubu iyi bir gıda güvenliğinin çiftlikte üretime bağlı olduğunu farkettiğinden İyi Tarım Uygulamaları olarak adlandırılan Good Agricultural Practice (GAP) kuralları veya standardını geliştirip yayınlamışlardır. EUREP katılımcısı marketlerde satılan gıdaların EUREPGAP sertifikasına sahip olmaları zorunlu hale getirilmiş; bu amaçla gerekli sertifikasyon sistemi de uygulamaya konulmuştur. Küresel ölçekte tarımsal standartların tümlüğü, saydamlığı ve harmonizasyonunu garantileme amacında olduğu belirtilen EUREPGAP işçi sağlığı, güvenliği ve refahı dahil olmak üzere çevreye ve hayvan sağlığı ve refahına saygı esasıyla üretilen güvenli gıda için kuralları kapsamaktadır. Başlangıçta, sebze ve meyve için oluşturulan GAP şimdilerde kesme çiçek ve süs bitkileri, entegre çiftlik güvencesi, entegre su ürünleri üretimi güvencesi ve kahveyi de kapsayacak şekilde genişletilmiş ve çalışmalar sürdürülmektedir.

Ülkemizde ise gıda güvenliğini ve bu amaçla risk analizi, kriz yönetimi ve izlenebilirlik araçlarını da kapsayan güncel mevzuat çalışmalarına Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin olarak hazırlanan Ulusal Program çerçevesinde başlanmış ve 27.05.2004 tarih ve 5179 sayılı “Gıdaların Üretimi, Tüketimi Ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun” 05.06.2004 Tarih ve 25483 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 5179 nolu yasanın muhtelif maddelerinde gıda güvenliği için iyi tarım uygulamaları, izlenebilirlik ve denetimler de dahil birçok uygulama ve işlemin yönetmeliklerle düzenleneceğine dair çok sayıda hüküm yer almaktadır. Ancak, yasada söz edilen yönetmeliklerden çok az sayıda bir bölümü hazırlanarak yürürlüğe girmiştir. Yürürlüğe giren yönetmeliklerden biri de iyi tarım uygulamaları (İTU) ve izlenebilirliği 8.9.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 25577 sayılı İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik (İTUY)’tir. İTUY’nin 6. Maddesine göre üreticiye üretimle ilgili kayıt tutma zorunluluğu yanında bitki koruma, hayvan sağlığı ile ilgili uygun yöntemlerin kullanılması, toprak ve su analizleri yapılması ve kayıt altına alınması zorunluluğu da getirilmiştir. Yönetmeliğin 7. Maddesinde ise ürünleri satın alan müteşebbislerin üreticilerle sözleşme yapması, üretici kayıtlarının bulunması koşulunu araması zorunluluğu da bulunmaktadır.

Ancak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca yapılan mevzuat düzenlemeleri, denetmen ve sertifiker eğitimi uygulamaları bir yana gıda güvenliği ve bunu tesis etmek için kullanılacak izlenebilirliğin nasıl etkin bir şekilde uygulanabileceğine ilişkin çalışmalar ve projelerin olmadığı görülmektedir. Dahası tarımsal meslek örgütleri ve üretici örgütlerinin de çoğunlukla odaklandığı noktanın hasat zamanlarına yakın tartışılan ürün fiyatlarında yoğunlaştığı basında yer alan haber ve demeçlerden anlaşılmaktadır. Çevresel sorunlar, ekolojik dengenin bozulması, gıda kaynaklı hastalıklar ve buna bağlı ölümler ve ekonomik kayıplar ile hayvan hakları ve refahı yönünde gittikçe güçlenen toplumsal duyarlılıklar başta AB olmak üzere hemen tüm gelişmiş ülkelerde tarımsal üretim teknik ve yöntemlerinde yeni bir takım yasal ve ekonomik önlemler ve değişimlere yol açtığı görmezden gelinmekte ve/veya işin ciddiyeti kavranamaktadır. Oysa herşeyden önce İTU tarımsal ürün ihracaatı için artık olmazsa olmaz bir zorunluluk arzetmektedir. Özellikle AB’de tüketicilerin sağlık, çevre ve kültürel değerler açısından satın aldığı gıdayı denetleyebilme, izleyebilme istekleri ve AB mevzuatları tarımsal üretimde ve üretici rollerinde değişim gereğine işaret etmektedir. Artık tarımsal işletme ve üreticilerden geniş anlamda aşağıdakilerin karşılanması beklenmektedir.

Üreticiler:

- Güvenli gıda üretmeli, yani gıda zincirinin ilk halkası olarak üretimde gıda güvenliğini tesis edecek baş oyuncu olmalıdırlar,
- Kaliteli gıda üretmelidirler,
- Üretim yaparken çevreyi (toprak, su, hava kalitesi) korumalıdırlar,
- Ekolojik dengeyi bozmayacak şekilde üretim yapmalı, doğal kaynakları (orman, bitki örtüsü, deniz, akarsu, göl ve göletler vb) ve doğal görünümü (doğa estetiği ve peyzajı) korumalıdırlar.
- Üretim yaparken vatandaşların doğadan yararlanmasını, rekreasyonel gereksinmelerini de engellememelidirler.
- Tüm bunları yaparken kırsal kalkınma ve istihdamın sürekliliğini sağlamalıdırlar.

Yukarıdaki beklentilerin, üretici kimliğini yeniden tanımlamak, üretim yöntem ve tekniklerini yeniden biçimlendirmek, üretimi çevresel ve toplumsal duyarlılıkla yapmak anlamına geldiği ve çiftçiye yeni roller yüklediği açıkça ortadadır. Üreticilerin sürdürülebilir tarım (sustainable agriculture) veya yenilenebilir tarım (renewable agriculture) gibi yeni üretim yaklaşımları çerçevesinde çevresel, ekonomik ve toplumsal olarak sürdürülebilir olarak üretim yapması gerekmektedir. Ancak, Türk üreticisinin bu beklentiler doğrultusunda bir yandan gittikçe artan nüfusu, gittikçe tükenmekte olan ve/veya bozulan kaynakları çevre dostu üretim teknik ve yöntemleriyle kullanarak işlemesi, kaliteli ve güvenli gıda üretmesi ve üretim ekonomisine katkıda bulunması gerektiğinin henüz farkında oldukları söylenemez. Çünkü, şu an için örtüaltı sebze üretimi yapan ya da ihraç amacıyla yaş sebze ve meyve üreten bazı sözleşmeli üreticiler dışında bu beklentilerle yüz yüze gelenlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle Türk üreticisinin bu yeni evrede doğal, yapısal, ekonomik, sosyal ve kültürel varlık ve değerleri bir bütün halinde düşünerek ve koruyarak üretim yapma teknik ve yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi ve eğitilmesi gereklidir. Yani üreticiler artık sadece tarla ve bahçeye tohum eken, fide diken, çapalama, gübreleme, budama, sulama ve hasad vb yapmayı bilen bir “çiftçi” değil aynı zamanda, toprak, su ve hava, yani çevreyi koruyarak iyi tarım yapan duyarlı bir “yurttaş” olmalıdırlar. Kısaca söylemek gerekirse sadece ihraç edilen yaş sebze ve meyve için değil, yurt içinde üretilen ve tüketilen her türlü ürün için Türk üreticisinin iyi tarım uygulamalarını öğrenmesi ve uygulaması sağlanmalıdır.

Ancak, iyi tarım uygulaması ile üretim yapması beklenen üreticiler iyi tarım uygulamaları konusunda yeterli eğitim ve donanıma sahip değildirler. İTUY eğitim görevi ve sorumluluğunu tarım il müdürlüklerine verilmiştir. Ancak, Web sitesi olan il müdürlüklerinin yayınladıkları faaliyet raporları incelendiğinde birkaç il müdürlüğünün yapmış olduğu sınırlı projeler hariç, İTU adına sadece denetimlerden söz edilmektedir. İTUY iki yıldan beri yürürlükte olmasına karşın (henüz bilindiği kadarıyla) çiftçilere İTU eğitimi gerçekleştiren il müdürlüğü yok denebilir. Esasen il müdürlüklerinde İTU eğitimi verecek yeterli sayı ve nitelikte elemanın bulunmadığı da bir gerçektir. Bu nedenle en başta eğitici rolü üstlenecek il müdürlüklerinin eğitimi de gerekmektedir. Tarım İl müdürlükleri bir an önce genel İTU kriterleri yanında kendi bölgelerindeki ürün veya ürün grupları bazında iyi uygulama rehberlerinin hazırlatmaları/hazırlamaları, Web, radyo-tv, gazete, dergi, broşür vb basılı materyal yoluyla dağıtmaları, il ve ilçe müdürlüklerinde sürekli eğitim programları açarak belirli bir plan içinde İTU eğitimlerini gerçekleştirmelidirler. Kaldı ki, bundan iki yıl önce çıkarılan İTUY’de il müdürlüklerinin “Üretici ve üretici birliklerine İTU konusunda eğitim ve yayım hizmeti vermek” gibi görev ve sorumlulukları bulunmaktadır.

Üreticilerin İTU hakkında bilgilendirilmeleri ve eğitilmelerini mevzuat gereği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı üstlenmekle birlikte üretici birlikleri de bu görev ve sorumluluğu paylaşmak için projeler gerçekleştirmelidirler. Üretici birlikleri yeni yaklaşım ve roller konusunda üyelerine yardımcı ve destek olmalıdırlar. Örneğin, üreticilerin tutması gereken üretim ile kayıtların etkin, pratik ve düşük maliyetle tutulması için gerekli eğitimler, donanımlar ve sistemlerin sağlanması ve tesis edilmesi üretici örgütlerinin üstlenebileceklerinden bazıları olarak sayılabilir. Özellikle örtü altı yetiştiricilik, turunçgil, zeytin vb ürünler ile ilgili üretici birliklerinin elektronik kayıt tutma ortamlarını yaratmaları, kendi veritabanları ve izlenebilirlik sistem ve yöntemlerini oluşturmaları diğer ürün gruplarına göre daha kolay uygulanabilir gibi gözükmektedir. Ancak, Antalya İhracaatçı Birlikleri ve TOBB’un ihracaat endideşinden kaynaklanan bazı çözüm yaklaşımları dışında üretici birliklerinin konuya eğilmedikleri de bir gerçektir. Üniversiteler ve araştırma kurumlarının da gıda güvenliği ve izlenebilirliğini garantileyen iyi tarım uygulamaları konularını tarla, bahçe ve zootekni eğitim programlarına almaları, bu yönde araştırma ve geliştirme çalışmalarını yürütmeleri, dahası TKB’nin sözleşmeler yaparak hızlı ve yaygınlaştırılmış üretici eğitimi için üniversitelerin olanakları ve insan kaynaklarından yararlanmayı öngören projeler gerçekleştirmesi de önerilebilecek konulardan biridir. Kaldı ki, 18.4.2006 tarihinde kabul edillen 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 9. Maddesinde geçen “Bakanlık; tarım, çiftçi eğitimi ve yayım faaliyetlerinde, sivil toplum örgütleri, özel sektör kuruluşları ve serbest danışmanların görev almasını sağlamak için gerekli düzenlemeler yapar, bu kuruluş ve kişileri teşvik eder, çalışma esaslarını belirler ve denetler.” ifadesi gereği sözü edilen usul ve esasları düzenleyen yönetmeliklerin bir an önce uygulamaya geçirilmesi de bu bağlamda eğitim yüklerinin devlet teşvikleriyle yaygınlaştırılması ve etkinleştirilmesi açısından önemlidir.

Sonuç olarak, yalnız mevzuat düzenlemeleriyle, denetim uygulamalarını ön plana çıkararak etkin çözümler üretilemeyeceğini anlamamız gereklidir. Üreticilerin yeni gelişmeler, yaklaşımlar ve zorunluluklar hakkında bilgilendirilmesi ve eğitiminin sağlanmasını öncelikli konular olarak gör(e)mediğimiz sürece tarımsal üretimde değişen rolleri üstlenenemiş üreticilerle başbaşa kalacağımızı, ekonomik ve sosyal birtakım sorunlar yaşayabileceğimizi şimdiden söyleyebiliriz. Türk çiftçilerini sadece AB mevzuatına uyum için yürürlüğe konulan bir takım yasal düzenleme ve yaptırımlarla zorlayarak değil fakat aynı zamanda küresel bir ekonominin bir unsuru olarak dünya ölçeğindeki ticari ve kültürel gelişimlerin farkında olarak; daha az maliyetle ancak daha güvenli ve kaliteli gıda üreterek rekabetçi bir tarımsal sistem içinde kalmalarını sağlayacak önlemleri alarak yeni roller konusunda yardıma gerek duyduklarını bilerek anlamalıyız. Bu amaçla da en başta yaygın ve etkin bir eğitim desteği yanında tüm tarafların katılımcı ve oyuncu olduğu bir takım anlayışıyla yeni ve rekabetçi bir tarımsal üretim politikasının geliştirilmesi için çalışmalıyız.

Esen kalın

- Foto: Giresun Dağlarında (Espiye, Giresun) fındık bahçesine dönüştürülen ormanlar, arka planda fındık bahçesi zeminindeki yabancı otları temizlemek için son yıllarda kullanılan kimyasal ilaçların (herbisit) yaratmış olduğu görüntü (kızıl, kahverengi) ve dolayısıyla kirletilen su kaynakları

- Adana ZMO Ekin Dergisi yayın için kabul edilmiştir.

 
Toplam blog
: 32
: 2489
Kayıt tarihi
: 23.05.07
 
 

çevre ve ekosisteme gönül vermiş, doğada dolaşan, doğayı seven ve doğanın dilini öğrenen ..