Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tatlım

Tatlım
 

Çayımı aldım, defterimin en güzel sayfasını açtım ve aldım yoldaş kalemimi elime, güzel bir amaç için toplandık. Güzeli anlatacağız bugün, iyiyi, sevgiyi, aileyi, sahiplik hissini… Bugün kalemim pek bi iyi niyetli… Akıp gidiyor, kuruyor cümleleri… Daha zihnim düşünme aşamasındayken, anlıyor kalemim ne demek istediğimi. İçimde gürül gürül akan bir nehir var. Ve o nehrin kenarına kurulmuş sohbet ediyorsunuz sevdiklerim. Evet, siz… Varlığınıza paha biçilmez, katkınız, desteğiniz… Bugün burada yan yana dizebiliyorsam kelimelerimi; hep bana hissettirdiğiniz içindir en güzelinden duyguları. İçimdeki sevginin vücut bulmuş hali bu yazı. Gözle görülür, hislerime tercüman… Ve sen… Hayatım, geleceğim, mutluluğum, huzurum, umudum… Ablam… Varlığım…

Duygularımın en yoğun olduğu şu anda, saatin kaç olduğunu bilmeden; yarın neyi, nasıl yapmam gerektiği ile ilgili planlar kurmadan ve sadece senin için, senle ilgili bu yazının başında saatlerce oturup en güzel cümleleri dizerim yan yana. Mükemmelliğini adeta haykıran bu yazıyı istersem yazarım saatlerce… Özlüyorum, duygularım yoğun, neyi istediğimi, neyi özlediğimi çok net duyumsuyorum. Aradaki uzaklık bu isteğimin en büyük nedeni. Varlığını hayatımın her döneminde hissettim, hissettirdin. En azından şu yirmi yıllık süreçte… Sen benim için su gibi aziz bir şeydin. İçime bıraktığım an tüm hücrelerime nüfuz eden, benim için en gerekli şeydin. Temel olan, alınmazsa eksik kalan… Görülmezse hastalık etkisi veren ve öpüp koklanmazsa o hastalık etkisi geçmeyen… Bu senden ilk ayrılışım. Giden olmak zor, kalan olmak da…

Yeni bir hayata, senden uzakta en kesin özlemleri de yanıma alarak başlamak zor. Bastırıyor tüm şiddeti ile yalnızlık. Ve Sunay Akın tercüman oluyor hislerime: “ sen bana mı soruyorsun yalnızlığı sever misin diye? Ben ki, çayı bile iki şekerli içerim birlikte erisinler diye.” Seninle karşılıklı iki şekerli bir çay içmek vardı şimdi… Limon olacaktı çayında, açık, tek şekerli… Benimkisi ise tam tersi: koyu ve iki şekerli… Odamızda geçirdiğimiz saatleri özledim. O gün içinde yaşadıklarımın, yaşadıklarımızın kritiğini yapmayı. Danışmayı, sormayı, gözlerinin içine bakabilmeyi… Hayatın kolay gelmesini, basitsin be hayat der gibi onu küçümsemeyi… Karşılıklı yediğimiz en karışığından kumpirleri… Onu seninle yiyebilme zevkini… Sayısız kere yaptığımız edebiyat üzerine söyleyişleri… Nazım Hikmet'i, Orhan Veli'yi, Ümit Yaşar'ı, Özdemir Asaf'ı… Hepsinden bir iki dize şiirler söylemeyi… Birlikte sinemaya gidişleri. Yarın ne giysem acaba, deyişini ve sonra dolabının başında oturup düşündüğümüz anları. Aynı yağmur altında ıslanabilmeyi tekrar. Yazdığım herhangi bir yazıyı ilk sana okumayı, neresi olmuş, neresi eksik tartışmasını yapmayı…

Elektriğin gittiği zamanlar hayat ağır geldiğinde yaptığımız o felsefik konuşmaları, geleceğe yönelik hayallerimizi… Ve yine o gecelerde kafamıza esen şarkıları ardı ardına dizip seslendirmeyi… Bana “semsem” deyişini. Hayata karşı işimi diyorsun. Ama yüreğim acıyor be hayat! Yine sana kızmamı istiyorsun benden. Sen hep şu yürekte benimle beraber olacaksın. Zaten Aslı Erdoğan der ki:” sen bana eşit uzaklıktasın ben sana. Diyebiliyorsak birlikte. Öyleyse ayrılık diye bir şey yok.” Çünkü sen hep fikrimdesin. İçimde yaşatıyorum zaten seni. Ablam… Kalemim, düşüncelerim bu gece buyur etti seni. O uzaklık etki etmedi burada olmana. Yanımdasın, hissedebiliyorum seni. Güzel, kulağa hoş gelen bir müziksin sen. Önce duyuyorum seni, yavaş yavaş işliyorsun içime ve yayılıyorsun zihnime. Varlığın şu dünyadaki en değerli şey. Buna sahip olduğumun bilincinde pek sağlama kolaylaştıran o çıkarımlarını… Beraberce okuduğumuz karikatür dergilerine yine katıla katıla gülmeyi… Beraber gülmeyi… Seninle yaptığımız her şeyi, her dakikayı, her saniyeyi istiyorum senden hayat! Ver onları bana… Şimdilik bir set çektin önüme biliyorum… Kendi başına olmalısın basıyorum, kalabiliyorum ayakta. İçimde biriken şu sevgi yumağı pek bir iyimser etti bu gece beni. Nedense düştü Özdemir Asaf' ın sözleri zihnime:“ bütün dünyayı kucaklamak istedim, kollarım yetmedi” ben de sahip olduklarımı kucaklama arzusu ile yanıp tutuştum. Ve oradan dedi ki Zülfü Livaneli: “ bir gün çok bunalırsan, denizin dibinde yosunlara takılmış gibi soluksuz, sakın unutma gökyüzüne bakmayı… Gökyüzü senindir… Gökyüzü herkesindir.” Ve işte bu sözle baktım gökyüzüne… Yüzünü gördüm, adınla bütünleşmiş o güzel gülüşünü, annemden kalan ve sana da geçmiş, kadının varlığını, en kesin anlatan o hüzün dolu gözlerini… Gördüm… Sonra gülümsedim… Yansımandı gökyüzündeki. Orada bıraktım seni, emanet ettim. Çünkü eğer bir gün çok bunalırsam huzur bulacağım yer orası olacaktı. Çünkü orada olacaktın. Kaldırırsam başımı o güzel hüzün dolu yüzünü görebilecektim. Aynı gökyüzü altında aynı havayı teneffüs edememenin hüznünü yaşayacaktım. Ama geçecekti, zaman dediğin nedir ki. Ve Asaf Özdemir : “ bir anlam gelse, ne varsa alıp gitse “ Bir de baktım sen geldin, anlamı oldun her şeyin… Küçük kardeşin, özlüyor her şeyi… İçi sevdiklerinin yüzleri ile dolu ve yine o küçük kardeş biliyor ki: içimde siz oldukça hasret de güzel…

 
Toplam blog
: 16
: 643
Kayıt tarihi
: 23.06.10
 
 

Muş doğumlu, 20 yaşında daha çömez bir yazarım... Hem ben sadece yazarım... Öyle bir tutku ki yaz..