Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '09

 
Kategori
Siyaset
 

Tayyip Erdoğan’ın azınlık itirafı ve Mimar Sinan'ın kafatası

Tayyip Erdoğan’ın azınlık itirafı ve Mimar Sinan'ın kafatası
 

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, rahmetli Özal’ın Cezayir’den özür dilemesinden sonra, ilk kez bir başbakan tarihsel hakikatleri irdeleyerek, temel hak ve özgürlükler bağlamında özeleştiri yaparak “Farklı kimlikleri kovduk. İyi mi ettik?” diye bir soru sordu..

‘Başbakanın kulaktan dolma bilgilerle böyle bir konuşma yaptı’ diyerek bazı kesimler Sayın Recep Tayip Erdoğan’a tepki gösterdiler.

Kulaktan dolma mı? Gerçekten ülkemizde Gayrimüslim azınlıklara yapılanlar gerçekte olmadı mı, ülkemize atılan bir iftira mı?

Cumhuriyet tarihimizde “faşizan uygulamalar” oldu mu?

Bu soruya cevap vermeden önce 04 Ağustos 1935 tarihli Akşam Gazetesindeki bir haberi okuyalım.

Haberin başlığı şöyle: "Antropoloji Müzesi - Eski mezarlardan çıkarılacak kafalar enstitüye gönderilecek"

Akşam gazetesinin haberini okuyalım: "Kültür Bakanlığı, Anadolu’daki öğretmenlere gönderdiği bir tamimde Selçuk, Danişman ve Artık oğullarına ait eski mezarlardaki kafa taslarını çıkararak İstanbul’daki antropoloji enstitüsüne kutular içinde göndermelerini bildirmiştir."

Yıl 1935 ve Kültür Bakanlığı eski mezarlardaki kafataslarını topluyor….

5 Ağustos 1935'de Akşam gazetesinden başka bir haber:"Büyük Mimarın kafatası mezarından çıkarıldı"

Haberi okuyalım: "Büyük Türk Mimarı Sinan’ın kafatası mezarından çıkarılmıştır. Kafatası antropoloji müzesinde saklanacaktır. Kafatası üzerinde yapılan tetkikatta bunun brakisefal yani yassı yuvarlak olduğu görülmüştür. Bütün Türkler brakisefal olduklarından büyük mimarın yalnız kültür itibari ile değil, ırk itibari ile de Türk olduğu bir kere daha meydana çıkmıştır."

Akşam gazetesini okumaya devam edelim. 6 Ağustos 1935'de yayınlanan haber şöyle: "Türk tarihi araştırma kurumunun verdiği bu karar üzerine koca Sinan’ın mezarının ufak bir kısmı Türk tarihi araştırma kurumunun seçtiği bir heyet önünde büyük bir dikkatle 1/8/1935 tarihinde açılmıştır. Ve ne yazık ki iskeletin pek büyük bir kısmının çok bozulmuş bir hale geldiği görülmüştür. Zamanın ve tahrip âmillerinin tesirinden kurtularak bugüne kadar kalabilmiş iskelet kısımlarından bazıları üzerinde tetkik yapılmış ve yine aynı heyet önünde mezar kapatılmıştır."

Mezar açılmış, inceleme yapılmış ve kapatılmış. Ama Mimar Sinan'ın kafatasından söz edilmiyor...

Vakıa şudur: Türk Tarih Kurumu Başkanı Afet İnan’dır ve Mimar Sinan’ın Türk olup olmadığını öğrenmek için 1935 yılında bir heyet huzurunda Süleymaniye Camii’nin yanındaki türbesinden kemikleri çıkarılır Mimar Sinan’ın. Tabii geçen 350 yılın tesiriyle iskeletin büyük bir kısmı bozulmuştur. Mezarının yanı başında Sinan’ın sağlam kalabilmiş iskelet parçaları üzerinde yapılan inceleme, Dönemin yaygın ırkçı telakkisi uyarınca kafatası incelenir. Türk ırkının brakisefal (yassı-yuvarlak kafalı) ispatlanmaya girişildiği bu romantik yılların hakim anlayışına uygun özellikte çıkar Sinan’ın kafatası. Neticede memnuniyetle mezar kapatılır. Ancak Sinan’ın kafatası kurulacak Antropoloji müzesinde muhafaza edilmek üzere heyet tarafından alıkonulur.

1940'larda bu hadiseden habersiz olarak türbeyi restore edenler mezarı açtıklarında Mimar Sinan’ın iskeletinde kafatasının olmadığını görünce telaşe kapılırlar. Araştırma yapılır ama nerede muhafaza edildiği tespit edilemez. Koca Sinan’ın kafatası sırra kadem basmıştır.

Bugün Antropoloji Müzesi yok..

Mimar Sinan başta olmak üzere Anadolu’dan toplanan kafataslarının nerede, kimde olduğu bilinmiyor.

Hafızasını yitirmiş bir toplum olduğumuzu hep söyleriz de, hiç değilse kurumlarımızın bir hafızası olmalı değil midir?

Güneş Dil Teorisinin, Türk Tarih Tezi'nin okullarda okutulduğu yıllardır o yıllar...

Avrupa'da artan milliyetçilik rüzgarının ve Türkiye'de yeni kurulan cumhuriyetin "temelleri" sağlamlaştırmak adına milliyetçiliğin ve Türklüğün köklerinin ne kadar derinlere indiğini, ne kadar muhteşem olduğunu ve kimliğinin kendine has özelliklerinin bulunduğunu ispatlamak için profesörler, üniversiteler ve kurumlar büyük bir çaba içindedir...

O tarihlerde Türk tarihi "yaratma" yolunda yapılan çalışmalar, "Türk Tarih Tezi" adı ile toparlanmış, Türk ırkının özellikleri de incelemeye alınmış. Antropolog Afet İnan, 1931 yılında "Türk Halkının ve Türk Tarihinin Antropolojik Karakteri Üzerine" isimli doktora çalışması sırasında Anadolu'da 64 bin iskelet kalıntısı üzerinde incelemeler yapmış.

Irkçılığın sonuçlarını ve nelere mal olduğunun , nasıl sakat düşünce ve davranışlar geliştirdiğinin tipik bir örneğidir bu yaşananlar.

Bu olay yakın tarihimizin gerçek bir olayıdır ve daha üzerinden 74 yıl geçmiştir.

74 yıl önce Türkiye Cumhuriyetine hakim olan resmi görüşün tezahürü olan bu gün hayretle karşıladığımız bu olay gerçektir ve Mimar Sinan’ın kafatası mezarında değildir, kayıptır.

Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın “Azınlıklara faşizan uygulamalar yaptık ve bu hiç de iyi olmadı” özeleştirisine sebep olan olaylar işte ırkçılığın devlete hakim olduğu yıllardaki uygulamalardır.

Lozan Barış Antlaşması’nın 37-45. maddeleri azınlıklara eşitlikçi bir düzeyde, ayırım yapılmaksızın çeşitli hak ve özgürlükler sağlamaktaydı.

Din, dil, ırk, etnik köken gibi aidiyetlere bakmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkes aynı hak ve özgürlüklerden yararlanacaktı. Antlaşmaya göre, Türk devleti azınlıklara ait vakıflara, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylık ve izin sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda bu tip Müslüman kurumlara sağlanan tüm kolaylıklar onlara da gösterilecekti.

1924 yılında, İstanbul’da faaliyet gösteren 960 avukattan 460’ının çalışma izni iptal edildi, çünkü onlar Ermeniydi, Rum’du, Yahudi’ydi...

Devlet memurlarıyla ilgili düzenlenen 1926 tarihli yasa, memur olabilmeyi ‘Türk olma’ koşuluna bağladı.

1934 yılında Trakya’da yaşayan Yahudilere yapılan baskılar nedeniyle, onlar önce İstanbul’a geçti, daha sonra 8 bin Yahudi Filistin’e göç etmek mecburiyetinde kaldı.

Ve Varlık Vergisi.. Varlık Vergisi nedeniyle yok pahasına sattırılan bu taşınmazları, fabrikaları, gemileri Türkler arasından kimler satın almıştır, kimler bu insani ve ekonomik facianın üzerinden sermaye birikimi yapmış, havadan zengin olmuştur, bu konular en az konuştuğumuz konuların başında gelir.

Bu şekilde yani komşusu Rum'un, Yahudi'nin fabrikasını, işyerini, evini yok pahasına satın alan daha doğrusu "millileştiren", "Türkleştiren" aileler kimlerdir, bunların bir bölümü bilinir ama pek yazılmaz, çizilmez; bunların arasında günümüzün çok önemli zenginleri de vardır ve bunlar kimdir

Erzurum-Aşkale’ye sürülen gayrimüslimler. İsrail devleti kurulduktan sonra, bu ülkeye giden Yahudilerin 30 bin civarında olduğu bilinmektedir.

1945 yılında 10 bin Ermeni SSCB’ye başvurarak Ermenistan’a göç etmek ister.

Niye gittiler ki?

6-7 Eylül 1955... Yassıda Mahkemeleri’nde ortaya çıktı...

Derin devletimiz önce Atatürk’ün Selanik’teki evine ‘hafif’ bir bomba koyar, yer yerinden oynar.

‘Doldurulmuş, bindirilmiş güruh’ İstanbul ve İzmir’deki gayrimüslimlerin evlerini, işyerlerini, mezarlıklarını ve kiliselerini tahrip eder, dükkanlar yağmalanır. 2-3 kişinin öldürüldüğü bilinir, bazı papazların sünnet edildiği dedikoduları da gündemdedir.

1964 yılında Türkiye, 1930’da Atatürk ile Venizelos’un imzaladığı İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması’nı tek taraflı olarak fesheder. Oysa bu antlaşma, her iki ülkenin vatandaşlarına diğer ülkede o ülkenin vatandaşı gibi yerleşme, ticaret yapma, şirket kurma, serbest dolaşım ve her türlü menkul gayrimenkul mal edinme ve tasarruf etme hakkı tanımıştı. Kıbrıs gerginliği bahane edilmiş, Türkiye’de yaşayan günahsız Rum kardeşlerimiz Yunanistan’a göçe zorlanmış, 12 bin kişi sınır dışı edilmişti.

1955 ve 1964 yıllarına kadar İstanbul’da 100 bin civarında Rum yaşarken bugün sadece 2 bin-2 bin 500 kaldı. Beyoğlu o tarihlerden önce bir çiçekti. Şık Rum, Ermeni, Yahudi bayanlar, iki dirhem bir çekirdek, kravatlı eşleriyle İstiklal Caddesinde dolaşırken, Türk burjuvazisiyle bir armoni oluştururdu.

1936 yılında Gayrimüslim Vakıfları ile ilgili bir düzenleme getirildi. Vakıflar beyanname vererek gayrimenkullerini tescil ettireceklerdi. Ancak iş zordu. Bu vakıflar ya Padişah fermanıyla kurulmuştu ya da saltanat döneminin güvencesiz hukuksal düzenlemeleriyle. Her cemaatten beyanname doldurmaları istendi. Dolduruldu, ancak tescil işlemi uzadı, birçoğu reddedildi. Oysa yüzyıllardan beri gayrimüslim azınlık vakıflarının gayrimenkullerinde hastaneler, imarethaneler, okullar faaliyet göstermekteydi. Bir kısmı zaten kilisenin, ibadethanenin müştemilatıydı. Teker teker bu gayrimenkuller kaybedildi, Hazineye geçti ve Hazine onların önemli bir bölümünü üçüncü şahıslara devretti.1936 tarihinden sonra miras, bağışlama veya başka türlü yollarla iktisap edilen gayrimenkullerin tescili ise hiç yapılamadı, çünkü onlar beyannameden sonra gelmişti.

1970 yılından itibaren beyannameden sonra iktisap edilen malların tümüne el konuldu. Tam bir hukuki skandal...

Ya sev ya terk et... Malını mülkünü ver ve çek git... Cumhuriyet kurulduğunda İstanbul nüfusunun yüzde 30’u gayrimüslim idi. Bugün yüzde 1’den az. 1955 nüfus sayımında 24 milyon Türk vatandaşının 260 bini gayrimüslim iken bugün nüfusumuz 70 milyon 100 bin civarında. Artık 50 bin-60 bin Ermenimiz, 20-25 bin Yahudimiz, 15 bin Süryanimiz, 2 bin-2bin 500 Rumumuz var.

İşin bir de uygulamaya yönelik tarafı var. Avrupa Birliği Mevzuatı çerçevesinde ve yapılan uluslararası sözleşmelere göre, hakların iadesi Türk Devleti açısından bir mükellefiyet.

Nitekim AİHM şimdiye kadar yapılan 120 civarındaki Cemaat Vakfı müracaatının çoğunda Türk Devletini tazminata mahkûm etti, bazı malların da geri verilmesine karar verdi. Ödenen tazminat şimdilik 2-3 milyon avro civarında. Daha da davalar geliyor. (Prof.Dr.Niyazi Öktem)

Sonuç olarak, o yıllar milliyetçiliğin ırkçılık olarak algılandığı ve yepyeni bir millet yaratmak için her yolun denendiği yıllardı.Bu nedenle sadece azınlıklara değil kendilerine benzemeyen Türkler de bu uygulamalardan fazlasıyla nasibini aldı.

Baykal ve Bahçeli’nin “Hayır, böyle şeyler olmadı!” demesi bir şeyi değiştirmiyor.l

Gerçeklerden neden korkulur?

Cesaretle, komplekslerimizden arınarak bunları konuşursak, gerçekleri görürsek, acılar ve utançlar bitecek.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..