Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '09

 
Kategori
Resim
 

Taşın içine girmelisiniz

Taşın içine girmelisiniz
 

AŞK


RESSAM ARSLAN EROĞLU İLE SÖYLEŞİ

Karşı Sanat Çalışmaları 1 – 25 Nisan 2009 tarih aralığında Arslan Eroğlu'nun “AŞK” adını verdiği çalışmalarına ev sahipliği yapıyor. Arslan Eroğlu ile söyleştik. Resim ile yaşam arasında kurulan yolculuğunda bizden içtenliğini esirgemedi. Paylaşıyorum.

Zeliha Demirel : Öncelikle kutluyorum Sevgili Arslan Eroğlu, çalışmalarınızı bizimle paylaştığınız için. Günümüzde başta sinema olmak üzere sanat ve edebiyatın hemen her dalında verilen üretilerde yalnızlık kutsanır oldu. “Aşk” kavramı da insana dair diğer kavramlar gibi popüler kültür arenasında acımasızca içi boşaltılan kavram oldu. Bu bağlamda “Aşk “ isimli serginiz anlamlı. Aşk isimli tabloda bir erkek, bir kadının kızıl uzun saçlarını tarıyor. Bu, kibrinden feragat etmiş bir sevgi mi? Yoksa hümanist bir bakış mı Aşk’a? Uğruna Panama’nın fethedildiği Kızıl saçlı Azize’ ye gönderme mi?

Arslan Eroğlu :Üçü de değil. Burada söylemek istediğim daha aşkın bir aşk. Aşkın genel tarifi batı kaynaklarında cinsellik ile örtüştürülür ve kadının erkeğe olan kalp motifi üzerinden gidilir halbuki bu coğrafyada göz üzerinden aşk yaşanır. Bize de aşk böyle öğretildiği için belki de çoğumuz böyle bilir böyle yaşarız aşkı. Ben daha aşkın bir aşktan sözediyorum. Ferhat ile Şirin'in aşkı, Kerem ile Aslı'nın, ... aşkı. Doğu'nun “Binbir Gece”sindeki aşk, Metin Erksan'ın “Sevmek Zamanı”. Figürlerim aşkın ne olduğuna dair bir gösteri yapıyor ve çekiliyorlar. Burada hassasiyet ve incelik öne çıkıyor. Kadının saçını tarayan adamın inceliği, kadının duruşundaki bir incelik... Aşk bir durumdur, haldir.

Zeliha Demirel : Sergi salonuna girer girmez “Kurbağalama duruşu” hem sözcük olarak hem de resim olarak karşımıza çıkıyor. Burada söylemek istediğiniz aşka sıçrama mı? Hayata sıçrama mı? Yoksa sınıfsal sıçrama mı? Sınıf atlamak için kullandığımız sıçrama tahtasına gönderme mi?

Arslan Eroğlu : Bunlar değil. Figürlerim herhangi bir sınıfa ait değiller. Aslında bu kurbağalama duruşu insanın kökenlerine gönderme. Hangi sınıfa ait olursak olalım hepimizin bu duruşları hayatımız içinde vardır. Tamamiyle pagana gönderme, ilkele gönderme yapmak istedim.

Zeliha Demirel : Resimleriniz ait oldukları mekanda hem sabitler hem de çıkıvereceklermiş gibi…

Arslan Eroğlu : Başı ve sonları devraldığımız noktada figürlerim. Kesintisiz devam eden akışın bir parçası hepsi de. Bir nevi film şeridi gibi. Bu geleneklerimizde var. Sinema perdesinde Karagöz Hacivat da var. Her figür, oyununu oynar, geriye çekilir ve başka bir mecliste yer alırlar. Resimlerimdeki figürler Klasik Batı Sanatının figürleri gibi bu perdede yer almazlar. Her figür, oyununu oynar, geriye çekilir ve başka bir mecliste yer alırlar. Perde iki boyutlu yüzey olduğundan hiçbir figürüm üçüncü boyut yanılsaması yapmaz. Batılı bir ideyi temsil eden bir simgeler bütünü oluşturmaz,

sadece tinsellik doğuran bir atmosfer oluştururlar. Figürlerim minimal bir alfabenin harfleridir. Bir bağlantı öğesidir. Yüzeydeki öğeler kademe kademe birbirine eklenerek bir tür meclis oluştururlar. Batılı bir akademik eğitimden gelsem de; Anadolu’dan uzak Asya’ya kadar olan coğrafyanın bütün imge dizini benim resmimi oluşturur. Batı resminin dekorsu üç boyutlu imgelerle oluşturduğu yalancı mekâna uymazlar. Yüzeye kendileri gölge düşürmezler; çünkü kendileri gölgedir. Gölgenin de yüzü olmaz, onlar, ağlayan, gülen, acı çeken bir halet-i ruhiye sunmazlar. Görünürler ve kaybolurlar. Ürkütücüdürler.

Zeliha Demirel : Çalışmalarınıza verdiğiniz isimler anlatımı daha da güçlendirmiş diye düşünüyorum. Örneğin “Taşın içine girmelisiniz” adlı resimde taşıllaşmadan mı söz ediliyor yoksa eriyen, akan, buharlaşan bir tinsellikten mi? gibi sorular uçuşuyor zihnimizde.

Arslan Eroğlu : “Taşın İçine Girmelisiniz” Bu topraklardan Uzak Asya'ya kadar ortak oluşmuş bir felsefenin, benim koyduğum tarifi. Bu tabloda şaman gibi oturan erenin diğerlerine bir önerisi var. “O kadar çok erimelisiniz ki taşın içine girebilecek kadar ince, keskin ve hassas olmalısınız.” Bu, Anadolu derviş yapısının temel bir söylemidir Uzak Asya'ya kadar uzanan. Bütün alevi ve diğer heterodoks yapıların felsefesidir de bana göre. Bana ait bir cümle ve hayata dair bir önermedir. Sertliği parçalayacak kadar ince bir ruhun olsun ki o taşın içine sızabil.

Zeliha Demirel : Figürler gündelik hayattan figürler. “Kamuran” içimizden biri. Bu; bize dayatılan “estetizme” tepki mi? Ya da şöyle mi demek istediniz : Herkes kendi hayatında başrolde. Kamuran şişman, çirkin bir kadın ama ben onu seyirlik yaptım mı?

Arslan Eroğlu : Hayat devam ederken bedenin güzellik algısı da değişiyor. Bu bize sistemin dayattığı rahatsızlık. Şişman kadına kendi içindeki denklemiyle baktığımızda güzellikleri görebiliriz. Bedenlere bakarken; güzel ya da çirkin ayırmam, onların yaşayan bir kimliğin gölgeleri olmaları yeter.

Zeliha Demirel : Zeynep Sayın; resimlerinizi anlattığı yazısında “…resmin içinde yer alacak öğeleri kademe kademe birbirine ekleyerek bir tür eklemleme ve çeşitleme ile önce kümelere sonunda bütün düzen topluluğuna uzanan bir istifleme” diyor. Bu düzene başkaldırı mı?

Arslan Eroğlu : Bu çıkarsama yanlış. Bu resmin kendi kurgusuyla ve kuruluşuyla ilgili. Figürler protesto üretmiyor. Tamamen resmin üzerindeki yapılış ögesi ile ilgili. Meclis, Anadolu resimlerinde, minyatürlerde bir gruplama olarak hep vardır. Resmim Batı geleneğiyle çatışan bir altyapı sunar, budur benim protestom.

Zeliha Demirel : Hani Proust “bir miktar saf zaman” der ya… Resmin kendi serüveninde mekansal bir zamandan saf bir zaman bloğuna geçiş halini mi yansıtıyorsunuz ya da klasik figüratif alandan çıkış çizgisi mi? Sanki her an her şey çıkartılabilirmiş ya da eklenebilirmiş gibi. İmgeler virgülle bekliyor adeta. Bu durum imgeyi zorlama ve şimdiye kadar kullanıldığı biçimin dışına fırlatma olarak hissettiriyor kendini. Gözden sakınılan imge ile karşı karşıyayız… Bu serginin tamamını bir embriyo olarak düşünebilir miyiz, bundan sonraki çalışmalar için?

Arslan Eroğlu : Bu söylenebilir. Aynı zamanda manifesto demek istemiyorum ama bütün görsel sanatlarla ilgili bir şeye dikkat çekmek ve tartışma açmak anlamında.

Zeliha Demirel : Sanatın işlevselliği konusunda bu güne kadar pek çok şey söylendi. Onun dünyayı değiştirmek gibi bir yükümlülüğü olduğunu savunanlar da oldu, hiçbir işlevi olmadığını ve olmayacağını öne sürenler de. İşlevi varsa zaman içinde aşınmaya ya da göçmeye mi uğradı?

Arslan Eroğlu : Sanat ve sanatçı kavram ve kelimelerine takılmıyorum. Modernizmle birlikte adı konmuştur. Gerektiğinde işlev yükleyen, gerektiğinde kaldıran kapitalizmin işleyiş biçimidir. Yapılan sanat eseri alt sınıftan kopuksa zaten ne kadar neyi değiştirir ki? Daha buraya ait daha içimizden bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Aslında bir levha yapıyorum. Levha; levh-i mahfuzdan gelen (bütün bir tasavvafu kapsayan); gözden sakınılan, korunan, kutsiyet atfeden yazılı çizili bir imge düzlemi. Bu düzlem masa örtüsü de olabilir, seccade de. Duvar halısı da olabilir, dua yazısı da. Ali motifinin çok işlendiği levha da olabilir. Hepsi geleneklerimizde plastik olarak var. Kaynaklarım ve sahiplendiğim miras bu. Bazıları 'artık Doğu'ya yöneldim' diyorlar. Doğu'yu anlamıyorsun; bir Fransız gibi, Parisli gibi Doğu'ya bakıyorsun. Sadece motif aktarıyorsun ya da çalıyorsun. İçinden geçtiğimiz yüzyılın getirdiği etki var. Adına Yeni Oryantalizm diyorlar ve Doğu motiflerini resmin içine oturtarak sanat eseri yapıyorlar. Halbuki bu topraklara nüfuz edebilmek önemli. Motifin kendi yaşamın. Bunun bile farkında değil çokları. Amentü Gemisi'nden bir motif alarak, anka kuşunu alarak, minyatürden bir dağ görüntüsü alarak bu topraklara inemezsin. Oradaki felsefeyi, kulvarı biliyor olmak lazım.

Zeliha Demirel : Sizin açınızdan resim yapmak bir çatışma unsuru mu? Uzlaşma arayışı mı? Kendini bir biçimde çoğaltma mı?

Arslan Eroğlu : Tarla sürmek gibi. Çünkü, tarlayı sürdüren şey üstünden hayatı devam ettirirsin. Bir gelenek vardır Tarlayı nasıl süreceğine dair. Yani bu tamamiyle tarlayı sürerken gösterdiğin hassasiyetle ilgili bir şey. Tarlayı sürerken almış olduğun yolla ilgili bir şey. Hasatı kötü, iyi, verimsiz, doğru, yanlış, … olur bu ayrı. Ama sürüp bitirene kadar bir yolculuk izlersin ve bu yolculukta aldığın erime hali...

Zeliha Demirel :Bir söyleme biçimi olarak ele alırsak resminizi kimlere nereden sesleniyor ve ne söylüyorsunuz?

Arslan Eroğlu : Taşın içinden sesleniyorum. Taşın dışındakilere…Taştan kastım bir geleneği devraldığım. Ondan kopmadan, üstüne yaşamsal birikimlerimi, deneyimlerimi eklemleyerek. Geldiği yeri bilmeyen, gideceği yeri de bilmez.

Zeliha Demirel :Çalışmalarınızda hangi kaynaklardan besleniyorsunuz? Sizin sanathaneniz nerede?

Arslan Eroğlu : Neşet Günal atölyesinden mezunum. Batı resmini iyi bilirim. Metin And benim için çok önemlidir. Benim yapmış olduklarımın farkına varmamı sağlamıştır. İzlek sürdüğün zaman karşılaştıkların önemlidir, etkilenme değil karşılaşma önemlidir. Bu anlamda karşılaştığım minyatürler, Matrakçı Nasuh, Siyah Kalem, Doğu Coğrafyasına bakıldığında aleviliğin kültürel mirası da beni etkiliyor. Hurufilik olarak çıkan herşey beni ilgilendiriyor.

Zeliha Demirel : Malevich “Kendimi biçimin sıfır noktasına dönüştürdüm ve akademik sanatın çöple dolu boya havuzundan dışarı çıktım” der. Akademik çalışma ortamının ya da biçiminin yaratma cesaretini ve gücünü daralttığını ve kısıtladığını düşünüyor musunuz?

Arslan Eroğlu : Akademik çalışma ortamları genellikle batı sanatı anlayışını öğretirler ve sisteme eklemlenmiştir. Çıkan sanat akımı ya da sanat ürünü kapitalist ekonomik dönüşle çıkar. Bu biçimle çıkan akımlar birbirini reddeder gibi görünürler ama reddetmeyen biçimde birbirinin devamı niteliğindedirler. Akademik eğitim batı enstrümanlarını öğretmiştir. Ama bir değişim dönüşüm yapmak istiyorsak burada onu çalamayız. Bir karşı duruş sergiliyorsak karşı durduğumuz, karşısında olduğumuz olguya dair herşeyi iyi bilmemiz lazım. Ben tabelacılık yaptım. Resimde sözdizimi kurmamı buna borçluyum. Tabelada harfleri dizersiniz, sözcüklere ulaşırsınız, resimde imgeleri, figürleri dizersiniz, “Meclis”e ulaşırsınız.Batı enstrümanlarını bilerek ama kendi geleneklerimizden taşıdığımız melodilerimizi güçlendirecek yaratıcılıkta eserler üretebildiğimiz ölçüde yeni bir şeyler yapmış oluruz. Gözün doyumundan uzaklaşmadığı sürece ürettiklerimiz, birbirinin tekrarı ya da türevi niteliğinde kalacaktır. Batı sanatında üretilen her şey, göz için, haz için yapılıyor ve dekoratif bir panonun ötesine geçemiyor.Halk felsefesinin getirdiği bir nefes olmak önemli.

Zeliha Demirel : Postmodernizme ve kavramsal sanata bakışınız? Modernizm her alanda global bir prototip üretirken resim bundan nasıl etkilendi.?

Arslan Eroğlu : Postmodernizm ve kavramsal sanat birbirinden çok farklı değiller. Birbirini besleyen şeyler. Öyle hızla üretildi ki herşey, aynı hızla da tüketiliyor, birbirini bu anlamda da besleyen şeyler. Postmodernizm yeni sömürgeciliğin ya da emperyal yaklaşımın kültürel yayılması. Kavramsal sanatın gözüken yüzü de çok yanılsamacı. Zaten bunu sinema devinim olarak tekrarlıyor. Kill Bil'de de Süpermen'de de var. Bir parça bağımsız sinema bu durumun dışına çıkabiliyor.

Zeliha Demirel : Son olarak çıplaklık üzerine ne söyleyeceksiniz?

Arslan Eroğlu : Çıplaklık bir terim sadece. Ayrıca çıplaklık da bir giysidir. Bizim giysimiz tenimiz. Klasik bir Batı resminde model çıplaklığının farkındadır, duruşu da ona göredir, gözün doyumuna göre durur. Benim çizdiğim figürler bizim farkımızda değil. Bir nevi görünüp kaybolan gölgeler gibiler. Onları giydiren de, soyan da bizim gözümüz. Gözle barışık, haz alan göz için her şey pornografikleşir.

Zeliha Demirel : Çalışmalarınızı ve fikirlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler. İmge Tanrısı bereketini üzerinizden eksik etmesin.

 
Toplam blog
: 84
: 605
Kayıt tarihi
: 05.03.09
 
 

Konya Akşehir doğumluyum. Selçuk Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliğ..