Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '09

 
Kategori
Yemek - Mutfak
 

Tavuğu Izgaraya Koymadan Önce

Tavuğu Izgaraya Koymadan Önce
 

................Bari hakkını verelim,değil mi?..............



Uzunca bir süredir yemek-mutfak yazıları yazmıyordum. Sanmayın ki gastronomi denilen deryadan elimi eteğimi çektim. Aksine yine tam da göbeğindeyim iflah olmaz gurme yanımın. Yine kafamda bin bir türlü yemek varyasyonu planlıyor, onunu hayalimde, birini mutfağımda gerçekleştiriyorum bu planlarımın.


Bugün maaile tartıldık dijital tartıda. Gramına kadar gösteriyor vallahi namussuz. Kaçak-göçek yok. Neysen o.


Sayemde olsa gerek Hanım da, Oğlan da biraz kilo almışız. Evlat için mutlu olduk, genç delikanlılık yolunda iyi iyi dedik de bize fazla bu kadarı. Hadi Hanım’ın durumunu açık etmeyeyim de Benim vücudun çektiği okka, yüz kiloya yüz gram kalmış. Üç haneli rakama psikolojik sınır noktası dersek, her geçen gün daha da muhteşem hale gelmekte olan benim göbek, o meş’um sınırın tellerine öyle bir dayandı ki sormayın gitsin.


Bu nedenlerden dolayı, bu hafta sonunu şişmanlığa veda partisi olarak yaşamaya ve pazartesi gününden itibaren de daha kontrollü beslenmeye ve sporu artırmaya karar verdik. Bundan sonra benim gastronomi yazıları artarsa hiç şaşırmayın bu nedenle. Elimden gelmezse, dilimden gelmeye başlar böyle dönemlerde de o bakımdan yani. Yapıp yemediğim için, yazıp hasret gidermeye çalışırım genelde.


Bakın şimdiden başladı bile taşkınlarım. Bu akşamüzeri İzmir’de çok tatlı bir yağmur yağdı. Gerçi bir ara celallenir gibi oldu, eyvah yoksa burada da mı diye geçmedi içimizden değil ama Allah’tan korktuğumuz gibi olmadı. Yine rahvan yağmaya, yine tatlı tatlı atmaya, yine misler gibi toprak kokusunu içerilerimize savurmaya devam etti.


İşte tam o yağmurlu akşam saatlerinde, benim evin balkonunda ızgara yapmaktaydım. Altta şort-terlik, üstte atlet-yelek, yanımda radyom, harikulade yağan yağmura, Sam Brown “Stop” diyerek sesleniyordu. Mis gibi içlerime dolan ızgara tavuk kokularıyla birleşen uhrevi bir tefekkürü, engin ve dingin bir meditasyonu yaşadım iliklerime kadar.


Daha önce de bu sayfalarda yazdım. Izgara et yemeklerindeki üstün sonuç performansı için pek tabi ki pişirme teknikleri ve malzemenin kalite ve tazeliği de çok önemli ama en az bunlar kadar önemli olan bir etken; ete uygulanacak olan pişirme öncesi işlemleri. Biz buna, halk arasında “terbiye” diyoruz. Ben de yıllar önce Terbiyesiz Et Yemem Usta demiştim. Tıklayıp okuyabilirsiniz.


Izgaramın telleri üzerinde harikulade rayihalar savurarak, nar gibi kızarmakta olan tavuk kanatları, yaklaşık altı saat önce nasıl bir işleme maruz kaldı biliyor musunuz? Anlatayım efendim.


Öncelikle bir başa yakın sarımsağı ezdim. Ezilmiş sarımsakları, bolca kimyon, az karabiber, az kara dağ kekiği, kırmızı pul biber, az nane, az soya sosu, bolca süt ve zeytinyağı ile birlikte tavukların üzerine boşaltıp, en az iki dakika tüm tavuklara eşit oranda, terbiye karışımının nüfuz etmesi için etleri ovaladım. Tuzu ise etlerin yanına bile yaklaştırmadım. Ve terbiye olması için, karışıma bulanmış tavuk etlerini buzdolabına kaldırdım.


Değerli Dostlar, sarımsak ve tüm baharatlar etimize aroma ve tat verecek. Soya sosu, aroma yanında tavuğun nar gibi kızarmasını sağlayacak. Süt ve zeytinyağı ise tavuk etini, Hacı Bekir lokumu gibi yumuşacık yapacak. Tuzlama yapmadığımız için de etler sertleşmeyecek. Tuzumu, etleri ancak ızgara teline serdiğimde attım. Pişmeden hemen önce yani… Tabi ki soya sosunun da bir miktar tuz içerdiğini hesaba katarak.


İşte bu terbiye işleminden geçen ve altı saate yakın dolapta bekleyen etler, akşamüzeri ızgara telinin üzerinde hem gözlerime, hem burnuma, hem de damağıma eşsiz lezzetler sundular. Ve tabi ki ruhani iklimime de.


Izgarada pişmekte olan tavuk kanatlarının yanı başına yeşil biberleri, tarla domatı ve tava ekmeği dilimlerini koymayı da ihmal etmedim tabi. Közde biber ve domates, kızarmış ekmek dilimleri. Allah’ım, resmen ibadet bu.


E ızgara tabağının yanında iki büyük zeytinyağlı tabağı da vardı ki onlar bu yazıma sığmadı. Bir sonra ki yazıya bıraktım. Malumunuz, böyle enfes bir eylül İzmir’i akşamında, yağmura ve mis gibi toprak kokusuna kesmiş bir Karşıyaka balkonunda pişen ızgaranın sunulacağı sofrayı en az iki zeytinyağlı ile donatmazsanız, gözünüzün yaşınıza bakmadan Sizi İzmir vatandaşlığından çıkarırlar.


Kuru börülce ve patates salatalarının hikayesi sonraki bölümde…




Tüm YEMEK-MUTFAK-GASTRONOMİ-GURME yazılarım için

Bir Orta Anadolu Ritüeli: Arabaşı

Beğendili Külbastının Düşündürdükleri

"Haltımış" Bir Çeçen Yemeği

Bir Tutkudur Makarna

Etli Ekmek ile Kıymalı Pide Aynı Şey midir?

Kaşarlı Mantar Güveç

Kızartma: Bir Yaz Yemeği Zararlısı

Paradoxurus'un Poposundan Kopi Luwak İçer miydiniz?

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..