Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '10

 
Kategori
Psikoloji
 

Tatil mecazları

Tatil mecazları
 

Gerence'den bir an. Foto: Burçe Kabaoğlu


Antik uygarlıkların merkezi, girintili çıkıntılı koyları, adaları, adacıkları, zengin florası ile doğası... Yaşamın tadını çıkarmayı bilen, ülkemin çağdaş, batılı ve güzel yüzü insanları ile harika Ege kıyılarındayım yine iki haftadır… Metal, taş ve beton, çoğu telaşlı iş ve uğraş yorgunu bedenimi, ruhumu ve zihnimi tuzlu su, güneş, iyot ve yosun tedavisine sokmak için… Bizim zeki, hem efendi hem bıçkın İstanbullu cerrah birader de aynı dertlerden muzdarip olmalı ki, piyasanın üzerine ördüğü örümcek ağından ilk fırsatta sıyrılıp o da uğradı yanımıza, şöyle iki, üç günlüğüne de olsa...

Kapı tıkırtısı

Bilirsiniz Çeşme’nin, Gerence körfezi ve Karareis koyunun rüzgârı kuvvetlidir. Gerence, özellikle denizciler arasında "yelken geren rüzgarlı yer" anlamında kullanılan bir sözcüktür ve ülkemiz kıyılarında birkaç yerde bu ada rastlanır . Geceleri eğer pencereleri açmışsanız eviniz hem fırıl fırıl hem de tıkırtılıdır. “Abi” dedi bizim birader “…Şu kapı tıkırtısı var ya, rüzgârın yarattığı tıkırtı... Aslında gece yatarken beni hiç rahatsız etmiyor, aksine, Ege’nin dingin, huzurlu bir kıyısında olduğumu, doğanın masum bir habercisi gibi anımsatarak beni mutlu kılıyor…”

Aynı tıkırtı metal, beton ve taş yorgunu bedenlerimizi, iş, uğraş, karmaşa bezgini ruh ve zihinlerimizi büyük kent kaosu içinde sinir küpüne dönüştürebilirken burada nasıl oluyor de böylesi bir duyguya yol açabiliyor?

Demek ki, insanı rahatsız eden etkenin niteliği değil, gerçekleştiği ortam ve ruh hali daha önemli!

Gece, gökyüzü ve yıldızlar

Geceleri, tenha sahillerde, kentlere göre ışık yansıması çok daha az olduğu için, yıldızlar ve ay çok daha yakın ve belirgin görünür insana… Bir gece, sahil yürüyüşü sonrası, denizin şıpırtılı ruh okşamaları eşliğinde ben, birader ve onun henüz 15’inde olan tatlı kuzusu kızıyla birlikte ahşap şezlonglara uzandık. Yüzlerimiz gökyüzüne dönük… Bir toplu sessizlik dönemi sonrası herkes, gökyüzü, uzay ve yıldızlar hakkında bildiklerini söylemeye başladı; “Oralarda bir yerde mutlaka hayat vardır…”, “En parlağı Mars olmalı…”, “İnsanoğlu muhtemelen 20 yıla kadar oraya da ayak basacak…”, “Samanyolu’na bak, toz bulutu gibi güneş sistemleri topluluğu…”, “Tüm bu oluşum akıl almaz bir şey!..” , " Şu sonsuzluğun içinde bir insan ömrü nedir ki..." vb. tarzda ifadelerle

Normal şartlar altında hemen her üç ayda bir yanıma uğrayarak bana dize dize şiirler yazdıran ilham perisi ruhuma ve zihnime teğet geçer gibi oldu;

“…Yıldızlara bakmak var / Tutkulu âşıklar gibi / Yıldızlara bakmak var, gençlik umutlarıyla dolu / Ya da / Yorgun ve yılgın yaşanmışlıklarla… / Onları / Ellerinle toplayabilecekmiş gibi bakmak var / Ya da / Hiç ama hiç ulaşamayacakmış gibi de bakmak var…”

Bu kez etken gece gökyüzünde parlayan yıldızlar, bakış şekilleri ise ortam ve ruh haline bağlı.

Bu arada fısıltı halindeki dizelerimi duyan can biraderim yine duramadı… “Abi” dedi, “…âşık olmadan bakmak daha iyi…” diye yorumunu patlattı. Aşkın insanda yarattığı o saf, hayali, aşırı coşkulu ruh haline ve insanı güçlü bir merkezkaç kuvvetiyle pratik yaşamın o en uzak ve geniş yörüngesine fırlatan niteliğine sade, arı ve duru bir serzenişle…

Sahilde suya taş atmak

Bizim 20 yıllık İstanbullu, cerrah birader bu kez başka bir soru daha yöneltti: “ İnsanlar deniz kıyısında neden suya taş atmaktan hoşlanırlar?”

Evet, doğru… İnsanların çoğu deniz kıyısında bu eylemi yaparlar çoğu kez. Soru, sade bir gözleme dayalı, basit bir soru gibi dursa da yanıtı zor ve karmaşık olsa gerek!

Bense şöyle bir perde aralamak istedim bu karmaşıklığa; Deniz, insan zihninde dinginlik, huzur ve sonsuzluk çağrıştıran bir imge… Fiziki olarak da hem yaşadığımız gezegen olan dünyamızın hem de – ne garip bir tesadüftür ki - vücudumuzun dörtte üçü sudan oluşmakta… Ana rahmi ise, o da bir tür su. Yaşamı oluşturan ve dünyaya hazırlayan mucizevî bir tür su… Basit bir gözlemle “can sıkıntısı” izlenimi yaratan sahilde suya taş atma eyleminin, anlık bir ruh haline karşılık gelen bu anlamını sahilde bırakıp daha uzun erimli kısmına takıldım ben, suyun derinliklerindeki… Atılan o taşlar, içimizde biriken sıkıntıları temsil ediyor olsalar gerek diye düşündüm. Karadakinden farkı, taşı suya attığında gömülüyor ve bir daha görmüyorsun. Bir tür, yok etme, kurtulma hali gibi… Ne de olsa, hemen hepimizin irili ufaklı sorunları var şu karmaşık yaşamda...

Diğer yandan içine atılanlar karşısında suyun savunmasızlığı da geliyor akla. Tabii ki bu kimsenin umurunda değil. O içine atılanlar da denizin sıkıntısı oluyor artık, besbelli!

Ya taş sektirme? O da sıkıntıları “sektirerek yok etme hali” diye bu maharetli eylemin “anlamı”na da sataşacaktım ki, duyarlılığın yazdırdıklarıyla saçmalama arasındaki o ince sınırda durmam gerektiğini hissettim!

Anlam deyince; birincisi, ‘şey’lerin ilk ortaya çıktıkları andan itibaren yüklendikleri - ve hayatın akışı içinde zamanla değişebilen - tarihsel içerik gelir akla, ikincisi de; insanoğlunun (ve insan kızının) iç dünyasında (güncel ya da geçmişe dair) deneyimleri ve yarına dair düşleri doğrultusunda yüklediği öznel, kişisel içerik… Buradaki anlam yüklemelerimin bu öznel içerikle ilgili olduğu sanırım aşikâr…

Fakat bu arada yıldızlarla ilgili dizelerimi uzatmama izin vermeyerek yanımdan ayrılan ilham perisi, uzaktan bir siluet halinde yeniden belirip bana birkaç dize daha armağan ederek gecenin karanlığı içinde tümden yok oldu;

“Gücümüz yetse ah! / Ve uzanabilse menzilimiz / Gökyüzüne fırlatırdık onları / Taşlarımızı, sıkıntılarımızı / Hem o zaman sekenler de / Kayan yıldızlar olurdu, / Gecenin o ışıltılı ufkunda” (*)

Tatil güzel şey, yaşamak gibi…

Herkese güzel tatiller, mutlu yaşamlar dilerim.

Olabildiğince...

İ.Ersin KABAOĞLU,

18 Temmuz 2010,

Gerence körfezi, Karareis koyu

(*) Konuyla ilintili diğer bir şiirim; http://blog.milliyet.com.tr/Zaman__Mek%c3%a2n_ve_Digerleri___/Blog/?BlogNo=207493

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..