Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '11

 
Kategori
Öykü
 

Taş Krallığı

Taş Krallığı
 

Taş Krallığının sefil dilencisinin, yine ayakkabıları yırtık, gömleğinin düğmeleri kopuk, saçı darmadağın, gözleri şiş. Belli dün gece uyumamış, Krallığın köpekleri emir almışçasına her köşe başına kıvrıldığında uyandırmışlar onu. Bir başka köşeye, bir başka köşeye derken sabah olmuş. Saat erken, Sütçü İoannis (Yannis) henüz sütlerini yeni sağıyor olmalı. At arabasının tekerleklerindeki tenekeler sokağın Lidya parkesi taşlarıyla sevişmedi henüz. 45’lik dul, Madam Agalia sokağın tam ortasındaki evinin penceresini açmış, isminin hakkını verircesine, neşeli, ince ve ipeksi sesiyle Agnes Sokağın tüm bekar delikanlılarını Aindro’nun kıraathanesine çekiyor. Her sabah merakla izliyorum onları. Ama bilseler Agalia her sabah kimseler görmeden, 16’sında sevdiği, 17’sinde evlendiği ve 23’ünde kaybettiği Argus’a gidiyor, onun neşesiyle bu şarkıları söylüyor, Aindro’nun kıraathanesi sabahın bu saatinde sadece kedi ve köpekleri ağırlar. 

Sabahın ilk saatleriyle kapattığım, akşamın ilk saatleriyle açtığım dededen kalma emektar meyhane ve ben, hiç kimsenin görmediklerini görürüz yıllardır Agnes Sokakta. Madam Agalia’yı yıllardır her sabah Argus’un mezarına tek zambakla giderken görürüm. Tek zambak meselesini daha geçen yıl öğrendim. Yağmurlu bir sabah, mezardan dönerken, tahta sandalyelerini masaların üzerine ters çevirerek hasır süpürgeyle ahşap zeminini süpürdüğüm emektara bir anda dalıvermişti Agalia. İçeri girer girmez toz olmaması için yere serptiğim ve ahşapla buluşunca çam ağaçlarının yağmur altında kalmış taze kokusuna benzer bir kokuyu duyunca Agalia, gözlerini kapadı ve derin bir nefes çekti, “Zambak” dedi, “Zambak mevsimi kokusu”. O anda gözlerinden dışarıda yağan yağmura nispet yaparcasına yaşlar akmaya başladı. N’oluyor diye garip bakışlarıma aldırmadan masanın üzerinde ters bir şekilde duran bir sandalyeyi yere bıraktı. Sandalyenin ayakları ahşap zemine vurduğu anda başladı Madam anlatmaya. -Argus!!! Bir zambak mevsimi sevdim onu, bir zambakla başladı birlikteliğimiz, ve zambaklarla dolu bir bahçede evlendik. Papaz Efendinin zambaklara karşı alerjisi varmış, biraz zor kıydı nikahı, diyerek gülümsedi gözlerindeki yaşlarla. -Argus ve geçen güzel 6 yıl, derken gözlerindeki yağmur biraz daha arttı. Daha sonra uzun uzun anlattı. 22 yıldır her sabah zambakla O’na gittiğini anlattı. İnsanların onu Çapkın Dul görmelerinden rahatsızlık duymadığını anlattı. Bıraksınlar öyle bilsinler sevgimiz temiz kalsın dedi ağladı. Her sabah pencerede söylediği şarkıları Argus’un istediğini anlattı. Sabahları kimse yokken Argus’un ona daha rahat gelebildiğini anlattı. Bir yıldır bilirim zambak hikayesini, Madam Agalia ile de o gün bu gündür sıkı bir dostluğumuz vardır. O sabah delikanlıların yine kıraathaneye toplandığını cumbalı ahşap evinin penceresinden gören Agalia, önce kıraathaneye sonra küçük bir gülümsemeyle bana baktı. Argus’tan sana selam getirdim der gibiydi. Ben de başımı hafifçe öne eğerek, nazik bir şekilde selamını aldım. Penceresindeki zambakları özenle suladı ve onları güneşlenmeleri için dışarıda bıraktı. Sütçü Yannis nidaları ve at arabasının tekerlerinin melodisi birbirine karışmış bir şekilde sokağın başında görülüverdi. Ahhh Yannis tekerleklere demir çakacağına şu atın ayaklarına nal çaksan önce, her gün tembihliyorum ama nafile. Lidya parkeleri yaşlı atın ayağını sokağa girer girmez dövmeye başlıyor. Garibimin gözlerinden belli çektiği acı. Agnes Sokakta tükenir her sabah Yannis’in sütü. Yaşlı at da fazla acı çekmeden evine döner ama nerdeee! ahırında toynaklarının acısıyla ertesi günkü mesaiyi bekler. Tam bu sırada dilencinin pantolonu düşmesin diye kuşak niyetine beline bağladığı kırmızı ipe dikkat kesilmişti gözüm. Solgun, yıpranmış ama hala ilk günkü gibi sağlam. Agnes Sokak. Cumbalı ahşap evleri, eski dükkanları, yıllardır bitmek bilmeyen dostluklarıyla, yüzyıllardır yaşıyor. Solgun, yıpranmış ama hala ilk günkü gibi sağlam. Lidya parkelerinde madamların topuk sesleri, meyhanesinde Hristof’un sirtakisi, nefis çaylarıyla Aindro’nun kıraathanesi, tam kalbinde ise Agalia’nın zambaklarının esintisi. İşte bizim Taş Krallığımız, kalplerin taş olmadığı, sevgilerin karşılıksız, mutlulukların, acıların beraber paylaşıldığı, tek bir sokaktan ibaret. Yıldızlar muhafız, ay ise kralımız. Gök siyah ay pırıl pırıl olduğunda muhafızlar selam durur ve kralımız şerefine daha az görünürler gökyüzünde. Ama Taş Krallığı gece de gündüz de yaşar. Kimsenin görmediği, bilmediği sırları ile birlikte. 

 
Toplam blog
: 4
: 446
Kayıt tarihi
: 05.05.11
 
 

Uzunca bir eğitim hayatından sonra öğretmenliğe genç denecek bir yaşta adım attım. Diyarbakır'ın Çer..