Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '11

 
Kategori
Siyaset
 

Tayyip Erdoğan anayasası

Tayyip Erdoğan anayasası
 

İslami çevreler zaman zaman demokrasinin de en iyisinin İslam da olduğu fikrini tedavüle çıkarır. Kâh asrısaadet dönemini, kâh Medine sözleşmesini bu gün dahi ulaşılamaz örnekler olarak sunar. Bahsedilen örneklerin tarihsel (dönemsel anlamında) ve de günümüz demokrasi anlayışının çok gerilerinde kaldığını söyleyenlere de iyi gözle bakmaz. İslam ve demokrasi adına söylenecek başka da bir arka plan, uygulama örneği İslam tarihinde yoktur. Tek bir Müslüman düşünür demokrasi üzerine kafa yormamıştır. Daha da önemlisi ne tarihte ne de günümüzde demokrasi ile yönetilen Müslüman bir ülkeye rastlanmaz. Tüm kusurlarına rağmen Türkiye hariç.  

İki yüz yıllık modernleşme çabası Tanzimat ile başlayıp Jakoben (günümüz liberallerinin aksine olumlu kullanıyorum jakobenizmi) bir kopuşla cumhuriyetle beraber gerçekleştirilen 1789 ilkeleri, istisnai bir örnektir. Nüfusu büyük ölçüde Müslüman olan bir ülkede her türlü kusuruna rağmen modern kurumların oturtulması açısından ilk ve tek örnek. Referanslarını dinden almayan bir hukuk sistemi ve buna bağlı olarak kadın erkek tüm vatandaşlarını eşit gören (kâğıt üzerinde de olsa) yasal meşruiyet, dinsel olanın kamudan çıkarılması. 1920’ler dünyasının bir ürünü olarak kurulan cumhuriyetin, halk desteği gibi bir anlayışı ön plana çıkarması beklenemezdi. Tıpkı Fransa’da Robespier’in devrim kanunlarını” Mösyö Giyotin’le” yazması gibi yeni devlet: ” halka rağmen, halk için”olmak zorundaydı. Aydınlanmış despotizm zaman zaman halkın niyetlerini ölçme denemeleri yaparak (Serbest Fırka denemesi) kitleler nezdindeki destek durumunu test ettiğinde, mutlak iktidarın çoğunluk tarafından destek görmediğini biliyordu. Nitekim 1950’de(Dünyada oluşan yeni rüzgârlarında etkisiyle) demokrasi uygulaması ile tek partili tepeden inmeci gelenek son buldu. Daha sonra yapılan askeri müdahalelerle seçilmişlerin iktidarını sınırlandıran, otoriter demokrasi diye adlandıracağımız sistemin oluşturulması ile “Askeri Vesayet” rejimine dönüştü.  

Bu arada modernleşme karşıtı geleneksel hareket iktidar aygıtından uzak tutulmuş olmasına rağmen ideolojik olarak geniş kitlelerin bağrında yaşamını sürdürüyordu. Nitekim dini referansları kullanan bir hareket olan “Milli Görüş” de çok partili sistemin konumuna uyum sağlayarak (ya da mış gibi gözükerek) 1970’lerde doğdu, başlangıçta uçta ve ciddiye alınmayan bir hareket olmasına rağmen, 1990’larda iktidarın büyük ortağı olacak kadar kitle desteği kazanabildi. Fakat rejimin egemen güçleri İslami hareketi 1998 28 Şubatında iktidardan indirdi. Rejimin asker ve sivil bürokratik kanallarla kurduğu barikatlar İslamcıların “İktidar olduk ama muktedir olamadık “ sözünde kendini ifade eder. İslamcı parti kapatılır, yerine kurulan parti 1999 seçimlerinde önemli ölçüde oy kaybına uğrar. İşte bu yenilgi AKP’nin daha sonra kurucuları olacak muhalefet hareketinin zeminini oluşturur. Muhaliflerin seçim yenilgisinden çıkardıkları en önemli ders tek başına İslami söylem ile kitle partisi olunamayacağı gerçeğiydi. Çünkü kendini Müslüman olarak tanımlayan geniş kitleler modern yaşamın nimetlerini tatmış ve en önemlisi çevredeki diğer Müslüman ülkelerdeki baskı rejimleri İslami ideolojinin görünen uygulama alanları olarak ürkütücüydü.  

Parti içerisinde demokrasi isteyerek yola çıkan muhalifler biat üzerine kurulu olan yapıdan beklenilen tokatı yiyerek dışlandılar. Muhalifler Erbakan’ın ihmal ettiği kitleleri de kucaklayan daha geniş temellere oturmuş, ılımlı İslam diye algılanacak (dışarıda da kabul görecek) bir çizgi oluşturdular. Böylece Milli Görüş çizgisi geniş kitlelerde destek görmeyen sert bir ideoloji olarak terk edildi. Hemen akabinde 2002 seçimlerine yasaklı Erbakan’ın mirasına konup, derin krizin sorumlusu koalisyon ortakları olan partilerin seçim sandığına gömüldüğü ortamda kolayca iktidar olundu. Baraj altında kalan % 47 oranındaki eğilimler meclise yansımadı, toplam oyların %34 ü ile 365 milletvekili çıkararak %66 gibi adil olmayan bir temsil, seçim sisteminin bir hediyesi oldu yeni partiye.  

Ama rejimin bariyerleri mutlak çoğunluğu ele geçiren AKP’ye engeller çıkararak istediği gibi iktidar olmasını engelliyordu. Bu arada önceki hükümetler döneminde başlamış AB süreci İslami hareketin can simidi oldu. Özellikle askeri bürokrasinin hâkimiyeti AB uyum yasaları ile kırılma yaşadı. AB ve Ortadoğu politikalarında ABD desteğini de arkasına alan AKP serbest piyasadan yana politikaları ve askerlere karşı tavrı ile ülkedeki liberallerden de destek alarak hızla merkez sağ güçlerin temsilciliğini üstlendi. Bu arada Cumhurbaşkanlığı seçimini bahane edip darbe girişimleri ve parti kapatma davaları ile AKP’ye saldıran asker ve sivil bürokrasi karşısındaki dik duruş içerde ve dışarıda destek gördü. İlk seçimlerde de %47 ile iktidar olundu. Artık hem iktidar hem muktedir olunmuştu…  

Evet, AKP yasal tüm engelleri ortadan kaldırmış iktidarı önündeki güçleri bertaraf etmişti. Fakat kendi ideolojisini iktidara hâkim kılabilmiş miydi? Zoraki Demokratlığın sonuna gelindi mi? AB ile ilişkiler, son AB parlamentosundaki en üst düzeyden verilen “hesap vermeyiz” diliyle nereye kadar gider? Muhalif hiçbir sese tahammül edilmeyen bu ortamın, AKP liderleri tarafından çok sevildiği bilinen tarihi şahsiyet Abdülhamit devrine benzer bir baskı dönemine benziyor olması bir tesadüf mü acaba? T.Erdoğan’ın seçim çalışmalarında kullandığı nefret söylemi geniş kitlelerin geleneksel ” vatan, millet, din düşmanlarına” reva görülecek susturma politikalarının, tekçi ve tartışılmaz ilahi emirlerle yönetilecek çoğunluk diktatörlüğünün temel atma törenleri mi?  

Tayyip Erdoğan’ın ustalık dönemi diye tanımladığı 12 Haziran 2011 seçimleri sonrası dönem, halk destek verirse eğer yeni bir aşama kaydedecektir. AKP’nin tüm kadroları biate hazır, varlıklarını şefe borçlu emir bekleyen bendeler, yeterki mecliste onlardan kahir bir çoğunluk olsun. Tayyip Erdoğan iktidarının kimselerle paylaşmayacağı bir emirnameler manzumesini onaylamaya amade bir çoğunluk gurubu.  

Anayasamız hazır ama kimselerle paylaşılamayacak kadar tartışılamaz doğrular barındıran kutsal bir metin. Seçimlerden hemen sonra hızla uygulamaya konacak taslak hakkında kimse bir şey bilmiyor, bir kişiden başka.  

12 Eylül’de hazırlanan deli gömleğini hala üzerimizden çıkaramamışken, eskiyen yanlarını tamir edip üzerimize hiç uymayacak bir yeni deli gömleği giymek istemiyorsak AKP’yi en azından mecliste tek başına anayasa yapamayacağı bir makul seviyeye indirebilmek demokrasi güçlerinin boynunun borcu olmalı.  

 
Toplam blog
: 29
: 1638
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1958 Erzurum doğumluyum. İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü mezunuyum. İstanbul'da yaşıyorum. ..