Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Tatil mi Dediniz!

Tatil mi Dediniz!
 

tüpoğlanlar


Yazmak istediğim öyle çok konu var ki aklımda, nereden başlayayım, nasıl anlatayım bilemiyorum. Çocuklarla uzun yolculukları mı, çocuklu tatili mi, seyrine doyamadığım Manal Koyu’nu mu, yaşamaya doyamadığım  komşulukları mı,  kurulan dostlukları mı? neyse, sanki uzun zamandır görmediğim bir arkadaşa tek nefeste her şeyi anlatacakmış gibi başlayayım, kelimeler nasıl dökülürse artık…

Bayram tatilini, geçen yıldan kalan iznim ve bu yılki iznimle birleştirince uzun bir tatilin sonundan bildiriyorum sevgili dostlar.  Tatilin ilk gününden itibaren günler;  geceleri (20 aylık olan bebelerden mütevellit) defalarca uyan,  (çocukların açık havada oynaması denizde yorulması iyi uyumasını sağlar söylemleri, bizim için koca bir efsane oldu) sanki gece çok iyi uyumuşlar gibi sabahın 6 en geç 7’sinde uyanmaları ile uyan,  (abartısız her gün) büyükler (dede, baba, abi) uyanmadan ikizlerin kahvaltılarını yaptır, erken kalkan bebeleri saat 10’a doğru tekrar uyut,  terası yıka, büyüklerin kahvaltılarını hazırla, evi derle topla, yemekleri ayarla, ara öğünleri  ihmal etme, saat 16’dan sonra öğle uykusundan uyanan bebeleri hazırla, deniz oyuncaklarını, havlularını, sularını, yiyeceklerini hazırla, eşten dosttan yardım alarak onları plaja taşı, plajda oynamaktan hemen sıkılan ikizlerin sağa sola koşturmalarını engellemeye çalış, kek yiyenlerin ellerinden kek, köfte yiyenlerden köfte, çekirdek çitleyenlerden çekirdek otlanan bebeleri izle,  yeni tanıştığım ama kurulan samimiyetle nazımın geçtiğine inandığım arkadaşlara bebeğin birini ver  diğeri kucağımda  birlikte  denize gir, iki kulaç atamadan geri çık, plaja taşıdığımız bütüüüüün eşyalarla bebeleri toplayıp yine eşten dosttan yardım alarak gerisin geri eve dön, bebeleri sırayla duş aldır, giydir,akşam yemeklerini hazırla yedir içir, bunlar bugün çok yoruldular inşallah sabaha kadar uyanmadan uyurlar diye dua et , kulaklarına uyanmak yok sabaha kadar uyuyacağız diye fısıldayarak abimiz veya babamızın desteğiyle bebeleri uyut,  mutfağı derle topla, gün içinde arada soğumuş çay/kahve içmeye çalış,  ikindi çaylarına pasta börek yap (35 günde kaç kilo yağ, un, şeker harcadım bilemiyorum, tam da diyetten çıkmışken.  Kendimi çok tutmama rağmen 2 kilo fazlalıkla döndüm Ankara’ya),  saat 22’ye doğru bebeler uyuyup ortalık sakinleşince; ayaklarımın, sırtımın ağrısından koltuğa uzanıp derin bir nefes mi alsam, ağrılarıma sızılarıma aldırmayıp sıcak çay/kahve mi içsem, kitap mı okusam, arkadaşlarla oyun oynayıp iki lafın belini mi kırsam düşüncesiyle geçen geceler ve arada şimdi aklıma gelmeyen bir sürü teranelerle, aynı düzende geçip gitti. 35 günün genel düzeni buydu sevgili dostlar. Ooo tatilin dibini gördün diyen dostlar,  tatil miymiş köle gibi çalışmak mı, ne dersiniz:)

Gittiğimiz ilk günlerde bütün bu  tempoya destek olsun, bana yardım etsin diye oradan bir yardımcı bulduk, bir gün geldi kadın ertesi gün kaçtı!

Plajda halime acıyan komşularım, bebeklere biz bakarız hadi sen gir de çık denize diyorlardı, arkama bakmadan atıyordum kendimi denize ve sanırsın ki Maldivlerde yüzüyorum…öyle keyifli geliyordu o kısacık anlar…

En büyük lüksüm; sabahın 6’sında kalkan kuzularımın ellerini birşeyler verip, onlar dedeleriyle oyalanırken, ben sessizce kahvemi hazırlayıp, güneş gözlüğümü, telefonumla (güneşin doğuşunun fotoğrafını çekmelere doyamadım) birlikte mutfak camından dışarı bırakıp,  salonun  bahçeye açılan sürgülü kapısından  yavaşça çıkıp, mutfak camının önüne hazırladığım nevalelerimle usulca bahçe kapısından 15 dakikalığına evden kaçarak sahilde güneşin doğuşunu izlemekti. Hoş geldin, sefa geldin ey yeni gün, huzurla gel, mutlulukla gel diye güneşi karşılamak, güneş ışığıyla yaldız yaldız kamaşan denize  mest olmak, kahvem bitince;  yüzümde asılı kalmış tebessümle, çarşaf gibi denizin, hafif dalga seslerinin ve   güneşin bana verdiği inanılmaz bir güç ve enerjisi  ile geri dönüyordum. Tatilimin en sessiz, en huzurlu dakikalarıydı o anlar. Malum kahvede bilimsel olarak da kanıtlanmış canlandırıcı, DNA yenileyici iyonlar var, yeni doğan günle şükrümü edip, dilimde dualarla giriyordum bahçe kapısından içeri usulca.

Arada bir de bir bakıyordum bir sessizlik, bir sakinlik, ben huşu içinde sıcak kahve içiyorum, inanamıyorum kahvemin sıcaklığına, sakinliğe şaşırıyorum, bu normal değil diyerek etrafıma bakınıyorum, her şey fazla sakin noldu, nerde çocuklar, bir yerde mi unuttum acaba, aman Allah’ım ev halkı nererde diye söylenirken hatırlıyorum ki; dede ve tüpoğlanlar uyuyor, sevgilimle sağ kolum (ortanca oğlum) da balığa çıkmışlar. Oh diyorum kendi kendime derin bir nefes al, her şey yolunda şükür,  an’ın tadını çıkar.

Evlatlarım komşularım sayesinde muazzam bir sevgi haresinde harika vakitler geçirdiler. Ve ben  uzun uzun seyreyledim çoğu zaman onları, yine dilimde şükürlerle vuslata erdirene.

Bahsetmeden geçemeyeceğim bir başka konu da komşulu.  Ancak,  yaşanılan şahane  bir komşuluk vardı orada ve iki satırla geçiştirilecek gibi değil. Bir sonraki yazımda etraflıca anlatacağım güzellikleri.

Kronik boyun ağrılarım bir ara iyice depreşti orada, ve ben kendimi omuriliğimle konuşurken yakaladım:) diyordum ki ona; sevgili omuriliğim, şu sinirlerime yaptığın baskıyı kessen de geçse şu korkunç ağrılarım, bak boynumu sağa sola çeviremiyorum sayende, etme yapma  arada bir ağrısan, ilaçla filan savaşmasak , biz birlikteyiz kardeş kardeş yaşasak anlaşabiliriz sanırım..

Zaman zaman, günlerin nasıl geçtiğini anlamadan, nasıl yemek yedim,  ne zaman uyudum, ne zaman uyandım, ben ben miyim, neredeyim ben, kimim ben gibi kafamda deli sorularla cebelleşmek bile güzeldi.

Oysa tatile başlamadan önce bir sürü planlar yapmıştık sevgilimle. Arada bir yakın çevreyi gezip keşfedecektik,  günübirlik gezilerle taçlandıracaktık tatilimizi, bebelerin sabah uykularını bıraktırıp, sabah onlarla denize gidecektik, onlar orada yorulacaktı, gelip öğlen yemeklerini yedirip uyuyacaklardı, öyle alıştıracaktık. Ben onlar öğle uykusundayken;  diyetle erimeyen göbeğimi denizde eritecektim...Ne gam..gittiğimiz en yakın çevre Mordoğan pazarı oldu haftada bir gün:) kul kurar, kader gülermiş dedikleri bu olsa gerek.

Velhasılı dostlar çokça güldüğüm, arada bir yorgunluktan ağladığım, (bu günlerin çok çabuk geçtiğini ve çok özleyeceğimi bildiğim için çok da söylenmeden offf yeter demeden (arada bir demiş olabilirim:)) yeni yeni dostluklar kurduğum,  bütün yorgunluğuma rağmen çocuklarıma doyamadığım, bir günün üç gün gibi çoğaldığı bir tatil yaşadım. Kafamı toplamaya yetti, dinlenmeye yetmedi ama her güzel şey gibi bu da bitti.

Öyle işte dostlar, çocukla tatile tatil denmez, bunca yorgunluğa ve yoğunluğa rağmen beni mutlu ve teselli eden tek şey, kuzularla bol bol vakit geçirmiş olmak. Mümkün olsa daha da kalırdım ama bekleyen  bir de işim vardı…

Not:

Geceleri yıldızları seyretmeyi ihmal etmedim.

Meftunum çocuk sesine, kokusuna..

Bırak kitap okumayı, götürdüğüm kitabı da orada unutmuşum:)

Her şeye rağmen hayat hep tatil olsa:)

Yorucuydu, zordu ama öyle güzeldi ki. Darısı tüm isteyenlere…

Nasıl anlarsam nereden başlasam derken atladıklarım olsa da yazı bitti bile.

Yaşadığım her güne, aldığım her nefese binlerce şükür...

Keyifli okumalar.

Sevgiyle kalın.

 
Toplam blog
: 184
: 2109
Kayıt tarihi
: 11.03.07
 
 

1974 Bremen doğumluyum. Hayatın Med-Cezir'lerle dolu olduğuna inanırdım; yaşaya yaşaya anladım ki ö..