Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '14

 
Kategori
Siyaset
 

Tayyip Erdoğan haklıdır. "Kadın erkek eşitliği fıtrata terstir"

Tayyip Erdoğan haklıdır. "Kadın erkek eşitliği fıtrata terstir"
 

Eşitliğin kadın ve erkeğin fıtratında olmadığını söyleyen Cumhurbakanı Erdoğan, Türkiye'nin en çok satan mizah dergisi Uykusuz'un yeni sayısının kapağında yer aldı.


Tayyip’e hak vermeden geçemiyoruz, kadınla erkeğin ancak sosyalist ülkelerde eşit olacağı doğru. Hatta bunun da ötesinde, tüm ülkelerdeki kadınların, özgürleşmek için sosyalizmin varlığına ihtiyaçları var.
 
Geçen haftayı, hafılarımıza Erdoğan’ın “kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir” sözlerini kazıyarak kapattık. Yaşadığımız gercileşme sürecinin artık alışılmışlarından oluşmuştu, “kadın işi olan” meslekler, “kadınlığını bilen” kahkahalar ve tabii “kadının kendi yerini bilmesi”…
 
“Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız, komünist rejimlerde olduğu gibi” dedi bir de. “Komünist rejimlerde olduğu gibi” kısmı hafılarımızı biraz daha zorlamamızı hak ediyor.
 
Kapitalizm işgücünü ucuzlatmayı hedefler. Bunun için en uygun aile modelini yaratır, iş sahibi olmayı “hadiye sayan” işçilerini oluşturur, bir de bu düzenin devamlılığını sağlayacak ideolojik argümanları geliştirir. Yükün çoğu da kadınların üzerine bırakılır. Burada “normal” dediğimiz her şeyibir yana koyup, “peki, o komünist ülkelerde nasıl olabiliyordu” diye soralım ve Sovyetler Birliği’nden başlayalım.
 
SOSYALİZM KADINLARI HAYATA KATTI 
 
İlk sorumuz, kadınlarla erkeklerin eşit koşullarda, yeteneklerine göre çalışmasının mümkün olup olmadığı. Ya da, “fıtrat diye bir şey gerçekten var mı” diye sormak düşüyor aklımıza.
 
Reel sosyalizm deneyimlerinin elbette tüm insanlık için en önemli kazanımlarından biri “eşit işe eşit ücret”ti. Avrupa Birliği projeleri başta olmak üzere dünyada “kadının işgücüne katılımı”, bir zamandır lütuf olarak sunuluyor. Savaş yılları ve sonraları, emekçi erkek sayısının düştüğü zamanlarda kapitalist devletlerin işgücü ihtiyaçları için kadınlara muhtaç kaldığını ve “kadınların gücü” gibi süslü ifadelerle kadınların işgücüne katılımını destekledikleri dönemler olduğu da malum. Ama kapitalizmin olağan koşullarında kadınlara düşeni ya yedek işgücü ordusu ya da ucuz işgücü olmak.
 
Ekim Devrimi ise sınıf farklılıklarını ortadan kaldırma iddiasıyla tüm yurttaşlarının üretim sürecine eşit biçimde katılabileceklerini, sekiz saatlik mesaiyi, güvenceli çalışmayı ve eşit işe eşit ücret vermeyi gündemine aldı.
 
Sovyet Anayasası’nın 12. maddesi, engeli bulunmayan tüm yurttaşlar için çalışmanın bir onur ve yükümlülük olduğunu belirtiyordu. 118.madde de, tüm yurttaşların devlet güvencesiyle kendilerine en uygun işte çalışacağını söylüyordu. Doktorluk, mühendislik, kozmonotluk, vinç operatörlüğü… Kadınlar, sosyalizmde erkeklerin çalıştığı her işte çalışabiliyorlardı. 1940’larda çalışan kadınların oranı sanayide yüzde 53’ü, eğitimde yüzde 73’ü, tıbbi hizmetlerde yüzde 83’ü buluyordu.
 
GELENEKSEL ROLLER AŞILDI
 
Ekim Devrimi’nden hemen sonra, 1918 yılında düzenlenen Anayasa’da “üretime katılarak topluma yararlı olanlar ile ev işleriyle ilgilenerek, diğerlerinin üretime katılmalarını destekleyenler” ifadesine yer veriliyordu. Evde yapılan işler böylece görünür kılınıyor, güvence altına alınıyordu.
 
Kapitalizm, kadını ucuz maliyetli ve verimli bir işgücü olarak var etmenin en önemli yolu olarak, toplumsal alanda kadının görev ve yükümlülüklerini tanımlamak zorundaydı, burada da en fazla “ev içi işbölümü” tanımlandı. Bugünün eşitlik tartışmaları, ailedeki bu eşitsiz rol paylaşımının alanına dokunmaktan korkar durumda.
 
Ailenin “yuva kurucusu” olan kadının bakiyesine kapitalizmden düşen, erkeği üretim için verimli kılmak, ona gerekli yaşam alanını yaratmak, çocuk büyütmek gibi görevleri üstlenmek oldu. Gericilik ise bu roller için pazarlamacılığa aday oldu.
 
Kapitalizm koşullarında kadınlar toplumda kendilerine iyi bir anne almadan alan kazamazken, Sovyetler tüm engellerin ortadan kaldırılabileceğinin ispatı oldu. Evliliğin toplumsal rol paylaşımında bir zorunluluk olmasının ötesine geçilmesi için adımlar atıldı. Evlilik, tarafların gönüllü birlikteliğine dayandırıldı. Boşanma hakkı, çocuk edinme hakkı tanındı. Kadının aile içerisindeki iş yükünü ortadan kaldırmayı amaçlayarak çocuk bakım merkezleri, ortak yemekhaneler kuruldu.
 
Sovyetler Birliği, kürtaj hakkını yasalaştıran il ülke oldu. Böylelikle, “cesur kadınların güzellik yarışmalarına, haddini bilenlerin ise evlerine koştuğu” bugüne kıyasla, önemli bir mevzi kazanılmış oldu.
 
Kutsandıkça, değer atfedildikçe aynı zamanda bir esaret haline de gelen anneliğin Sovyetler’de kadın için geri çekici bir öge olmasının önlenmesine yönelik adımlar atılmıştı. Anneler doğumdan önce ve sonra ikişer ay ücretli izin kullanıyorlar, sağlıklarının tehdit altında olması durumunda daha uzun sürelerde ücretli izne ayrılıyorlar, gece danışmanlık merkezlerinden anne evlerine, süt emzirme merkezlerine kadar hamilelik süresince annelik rollerini devletle paylaşıyorlardı. Ücretsiz sağlık hizmeti ile birlikte, anne ölüm oranlarının en düşük olduğu ülke oldu  Sovyetler Birliği.
 
Bu veriler hala anne-bebek ölümlerinin engellenemez olduğunu söyleyen devletlerin sadece katil olduklarını ve bazı vatandaşlarının yaşamlarını o kadar da değerli görmediklerini unutmamamızı sağlıyor. Doğumdan sonra da kadının toplumsal yaşamdan dışlanmaması için açılan kreş ve ana okullarında, toplu yemekhanelerde, çamaşırhanelerde bebek başta olmak üzere hiçbir aile görevini tek başına üstlenmiyordu Sovyet kadını.
 
 
GERİCİLİĞE KARŞI ÖZGÜR KADINLAR
 
Bugünün dünyasında bir diğer önemli mesele de kadına “yerini” sürekli hatırlatan gericilik. Sosyalizmin tüm bu yaşam ve üretim koşullarını yaratmak için en büyük ihtiyacıydı eğitim; ancak eski insanın aklındaki hurafelerin ve din belirlenimli alışkanlıkların atılması, toplumla kurulan ilişkinin yabancılaşma olmadan yeniden üretilmesi, mücadele etmenin bir alışkanlık olarak topluma kazandırılması için en kritik zorunluluktu. Kilise ve çarlık belirlenimindeki gerici eğitimin yerine herkes için, ücretsiz ve bilimsel eğitimin konulması, eğitimin erkek egemen karakterinin kaldırılması için adımlar atılması, toplumsal yaşamdaki birçok yanlışın düzelmesini sağladı.
 
Sosyalizmin çözülüşünden sonra gelen gerici dalgaya teslim olan ülkeler için kadın sorunu bir istihdam sorunuydu. Kadınına ne yapacağını bilemeyen, sıkıştığında çareyi kadının kafasını kapatıp, evine hapsolması ile bulan gerici iktidarlar beraberinde sapıklığı, tacizi, kadın cinayetlerini de getirdi. Sovyetler ise aksine, bilimsel eğitimden eşit şekilde yararlanan yurttaşları, konumunu erkekler üzerinden belirlemeyen özgür kadınları temsil ediyordu.
 
Tüm bunları “Sovyetler Birliği ne kadar da iyiydi aslında” demek için hatırlamıyoruz. Sovyetler Birliği öncesinde dünya kadınların oy hakkını tanıyamazken sosyalizm, kadının toplumsal ve siyasi yaşama, üretin gücüne katılımının önündeki tüm engelleri kaldırmak için adımlar attı. Sovyetler Birliği’nin varlığı, elbette dünyadaki politik dengeye bir başka ağırlık kazandırmış ve diğer ülkeleri de ileri adımlar atmaya zorlamıştı. Buna rağmen Avrupa ve ABD’deki özgürleşme hareketlerine baktığımızda sosyalizmin tüm dünyaya açtığı siyasi alan olduğunu görüyoruz.
 
Bu durumda Tayyip’e hak vermeden geçemiyoruz. kadınla erkeğin ancak sosyalist ülkelerde eşit olacağı doğru. Hatta bunun da ötesinde tüm ülkelerdeki kadınların özgürleşmek için sosyalizmin varlığına, siyasi alanına ihtiyaçları var. BU YÜZDEN BİRİ “KAHKAHA ATAMAZSINIZ”, “SOKAKTA YÜRÜYEMEZSİNİZ”, “KIZLI-ERKEKLİ OTURAMAZSINIZ” dediği zaman Sovyetler’i hatırlıyor ve şu anki iktidarın geçici kazanımları tarihten silinmeyeceğine göre, bize de mücadele etmek düşüyor.
 
Toplam blog
: 46
: 284
Kayıt tarihi
: 27.03.12
 
 

Dağcılık sporu ile çocuk yaşlarda tanıştı. 1984 yılında ilk yüksek irtifa tırmanışını gerçekleşti..