Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '13

 
Kategori
Öykü
 

Taş'tım yine deli gönlüm

Taş'tım yine deli gönlüm
 

Dönerken bulutlar üzerimde,

Taş kesildim olana bitene,

...Ne kadar zamandır buradayım bilmiyorum...Gözlerim olmadığı için göremiyor, ellerim olmadığı için tutunamıyorum. Sadece yüzüm yerde, sadece ve öylece içimdeki “ben neredeyim” sorusuyla bekliyorum. Nefes alamıyorum ki ben daha önce hiç nefes almadım ama bir yoğunluk bir uğultu var bedenimde. Buz gibiyim bilmem kaç zamandır ve bilmem kaç zamadır çocukluğumdan kalma yaralarımın izleri sızlıyor inceden inceye...

Çok güzel zamanlardan geldim buraya. Tatlı tatlı esen rüzgarın yüzümde savrulmasına alıştım ilk zamanlar. Sonrasında da sıcak bir elin baş parmağı usul usul okşar oldu gittikçe pürüzlerinden kurtulan yüzümü ve ben alışmıştım her gün saat yönünde yüzümde dolaşan o tombulumsu elin baş parmağına. Ama şimdi neredeyim? Havasız kaldım ve havasız kalmanın ne demek olduğunu tam da burada öğreniyorum. Daha önceleri de böyle çaresiz, durgun, halsiz kaldığım olmuştu ama şu içerimdeki sızı bir türlü geçmek bilmiyor. Zaman hiç geçmiyor sanırım burada ki tek sığınağım sürekli çalan o müzik, o derinlerimde salınan dalgalarınuğultulu sesi. Etrafımda neler olup bittiğini bilmiyorum, neden buradayım, neden uzağımdakileri yakın hissederken yakınımdakileri uzak hissediyorum, hiç mi hiç bilmiyorum. Kim bilir kaç yaşımdayım ve kim bilir kaç mevsim geçti üzerimden? Denize atılan bir taş parçasıyım ben... Kaç defa çarptım yüzümü suya ve kaç defa dalmamak için derinlere çabaladım, hatırlamıyorum. Sesim çıkmadı, "korkuyorum, atma beni" diyemedim. Nasıl da süzülerek indim derinlere, herbir yanım deniz oldu ve herbir yanım tuz kesti. Şimdi şimdi kendime geliyorum fakat bilmediğim bir yerde ve can dostumdan çok uzaktayım artık. Bir taşın can dostu olur mu diye çok sordum kendime, ama bildim, hatta bilmenin ötesinde gördüm, hissettim ki oluyormuş. Burada olmak değil de beni öyle savurması, atması uzaklara asıl zoruma giden. Hiç ayrılmayacaktık. Çok kızgınım O'na. Aslında daha ilk tanışmamızda paramparça etmişti beni ve yine uzaklara savuran o,  parçalanıp kırılan, dağılan ise yine ben oldum. O zaman da sesimi çıkaramadım. Tek çıkan ses; üç parçaya ayrılan bedenimin çıkardığı yankılı bir iç çekişti doğaya. "Ahh" dedi her bir parçam ama isyan etmedim asla. Tanrı'nın yarattığı bir taş parçasıydım ben, kayalardan kopup gelen ve ağaçların arasında yıllarını geçiren, göğsü damar damar, kahverengi saçlı, inançlı bir taş parçası. (D)üşüyorum...

Taştım,

Ki dolmuştu gönlüm...


...Nasıl da karıştım birden toprağa, nasıl da özüme kavuştuğumu hissettim birden o kum tanecikleri bedenimi sararken anlatamam. Kayboluyordum, sonsuz bir huzur kapladı usul usul içimi ki artık içim yoktu benim. Çok mekan değiştirdim, çok yer gezdim. Herşey değişti şu kısacık ömrümde, durmadan durulmadan. Sadece o müzik değişmedi ki bir damla iseniz, hayatı anlamak için çok fazla kendinizi yormazsınız. Cevap zaten içerimde biryerlerde sorusunu bekliyordu ama ben hiç sormadım. "Neden ben bir damlayım"? demedim. Sadece herbir yanımda aynı anda yankılanan o müziği izledim. Dostumdan ayrılmak zor geldi elbet. Hiç ummuyordum bu bedenden bir gözyaşı damlası olarak ayrılmayı ve güneş yanaklarıma dokunurken dostumun yanağından süzüle süzüle kum taneciklerinin üzerine düşmeyi. Bir kaç zamandır bu bedende dolaşıyordum ve son günlerde iyiden iyiye bir tuhaflık hissediyordum. Damlaların da hisleri olur mu demeyin. Müziğin ritmi değişmişti ki Tanrı ile aramızdaki en güçlü bağ sanıyorum bu hiç bitmeyen, yitip gitmeyen müzikti. Hızlanmıştı müzik... Nasıl anlatsam; derinleşmişti ve içimden bir çarpıntı yükseliyordu. Bu sabah  kasıklarımdan boğazıma doğru bir yanma hissettim ve o güç çekti beni yukarılara. Bıraktım kendimi ama nasıl sızladı heryerim anlatamam. Yandım, yandım, yandım. Sonunda olan oldu, ışıkla buluştum, koştum, koptum, attım kendimi boşluğa hızlıca. Böyle ayrılmak istemezdim O'ndan... Konuşabilseydim keşke, “sen de bırak kendini müziğe” diyebilseydim ama vakit gelmişti işte. Deniz kenarında durmuş, denize karşı ağlayan bir çift gözden süzülen gözyaşı damlasıydım ben, şimdilerde kum tanecikleri saklıyor beni. Dağılıyorum...

Deniz taşır,

ve deniz taşar..


... Kim ne zaman daralsa koşa koşa bana gelir. İçimde ne sırlar saklıyorum kimseler bilmez... Öylece duruyorum, öylece oturuyorum, zaman zaman coşuyor zaman zaman da sessizce yorganın altına saklanan bir çocuk gibi kendimi dinliyorum. Öyle heybetli göründüğüme bakmayın, ne fırtınalar kopuyor içimde, ne med-cezirlerle savruluyor zihnim, Tanrı biliyor. Kimileri kısmetlerini benim bağrımda ararken kimileri yanıma yaklaşmaya çekiniyor, onları yutmamdan yok etmemden korkuyorlar. Haklılar da aslında ve aslında işime de gelmiyor değil böyle düşünmeleri. Göğsümün orta yerinde hayatlarını kaybedenler de oldu, sayemde karşı kıyılara geçenler de. Tüm olan bitene rağmen, benimle ilgili tüm yargılara rağmen varlığımla, benliğimle, içimdeki tüm sırlarımla buradayım. Arayan aradığını buluyor bende ama ben ne arıyorum, onu bilmiyorum. Nehirlerin kavuşmak için can attığı, içerisinde binbir canlıyı barındıran, sakin, kuşkulu, coşkulu, romantik ve zaman zaman da hırçınlaşan denizim ben. O gün de sakin sakin ruhumu dinlerken, yüzümden seken küçük taş parçasıyla irkildim. Tam beş kez yüzüme çarpan o küçücük taş parçasını usulca çektim içime ve tuzlu suyum ile sardım herbir yanını. Sakin bir zamanıma denk geldi. Nedendir bilmiyorum ama insanlar yamacıma kadar gelmeyi, kıyılarımdakileri sanki onlardan ayrı kalmışım da onlara kavuşmak istiyormuşum gibi bana vermeyi çok seviyorlar.  Benise kim gelirse dışarıdan içerime,uzağımdan yakınıma, büyük bir olgunluk ve sabırla temizliyorum, geleni, gönderileni. Ne de olsa denizim ben. Huyum suyum bildiklerinden farklı. Büyük peygamber Musa'dan öğrendim arınmayı ki beni tam orta yerimden ikiye ayırmıştı zamanında. O'na olan saygımdan isteğini geri çevirmemiştim, çünkü diyordu ki; "girmeden önce bir kapıdan içeri, üzerinizi temizleyiniz". Ne kadar da doğru söylemişti. Önyargıları büyük olanların yaşadıkları acılar da büyük oluyor bağrıma sokulurken. O küçük kahverengi taş parçası da çok korkuyordu ve çok direndi derinlerime dalmaktan. Ama olan olmuştu artık. Atılmış, fırlatılmıştı tek dostu tarafından. Önyargılarını bıraktığı an, müziğime kapıldığı an tüm sıkıntıları geçecektir, buna eminim. Denizim ben; bazen kendi derinlerinden korkan, yüzü güneşe, özü Tanrı'ya dönük olan, med-cezirli bir deniz. Taşıyorum...

Sataş’tımkendime,

Bir taş attım...


...Aslında hiç kolay olmadı benim için. Kaç yıl oldu bilmiyorum onu yanımda taşıyalı. Uğur taşımdı o benim. Yıllar geçtikçe şekil değiştiren altı yassı, üzerinde damarları olan kahverengi bir taş parçası... Ama işte ayrılma vakti gelmişti. Bir'den anladım aslında ona nasıl bağlandığımı, an’sızın, birdenbire. O'nunla başlamıştım biriktirmelerime ve şimdi herşeyi daha net görüyordu gözlerim... Çocukluğumun onikili yaşlarındaydım. Babamın kocaman ellerinden tutuyor ve yaz tatili için gittiğimiz o yemyeşil köyümüzdeki evimizin arka bahçesinde hoplaya zıplaya yürüyordum. Kocaman bir ağaç, etrafında binbir yeşillik, esen rüzgar ve bana kocaman gelen bir kuyu vardı gizemli bahçede. Aman Allahım, ilk gördüğümde korkmuştum o uzun dilli, kara yakalı kuyudan. Çok derin ve ürkütücü görünmüştü gözüme. Babamın anlattığı Yusuf peygamberin hikayesi geliyordu aklıma ve içten içe merak ediyordum, olanı biteni. Düşündükçe korkuyor, ürküyor, heyecanlanıyordum. Tam oniki gün ziyaret ettim o kuyuyu ve en yakın arkadaşım oldu benim. Çok sevmezdim o yaşlarda konuşmayı ki etrafımda konuşacak kimse de yoktu. Kuyu sanki benim için bir iletişim aracı olmuştudoğayla, Tanrı’yla. Ben birşeyler düşünüyor, sorular soruyor ve cevap gelmesi için kuyuya küçük taşlar atıyordum. Sanki yeraltı ile yerüstünü birleştiren bir aracıydı o kuyu. Düşen taş ve çıkardığı ses ve cevap beklerken geçen süre... Sonra, yedinci gün bir taş buldum kuyunun yakınlarında. Diğerlerine göre biraz iriceydi, nasıl gelmişti kim getirşmişti onu oraya bilmiyordum ama diğerlerinden farklı bir havası vardı. Alıp o taşı hızlıca başka bir taşa vurdum. Tam üç parçaya bölündü o kararlı görünen taş. Bu sayede daha fazla taş parçasını Tanrı'nın kapısını tıklatmak için kullanabilecektim, O’na sesimi duyurabilecektim belki de. O kadar çok soru vardı ki kafamda, hemen parçalardan bir tanesini attım kuyuya. Ardından sarktım, usulca baktım, niyetimce aktım uykuya dalar gibi...Kayboldu hemen, sanki görevini yerine getirmek istermişçesine. Kalan iki parçadan birtanesi çok hoşuma gitti. Şekil olarak çok düzgündü ve o an niyet ettim. O taşı büyük bir dileğim olduğunda kullanacak ve Tanrı' nın evinin kapısını tıklatacaktım ki beni duysun, bana baksın, ruhuma dileğimi üflesin. Sürekli cebimde taşıdım o taşı ve arkadaş, sırdaş olduk ikimiz. Parmağımla sürekli bir yüzünü okşuyordum. O yassı kaygan yüzeyi gün geçtikçe parlıyor, güzelleşiyor, üzerindeki damarlar ise temizledikçe derinlerine saklanıyordu usul usul.. Cebinden taşını eksik etmeyen, taşına dokundukça ona benzeyen, katı, sert, doğrularından şaşmayan ve köy yolundan dönüşte geçirdiği kaza ile tekerlekli sandalyeye bu yaşına kadar bağlı kalan yirmibeşli yaşlarında sessiz bir adamdım ben. Kazadan sonra çok taş fırlatmıştım, çok kez tıklatmaya çalışmıştım Tanrı'nın kapısını, penceresini ama sanıyorum sıram gelmemişti henüz. Sıramı beklerken düşüncelere dalıyor, düşüncelere daldıkça taşıma daha sıkı sarılıyor, taşıma daha sıkı sarıldıkça tekrar düşüncelere dalıyordum.Ona her dokunduğumda yüreğimin etrafına ördüğüm duvar daha da büyüyordu ve kimsenin duvarımı aşmasına, yüreğimde konuk olmasına izin vermiyordum. Bir insan son derece değer verdiği nesnelere, son derece düşüncelerine  benzer, buna eminim... Sonra birgün, sanıyorum sıram geldi ve içimden bir yangın, içimde bir yankı çoğaldı. Nefes alışım hızlandı önce, sonra gözümdeki nesnelerin renkleri parlamaya, herşey daha canlı görünmeye başladı gözlerime. Bir taş gibi soğuk ve mat olmaya alışkındım. Ağladığımı gören olmamıştı da sadece geceler gözlerime doluşan o gözyaşlarına çoğu kez şahitlik etmişlerdi... Devir tamamlanıyordu ve sanıyorum göstermiş olduğum sabrın karşılığını almaya başlıyordum. Bir tuhaflık vardı... Bir şekilde niyetlendiğim şeylere, çalışarak, uğraşarak varacağımı düşünürken ve yıllarca doğru bildiklerimden şaşmadan hareket ederken, kontrolün benden çıkmaya başladığını görüyordum son zamanlarda. Daha önce bu hisse hiç kapılmamıştım. Yuvadan uçmak üzere olan bir kuş gibi hissediyordum kendimi. Neden böyle olmuştum, bir anlayış, bir fikir değiştirebilir miydi tüm geçmişi bilmiyorum. Hissettiklerim aşk mıydı onu da bilmiyorum ama işte o sabah denize bakarken aslında beni bağlayan zincirlerin zihnimdeki düşünceler, önyargılar olduğunu farkettim ve o an garip bir şekilde içimden daha da fazlası yükseldi. Tüm inançlarımı, düşüncelerimi, yargılarımı oracıkta bırakmak, kestirip atmak istercesine savruldum. Uçsuz bucaksız denizden gözlerimi hiç ayrımadım. Büyülenmiş gibiydim... Sonra cebimden o yılların eskitemediği can dostum taş parçasını usulca çıkardım, son kez baş parmağım ile artık kayganlaşan yüzeyini tüm benliğimle okşadım. Kolay değildi elbet. Olağan gücümle tekerlekli sandalyemden ayağa kaltım, durdum, irkildim, sarsıldım ve o çok kıymetli taşımı, başımın tacını, dertlerimin ortağını denizin kucağına gönderdim. Tam da o sırada gözümden bir damla yaş süzüldü ve usulca kum tanelerinin üzerine bıraktı kendisini. Beş kez sekti kahverengi bakışlı taşım ve gözden kayboldu. Gidiyordu, göndermiştim onu, ama bu sefer Tanrı'nın kapısını, penceresini tıklatmak için değil, bağlı olduğum tüm düşüncelerden inançlardan kurtulmak için yaptım, attım, fırlattım onu.. Birden tüm vücudum hafifledi. Bacaklarımda kanın daha hızlı dolaştığını hissediyordum. Koşup zıplamak geliyordu içimden.

...Denize baktım, nasıl da farklıydı benden... Hep korkmuştum ondan, derinliklerinden, içinde kaybolmaktan şimdiye kadar. Hiç güven vermiyordu bana. Taş gibi toprak gibi değildi, dalgalı, belirsiz, hırçın ve ayaklarım yere basmıyordu onunlayken. Ama tüm algım birden bir’e değişmişti giden taşımla. Ne toprak ne hava ne deniz ne de içindeki taş ne de gözlerimden süzülen yaş görünüyordu gözüme, hepsi bir’den bitmeyen bir müzik oldu gönlümde ve yankısından gönlümdeki duvar yıkıldı..Birdenbire...

Aşk ile..

Bektas

 
Toplam blog
: 8
: 367
Kayıt tarihi
: 17.01.13
 
 

Müziği seviyorum, bir de geriye kalanları müziklendirmeyi.. ..