Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '08

 
Kategori
Kitap
 

Taşınma zorlukları, heycanı ve roman

Taşınma zorlukları, heycanı ve roman
 

http://www.aatmlsincan.k12.tr/dergi/arsiv/ekim2007sayisi/Bebek_Istanbul%5B1%5D.jpg


Başlığı değiştireyim dedim bu kez. Romanı bitirinceye kadar iki yazı daha yazarım diye düşünmüştüm, hatta üç yazılık birikimim de var, “Masumiyet Müzesi”nden sözediyorum tabii ki. Roman hakkında şimdiye kadar iyi, kötü, düz, tarafsız, taraflı bir sürü söz söylenmiştir herhalde. Bilmiyorum Türkiye’de oluyor mu; yaşadığımız bazı yerlerde hanımların kitap okuma klüpleri vardı. Her ay bir veya iki kitabı okuyup, kendilerine göre, tamamen okuyucu gözüyle tartışıyorlardı. Galiba bunun eksikliğini yazarak, kendimi izleyerek kapatmaya çalışıyorum. Ne de olsa bu benim okuma serüvenim; kendi gözümden, birikimimden, yaşamımdan, hayallerimden, hatta şu anki yoğunluğumdan bakıyorum.

Şimdi, "dünya vatandaşları" olarak, ileride “tarihin dönem noktalarından biri” olarak yazılacak önemli zamanları yaşıyoruz. Ekonominin şu anki durumunun şakası yok, etkilerinin az bir zaman sonra beklenilenden daha yıkıcı olma olasılığı çok fazla. Şu anda değişiklikleri yapması gereken kişilerin arasında bunu anlayabilecek öngörülü insanların çok az olduğunu fark etmek beni üzüyor. Ümidim “sıradan insanların” unutulan “insan faktörü”nü hatırlatabilecek tepkilerinde... Bu ayrıca uzun uzun yazılabilecek bir konu; bugünlerimle, okumalarımla ilgili olduğu için şöyle bir üzerinden geçmek istedim.

“Masumiyet Müzesi”ni okudum, bitirdim. Okurken bir çok şey beni hüzünlendirdiği kadar gülümsetti de. Okuyup bitirdikten sonra romandan hatırladıklarım bana hâlâ inceden tat, zevk, mutluluk veriyor, hüzün ise hep var. Evet, bu kesinlikle bir “aşk” romanı, aşkın bir çok hallerinin romanı, aşkın bir çok alemlerle ilgisinin anlatımı. Okurken ve toplanırken sık sık hepimizin biriktirdikleri aklımdaydı. Yaşamımız biriktirdiklerimizin toplamı... Bir yandan kitaplarımı kutulara yerleştirirken (zor da olsa okumaya dalmadan kutulara koymayı başarıyorum), kızımın bebeklikten kalma, anısı olsun diye sakladığım giyisilerini koklayıp da paketlerken, ya da yine kızımın daha okumayı öğrenmeden, minyatürler gibi çizerek resimlerle anlattığı, sakladığım öykü defterlerine bakarken, bu ufak tefek, hiç kullanmadığım şeylerden hiç bir zaman vazgeçmeyeceğimi biliyorum.

Saatleri anlatmış yazar, ve çok da zamanın göreceliği ile oynamış. Hem hoşuma giden, hem beni çok oyalayan bir konu zaman. Okurken Eco’yu “Foucault Sarkacı” ile sık sık hatırladım. Zamanın “durması” veya “uzaması”, “sonsuzluk halleri”, bunları anlatış yolu, bir ay kadar önce Itzhak Bentov’un “Çılgın Sarkaç” isimli kitabını okurken düşündüklerimin çok benzeri. (Sarkacın iki yöne giderken durduğu bir nokta var, bu sonsuz zamanda ve sonsuz yerde aynı anda yalnızca varolmakla açıklanıyor kitapta, veya ben öyle anlamak istedim) Şu günlerde bizde de zaman hem çok hızlı, hem çok yavaş geçiyor. Bir an önce yeni evimize yerleşmek istiyorum; zaman geçmek bilmiyor. Eşyaları toplarken zaman hızla akıyor, taşınma gününe yetiştiremeyeceğimden korkuyorum. Diğer evin anahtarlarını da aldık. Arada bir oraya gidiyoruz (kırılacak eşyaları biz kendimiz götürüyoruz), manzaramız çok güzel olacak: Binanın en üst katı, şehir ayaklar altında, ön ve arka terastan geniş ve çok uzak görüşümüz olacak. Gün batımları güzel oluyor bu şehirde, akşam keyfimiz doyumsuz olacak. Hayal etmesi bile heyecanlandırıyor beni, bir an önce birbuçuk hafta geçsin, artık orada yaşayalım istiyorum.

Dün gece yazımı bitiremedim. Öyle yorulmuşum ki harflere yalnış basmaya başlayınca bıraktım. Bu sabah yine erkenden kalkıp yeni evimize gitmem gerekiyordu. Ufak tefek bazı tamirler için işçiler gelecekti. Yeni daireye girdiğimde henüz güneş doğuyordu. “Böyle büyüleyici bir manzarayla karşılaşacağımı bilseydim daha önce de hep bu saatlerde gelirdim” diye düşündüm. Dün gece gün batımını yazmışım, gün doğumu nefes kesecek güzellikte. Öylesine uzak görüyoruz ki güneşin doğuşundan Dünyanın yuvarlak sınırlarının bile farkına varabildim. Yeni evin manzarasına âşık oldum. Büyülendim. “Masumiyet Müzesi”nde de büyülü aşk, büyülenme var sanki. Sonra bir de özgürlük simgesi gibi kuşlar, kuş resimleri... Sosyal kurallar, baskılar altında kadın olmanın, insan olmanın gizli bir tepkisi gibi, isyanı gibi, ince ince işleyerek kuş resimleri yapan bir kadın...

Ve diğer kadınlar: ilmek ilmek, renk renk halılar, danteller, iğne oyaları... (Bunu esinlenerek ben ekledim, yoksa kitapta sadece kuşlar var)

Ben, romanı okurken sık sık romanın yazılarının içinden, satır aralarından kendi yaşantıma, bu dünyaya, diğer alemlere bazen farkında olmadan, bazen tamamen o alemi hissederek geçtim. Bu derinliği bir tarafa bırakıp da (çünkü bu derinliği, başka alemleri, kitabın bana verdiği ve yaşattığı mistik boyutları herkesin benim gibi yaşamayacağını biliyorum. Bunlar için çok “hayalci” olmak gerek, çok gerçekçiler için fazla soyut) “ayakları yere daha sağlam basan anlatıma” gelirsek; Kitaptaki Kemal ve çevresi çok tanıdık, çok bildik Türk insanı, insanları. Zengin veya fakir, yetiştiriliş tarzımız, erkeklerin erkeklikten anladıkları, annelerinin erkek çocuklara davranışları, anababaların kızlarını ve oğullarını yetiştirirken kullandıkları “aman başkaları ne der” veya “bizim ailemize göre”li standartları, ayırımları, bir de kitapta anlatılan dönemin ateşli politik yapısı altında yaşananlar, çelişkiler o kadar güzel yazılmış ki, sayfa sayfa o yıllarıma, zor gençliklerimize dönüp hatırladım. İşin güzel yanı, kimseyi kırıp dökmüyor, iplikler pazara çıkmıyor. Olduğu gibi, gözlemlediği gibi yazılmış. Ve o gözlemlerin hepsinin temelinde “masumiyet” var.

Ben bu Orhan Pamuk romanını da diğerleri gibi sevdim. Geçenlerde Arjantin’li arkadaşımla romanlar ve yazarlar hakkında konuşuyorduk; onun da Orhan Pamuk romanlarını sevdğini öğrenince sanki o romanları ben yazmışım kadar sevindim. Şimdilerde “Öteki Renkler” kitabını okuyormuş, duyunca biraz bozuldum. Okumadığım ve bende olmayan tek kitabı Öteki Renkler. Sanıyorum ben bir romansever olduğum için dikkat edip de almadım. Ama şimdi merak ediyorum. Yaz tatilinden önce okuyabilmem için kocamın iş arkadaşlarından birinin yolunun Türkiye’ye düşmesini bekleyeceğim gibi duruyor.

Roman bitti. Yaşam devam ediyor. Kimbilir kaç kişinin (herkesin) yaşamı roman. Bazıları bir yaşamından onlarca roman çıkarırken, bazıları sadece yaşıyor. İyi ki yazabilenler var; hem onların hem kendimizin yaşamını sayfalarda görüp izleyebiliyoruz. Roman yazabilenlere özeniyorum. Gayret etsem, sabretsem, azmetsem benim yaşamımdan kaç roman çıkar acaba? Hele bir yeni evimize yerleşelim, herşey yerini bulsun, manzaraya alışalım...

 
Toplam blog
: 10
: 1123
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

Çok gördüm, çok gezdim, çok yaşadım. Bir arpa yoldan, evvel zaman içinden, ne kaldıysa... Üç sonsuz ..