Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '11

 
Kategori
Sınavlar
 

Tatmin olamıyorum ey okur!.. Tatmin o-la-mı-yo-rummm!.. (Giriş)

Tatmin olamıyorum ey okur!.. Tatmin o-la-mı-yo-rummm!.. (Giriş)
 

TatMin OlaMıyoruM Ey Okur!...TatMin OlaMıyoruMmm!...

Sevgili okur, tatminsizlikten kıvranıyorum.

Devlet büyüklerimize baktıkça kıskançlıktan ölüyorum.

Ülkeyi sarsan, milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir olay, bir sorun çıkıyor. Saygıdeğer büyüklerimiz, alt kademe bürokratlarından edindikleri bilgilerle derhal tatmin oluyorlar. Olaylar doğrudan bizi ilgilendiriyor; sorunlar, bizim yaşamsal sorunlarımız. Bütçemizi, çocuklarımızın geleceğini, sağlığımızı ilgilendiriyor örneğin.

Büyüklerimiz, benim gibi, “Acaba şu da olabilir mi, bu da olabilir mi, kanıtı nedir, tanığı kimdir, sonucu nedir?” gibi binbir çeşit soru sormuyorlar galiba. Hemen tatmin oluyorlar.

Sorup tatmin oluyorlarsa da o verileri bize iletmiyorlar nedense.

Bizim zamanımızda demokrasi bu kadar ileri değildi. Darbe dönemleri hariç, politikacılar, ortalığı ayağa kaldıran sorunlarda açıklama yapma gereği duyarlar, bizi de tatmin etmeye çalışırlar, hiç değilse öyleymiş gibi yaparlardı.

Kurulmaya çalışılan İkinci Cumhuriyet’in, imana ve imama dayanan “İleri Demokrasi’si”nde böyle zahmetlere yer yok anlaşılan. İşte o zaman, beni tatminsizlik krizleri tutuyor.

Eh, bunca tatminsizliği de metabolizmam kaldırmıyor.

Saygıdeğer büyüklerimizin kimileri, yüzlerine yapışmış hep aynı gülümsemeyle, kimileri aynı öfkeyle, kimileri aynı ağlamaklı ifadelerle, kimileri ise saçlarını savurarak tatmin olduklarını açıklayıveriyorlar bu zamanda. Bizi de hiç insan yerine koymuyorlar.

Bu kez ben, olayla, sorunla ilgili vıdı vıdılarımı sürdürürken yeni sorularla boğuşmaya başlıyorum. Halkımız da çoluğuna çocuğuna, yazarına, aşına ekmeğine sahip çıkamayacak kadar tatmin olmuş görünüyor.

O halde, hep aynı yüz ifadesini taşıma sanatı var mı, varsa eğitimi nerede yapılır ve nasıldır, insanlar üzerindeki etkisi, gücü nedir?...Biz bu sanattan yoksun olduğumuz için mi halkımızı tatmin edemedik, edemiyoruz?..Böyle sürüp gidiyor sorular...

Kan basıncım artıyor, şekerim yükseliyor, tiroid dengem bozuluyor, terler döküyorum, bu sorulara yanıt aramaktan. İşin içinden çıkamıyorum.

İşte bu sıkıntıdan kurtulmak için, sizler daha iyisini bulup da bana önerene değin, kendime özgü bir yöntem geliştirdim. Çünkü, fiziksel ve ruhsal sağlığımın gerçekten tehdit altında olduğunu duyumsamaya başladım.

Sevgili okur, şimdi anlatacaklarımı okuyup da sakın ola bana, kanıt, tanık, belge, bilgi, neden, sonuç sormaya kalkmayın. Koskocaman, tüm ülkenin sorumluluğunu taşıyan saygıdeğer devletlülerimizin; şıppadak tatmin olurken, bütün bunlara dayanmama ya da açıklamama hakkı varsa, benim de hiç bir dayanak olmadan izlenimlerimlerime, gözlemlerime, okuduklarıma dayanarak tatmin olmama hakkım vardır.

Tatmin olamayınca da her tatminsizliğin doğal sonucu olan öfkelenme, tepki gösterme hakkım vardır. Sonuçta, yumurta küfesi onların sırtında. Ben yalnızca “Sokaktaki kadın” ım.

Çok merak eder de beni tatmin etmeyen ama sizleri tatmin eden bilgilere ulaşırsanız, bana da iletin lütfen.

İzlediğim yayın organları, TV’ler ve Geogle’deki bilgiler bana yetmedi. Görmediğim, atladığım da olmuştur belki. Bilen, bilmeyene öğretir.

“Sokaktaki kadın” deyince aklıma geliverdi. Hep merak eder dururum. Hani TV’lerde, yoldan çevrilip mikrofon tutulan “Sokaktaki vatandaşlar” vardır...

Sürekli İstanbul’da yaşadığım zamanlarda olsun, şimdiki gibi belirli sürelerle kalıp gittiğim zamanlarda olsun, bir türlü “Sokaktaki vatandaş” olamadım nedense.

Eşim dostum, ailem ve diğer tanıdıklarım da aynı dertten sızlanır durur. “Yahu, şu beyaz cama biz neden bir türlü çıkamıyoruz?” diye sızlanıp dururuz. Bir de izlenilirlik (Raiting) göstergelerinde nedense yok sayılıyoruz. Yoksa gerçekten biz yok muyuz?... Eğer yok’sak, hemen yok’lar olarak örgütlenmeliyiz.

Ahmet Şık’ın fetüs kitabına yapılan saldırıya karşı tepkiler, YGS şifrelemesi, kopyacılığı, nükleer karşıtlığı eylemler alevlendiğinde, ben de İstanbul’daydım, halen İstanbuldayım.

Zatürre illeti izin verir vermez, kendimi sokaklara attım.

Ben top peşinde koşturanlara bağırınca tatmin olanlardan değilim. Beni kızdıran konularda bağırıp çağırırsam tatmin olabiliyorum. O da gayet kısa süreli, geçici bir tatmin. Bu nedenle, Galatasaray Lisesi’nin önüne yatak yorgan sermediğim kaldı bir. Polis coplarından, herhalde yaştan ötürü yırttıysam da bir yerlere sığınana kadar biber gazından zatürreli ciğerler nasibini aldı.

Bu eylemlerin bazılarında ya da merkezi yerlerde, sokaktaki adam, sokaktaki vatandaş ropörtajlarına rastladım. Kalabalığı nazikçe yarıp kendimi göstermeye çalıştım. Mikrofonu bana da uzatsınlar da şöyle bir içimi dökeyim, belki tatmin olurum, dedim.

İlgi çekmek için ne numaralar yaptım. Yok azizim, yok, yok... Tipimi mi, yaşımı mı, giysimi mi beğenmezler, bilemem... Mikrofonla buluşmamızın, beyaz cama çıkmanın mümkünatı yok...

Birazcık tatmin olmam için bile şans gülmedi işte. Kader utansın, ne yapayım?...

Şimdi siz, “Bu ne uzun giriş, sadede gel.” diyorsunuz değil mi? Haklısınız.

Gelmesine geleceğim de tatminsizlik öyle büyük ki, bu yazının sınırlarını aşacak, uzayıp gidecek, canınız sıkılacak. Sanırım, ufak çapta bir yazı dizisi olacak tatminsizlikler. Ya da “Otuz iki kısım, tekmili birden”.

Arkası gelecek sevgili okur..

Vildan Sevil
26.04.2011 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..