Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '12

 
Kategori
Deneme
 

Taşla taharete saygı

Taşla taharete saygı
 

ben çektim


İnanca, düşünceye ve yaşam biçimine saygı duyumu üstüne bir deneme:

İnsan uygarlığına hayranım, gelecekten umutluyum; adaletin ve estetiğin görecelik kavramıyla hayatta birden çok hak ve doğruluk anlamı taşıyabileceğine inanırım. Bu yüzden hiçbir ideolojiyi, din ve inancı tümden ne iyi ne kötü gösteririm. Ancak en uç görecelik mantığına bile saçma sapan gelebilecek olanlarına karşı çıkarım. Bir internet arkadaşımın iletisinden alıntıyla örnekleyeyim:

“18 ay kıta subaylığı yaptım. Ulaştırma bölüğündeydim. Bölük komutanını ikna ettim ve bölüğe çok güzel bir tuvalet yaptırdım. Onun da hoşuna gitti. Tugay komutanından takdir bile aldık. Alaturka filan ama akan suyu var. 1960lı yıllarda böyle bir tuvalet birliklerin pek azında vardı. 

Kısa bir süre sonra bizim tuvaletin gideri tıkandı. Temizlettik; fakat kanalizasyon bağlantı kanalından bir sürü taş çıkmasına çok şaşırdık. Meğer memlekette suyla değil de taşla taharet alma geleneği de varmış. Oturduk bütün bölüğe taşla değil, suyla temizlenmeleri gerektiğini, üstelik nasıl temizleneceklerini canlı model kullanarak açıkladık. Bir aya kalmadan tuvalet yine taşlarla tıkandı. Tuvalete bir nöbetçi dikip kimlerin taş ile içeri girdiğini bulduk.

Neymiş efendim, Hz. Muhammed taşla taharet alırmış. Taşların sayısı da çift olacakmış. Eğer üçüncü taşla popo temizlenmiş olsa bile mutlaka dördüncüyü de kullanmanız sünnetmiş. Yani adamlar dinin gereği sandıkları hurafe inançlarına bağlılıktan taş kullanıyorlardı.”

Aslında bize saçma gelen örnekleri çoğaltabiliriz: Örneğin, en uç görecelik mantığına bile saçma sapan gelebilecek inanılmış yalanlar dolaşır internette… Neptünyumlar, petrol denizleri, bor tarlaları, suni depremler, havadan atılan keneler, 2012 zamanın sonu, ufo efsaneleri gibi falan filanlar... Bir de “Bir Türk dünyaya bedel” böbürlenmesi var ki yanıtlamam olanaksız. Ben şimdi desem ki “Türk’ün aklı başına bir kaçarken bir de uyurken gelir” kim inanır bana? “Kaynağın nerede?” diye sormaz mısınız bana? Yoksa uyduruk bir kaynakla internette kırk kere dolaştırsam inanır mısınız hemen? Tabi bir de kaynağın gerçekliğini sorgulamak gerekecektir. Sorgulamaksa inanmaktan zordur…

İnancın doğruluk belgesi sorulmaz.  İsteyen istediğine inansın. İnansın da inandığını bilimsel veya insanlık ahlâkı genel bir doğru gibi sunmasın. Hele de hurafe olmuş inançlar benden saygılı bir kabul görmeyi hiç beklemesin.

İnanç kökenli böylesi bir taharet geleneğine saygı duymamızı bekleyenleri hoş görmek demokrasi ahlâkından sayılsa da, saygı duyum sınırını da sanırım burada belirginleştirmek gerekiyor. Bu sınırı çizen uzun bir cümle kurabilirim: İnsan uygarlığının toplumsal yaşantısıyla bağdaşamayan bir inanç ve düşünce olgusu soyut ifadesinde kaldığı sürece, ya da somutlaşan varlığı ve bilinebilen sonuçlarıyla toplumsal yaşamın huzurunu tehdit etmeyen kişiye özel ortamda tutulabildiği sürece, ne ve nasıl olursa olsun özgürlüğüne saygı duyumunu hak edecektir. Tabi ki bu hak ediş yüzünden o inanca ve düşünceye karşıt olandan herhangi bir saygı duyumu gelmeyebilir. Hatta saygı duyumu yerine kınamalı bir tenkit bile gelebilir; ayrıca, saygı duyumsuz fakat ahlâklı bir karşı duruş da sonuçta saygı duyulması gereken bir özgürlüğün söz hakkıdır; yeter ki bu özgürlük, saygıya lâyık görmediği bir inancı ve düşünceyi kınayıp yermede aşağılamayı marifet saymasın, yasaklama ve cezalandırma niyeti de taşımasın.

Zaten ileri demokrasi, inanç ve düşüncelerle birlikte yaşam tarzlarına saygı duymaktan öte geçip, demokratik ahlâk içinde kalan fakat saygı duyumu olmayan ifadelere de saygılı bir karşıtlık içermektedir. Benim demokrasi anlayışım herhangi bir şeye saygı duymamayı da özgürlük hakkından sayar; yeter ki insan duymadığı “saygıyı” saygısız biçimde ifade etmesin. Beğenilene saygı terbiyedendir; beğenilmeyeni saygıyla reddetmek demokrasi ahlâkındandır. Ancak, demokrasi ahlâkı her ne kadar beğenilmeyene saygıyı talep etse de, bazı beğenilmeyenleri sırf saygının hatırına toplumsal yaşam özgürlüğü olarak kabullenmeyi de “demokratik ahlâksızlık” sayabilir. Yani, taşla taharet inancına ileri demokrasi adına duyulabilecek en yüksek saygı bile onun toplumsal yaşam içinde uygulanabilir bir özgürlük yapılmasına çıkmaz.

a-Bir insan inancın gereği taşla taharetlenmesi gerektiğini ifade etmişse eleştiride ona saygılı kalınmalı; bu kişiyle dokunmalı temastan kaçınmak dışında hiçbir caydırıcı yaptırım eylemine gidilmemeli. Esas olan, inancın direncini eleştirinin akıl saygınlığıyla kırmaktır.

b-Bir insanın inancı gereği taşla taharetlendiği somut biçimde ortaya çıkmışsa, gene eleştiride saygıyı korumalı. Burada da esas olan, inancın direncini eleştirinin akıl saygınlığıyla kırmaktır. Ancak kişi inancını ortak yaşantı alanlarında uygulamakta inat ediyorsa demokratik hukuk çerçevesinde caydırıcı yaptırım eylemine gidilmelidir.

Eleştiride ve karşıtlıkta saygılı olmak demokrasi kültürünün erdeminden sayılsa bile, her inanca, düşünceye ve yaşam tarzına saygı duymak ileri demokrasinin gereği değildir; çünkü saygı duyumu varsa yaşamsal ilişki de yakın bir olasılık demektir ki, ben kendime dürüst kalmak adına taşla taharetlenen birinden uzak kalmayı yeğlerim. Aksi hâlde taharet taşlarını tutmuş olan inançlı kişinin elini sıkmamak zaten saygı duyumunu yalanlar.

Eğer bir inanç ve düşüncenin bireysel yaşam biçimi yapılmış hâlleri başkalarının yaşam biçimiyle kesişen alanlara girmişse ve rahatsız edici bir sorun olarak ortaya çıkıyorsa, saygı çerçevesinde kalan eleştiriden ileri gidip bu tür inancın veya düşüncenin kişinin mahremi (kapalı özeli) dışında somutlaşmasını engelleyici çözümler bulunmalıdır. Bu engelleme de kurumsal demokrasinin hukuk sistematiği içinde halledilmesi gereken bir sorun olarak ele alınmalıdır. Ortaya çıkımı ne kadar özel kimlik alanı içinde kalsa ve bundan dolayı göreceli bir haklılık sunsa da, bazı inanç ve düşüncelerin ifade ve yaşam biçimleri hukukun üstünlüğü tarafından saygılarla kısıtlanabilir ya da hepten özgürlüğe kapatılabilir.

Örneğin:  Zırnık toplumsal ve bireysel yaşam tehdidi içermese bile, hiç kimse özel yaşam alanı içinde sadece kendisi için olduğu savıyla uyuşturucu ve alkollü içki üretemez; değil kendi özel bahçesinde, saksısında bile izinsiz kenevir, tütün ve afyon yetiştiremez. Özel yaşamı dışına çıkartmayacağı varsayımıyla izinsiz silah yapamaz, bulunduramaz, taşıyamaz.

Kısacası, ne kadar özel yaşam gibi görünse de inanç ve düşüncenin yaşam biçimlerinden bazılarının özgürlüğü demokratik hukuk aklıyla sınırlanabilir veya hepten yok sayılabilir. Türkiye’de bu bağlamda kimse “inancım ve de özelimdir” diyerek ineğini şehirde başıboş bırakamaz; fakat Hindistan’ın bazı şehirlerinde inekler serbestçe caddelere çıkabilmekteymiş. Kimse Bağdat Caddesi’nde üstünde bir donla dolaşamaz; fakat birçok Afrika ülkesinde erkekler ve kadınlar üstleri çıplak dolaşabilmekteymiş… adalet ve estetik görecelidir. İşte bu yüzden bize aykırı duran düşünce ve inançlarla yaşam biçimlerini eleştirideki saygı demokrasinin erdeminden sayılır.

Ancak, hiçbir saygı duyumu toplumsal yaşamı ve hatta sadece bir kişinin yaşam biçimini tehdit edici düzeyde somutlaşan inanç ve düşünce özgürlüğünü kimseye hak ettirmez. Ayrıca, kişiye özel yaşam alanı içinde kalan veya başka yaşantıları tehdit etmeyen en yaramaz ve sakıncalı sayılabilecek düşünceyi, inancı ve yaşam biçimlerini yok etmeyi veya onu saygısızca eleştirmeyi de hiç kimse kendine hak sayamaz. Tabi ki hiç kimse de inançlara ve düşüncelere saygı duyumu göstermesi için baskılanamaz.

Ben her inanç ve düşünceye saygı duyumu göstermek zorunda olmayışımı demokrasinin özgürlük hakkından sayarım. Ancak en hurafe inancı bile saygılı bir dil veya eylemle kınamayı da demokrasi ahlâkımdan sayarım. Saygı duymak içsel bir ahlâk dürüstlüğüyken, saygılı olmak demokrasi ahlâkının gereği olan bir dışa vurum terbiyesidir. İnancımın ve düşüncemin ifadesi olan aşağıdaki sözlerime saygı duyumunuzu beklemiyorum; ancak yorum ve eleştirilerinizde saygılı olmanız sizin demokrasi erdeminiz olacaktır.

*Dindar nesil yetiştirmek ve hazırdaki vatandaşı dindar yapmak bir devletin görevi olmaktan çıktı artık. Ortalığı pisletmiyorsa isteyen dört taşla taharetlenebilir; bunun için dükkânlarda taharet taşları bile satılabilir. İleri demokrasiler devletin her tür ideoloji ve inanca taraftarlıktan arınmış olmasını ön koşul yapar. Bence dinlerin kutsallaştırılmış, yani ilahi ideolojileri nedeniyle devletli olmaları daha da sakıncalıdır. Çünkü kutsal olan değişmez olur. Örneğin “şeriat” bence Müslümanlığın ideolojisidir ve toplumların demokratik hak ve seçimlerine göre değişmez; seçilmiş veya atanmış din ulemasının Kuran’ı anlayışı ve yorumlayışı çerçevesinde değişebilir; ancak Kuran’ın kutsal değiştirilemezlik mührü bu çerçeveyi çok dar tutar. Ve açıktır ki özgürlükler daraltıldıkça değil, genişletilip açılabildikçe demokrasi insan mutluluğu için ilerleyebilir.

Laik demokrasinin değeri işte burada parlamaktadır. Çünkü laik demokrasi birbirini boğazlamayan her tür özgürlüğün birlikte var olabilme kültürüdür. Devletin yapacağı laik bir güzellik varsa o da şudur: Özgürlükleri gasp etmeyen inanç ve ideolojilerin soyut ve somut ifade özgürlüğüne güvence olmaktır. Devletin inanç ve ideolojileri kayırıcı tutumu laikliği bozar. Ancak devletin toplumsal ve bireysel özgürlükleri gasp edici inanç ve ideolojilere karşıt tutum takınması laikliği bozmaz. Doğrusu bana uydurma gibi gelen taşla taharetlenmede kişi başkalarına açık tuvalet ve kanalizasyon sistemlerini kullanırsa devlet bunu inancın, düşüncenin veya geleneğin laik demokrasi özgürlüğünden saymaz, engelleyici tutum takınır. Bu bağlamda taşla taharetlenme inancı veya geleneği kişinin kendi özel kanalizasyon sistemini ilgilendirdiği sürece laik demokrasinin bir özgürlüğü sayılmalıdır. Tabi ki bu özgürlüğe saygı duymamak da benim demokratik özgürlüğümdür; ancak iş eleştirmeye geldiğinde saygılı olmayı da demokratik ahlâkımın gereği yaparım. Eleştiri özgürlüğümün demokratik hak tanımlı olması için kendi içimde saygı duyumu oluşmasa bile yaptığım eleştirinin saygılı bir ifade içermesi gerekiyor.

*Bana göre dinsel ibadetler inancın bir yaşam biçimidir. Bedeni ve zihni dışsal ve içsel çıkarcı etkenlere karşı kapatabilen, ruhani ergenliğini tanrısal tümlük üzerine odaklayarak sevgiyi Allah rızası için taşın bile kalbine işletebilen ibadetlerin önünde saygıyla eğilirim. Akılsız inancın ibadeti ‘Allah’ diye yeri göğü paralasa bile nafiledir, çünkü inanç bence aklın vicdanıdır. Akıl kapalıysa vicdan da uyur; akıl dışı en inançlı ibadet bile onu uyandıramaz. Bu yüzden akılsız inanç vicdan azabından korkmaz da cehennem azabından korkar. Tanrı’ya sundukları ibadetler karşılığında vicdanlı ve sevgili olmayı istemek inancın sahte mührüyle kapanmış akıllarına gelmez de, bencil nefislerin tutkulu arzusuyla dünyada mal mülk, ahrette cennet isterler. Akılsız inanç odasında uyuyan vicdanlarından korkmayanlar, ‘Allah’tan korkun!’ diye fetva verirken, inancını aklının vicdanı sayanlar, ‘Allah sevgisi olandan korkmayın’ derler…
 
*İman sahipleri, kendileri nasılsa Tanrı’yı da o hale getirirler: İyiler Tanrı’yı iyi yaparlar, kötüler de korkunç yaparlar. Kinci, geçimsiz ve bencil insanlar inançlarına yaslanarak beğenmediklerini cehenneme gönderirken, sevgi ve iyilik dolu tatlı insanlar Tanrı’nın cehennemi olduğuna bile inanmazlar. İnsanın tanrısı nasılsa inancının gerçeklik aslı da öyledir.

*Sevince Allah’ı duyumsuyorum; sevmelerim çoğalıyor. Nefret edince gene Allah’ı duyumsuyorum; nefretim sevgiye dönüyor. İnancımı kapatıp tam özgür ve sınırsız düşünebildiğimde bile Allah’ı duyumsamak zorunda kalıyorum. İşte o zaman O her şey ve her şeyden oluveriyor. Benim düşüncelerim bile hem kendisi hem kendisinden oluveriyor, çünkü ben henüz her şeyi bilip de düşünemiyorum… Başlangıçtan sona doğru değil, başlangıçtan bir başka başlangıca doğru devinen sonsuz varoluş döngüsü içinde aklımın intiharını engelleyen Allah’a inancım oluyor. Benim Allah inancım asla cennet ve cehennemin sahibi bir efendi yaratmaz: O, cennet ve cehennemin ta kendisi; O, canlı cansız, doğmuş, doğmamış ve ölmüşlerin tümü; O bende, fakat asla benden sorumlu değil... Akıl yoluyla düşünebilen şimdilik tek varlık olan ben asıl O’na yaklaşmaktan sorumluyum; ve O’na yaklaşmam da varoluşun bilgisini öğrenerek aslında kendime yardımdan başka bir şey değil. Bu sayede, ibadetimi cennetten bir parsel kapabilmek için Tanrı’ya sunulan bir bedel olarak değil de, kıyametin sonundaki olası bir başka evren tasarımında insan soyunun Tanrı’yla işbirliği yapabileceği sanımla yapmaktayım. Kendini güzelleştiren, dünyayı güzelleştiren ibadetler Allah’ı da güzelleştirir. Kim bilir bu sayede insan Allah’ın merhametli güzelliğine o kadar yakınlaşır ki, kıyamet öncesi yaşamında bile cennetin bilgisini alır da, artık ölenler değil doğanlar cennete girerler…

*Geleceğin bir şekilde tümden kutsal güçlerin güdümünde olduğuna inanan kimse sorunlarının önünde kaderine boyun eğmişken başka yollardan ulaşılması zor bir mutluluk havasına girer. Bu durumlarda inanmak düşünceyi uyuşturan ve korkuları def eden yumuşak ve serin, hafif bir örtü gibi kapanır insan aklının üstüne.

Vicdanlı aklın niyetiyle insanın yaptığı her neyse inancının erdemli ifadesi olur. Bu yüzden, vicdanlı aklın sorgusuna çekilmeyen her inancın gücünü tehlikeli bulurum. İnancın gücü isterse cenneti yeryüzüne taşır da Şeytan’ı cehennemde tek başına bırakır… Gene inancın gücü insanı cennet vaadiyle cehenneme tıkar, Şeytan’ı da yeryüzü cennetine padişah yapar…

Muharrem Soyek 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..