Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '08

 
Kategori
Mizah
 

Tedaviden önce, tedaviden sonra

(iki gün önce)

Tuncay... Aynı asansörde birbirinin suratına bakmaktan korkan iki yabancı gibiydik o sıralarda, fırtınadan önceki sessizlik gibi bir dönemi yaşıyorduk. Hayat bize daha önce hiç göstermediği bir yüzünü göstermeye başlamıştı bile. Sokak aralarındaki mezarlıklar dikkatimizi çekmeye başlamıştı. Bizi bekleyen şey belliydi bunu biliyorduk... Ucu bucağı görünmeyen sonsuz bir yalnızlıkla sınanacaktık ama buna hazır mıydık?.

Okan: Evet abi... Anlıyorum...

Tuncay: Bir zaman sonra her şey birbirini tekrar etmeye başladı, gereksiz kıskançlıklar, ortalığı karıştıran üçüncü şahıslar, maddi imkansızlıklar derken bir sabah beraber uyandığımızda birbirimize ‘günaydın’ demek içimizden gelmedi hacı.

Okan: (iyi akşamlar deseydiniz anasını satayım) Haklısın babacan. Öyle olur genelde...

Tuncay: Ve ben kendi kendime şimdi şu soruyu soruyorum. ‘Değer miydi?’ bütün hayatları .oka sarmış adamlar olarak biz niye mevzu aşka gelince idealist davranmaya çalışıyoruz ki. Çoğu zaman iş hayatımız ‘emredersiniz müdür bey!’ klişesinden çıkmazken özel bir ilişki de neden her şeyin en iyisini arıyoruz. Ya da şöyle diyeyim kendi elimizle hemen hemen hiçbir şey yaratamamışken neden herhangi bir yabancıdan idealist bir eş yaratmaya çalışıyoruz. Bu çabanın nedeni ne... ya da sonucu ne?

Okan: Hı hı...

Tuncay: yedi yüz yirmi altı günü beraber yaşadıktan sonra aylar önce ayrıldık. Şu an ondaki en büyük değişiklik ne olabilir. Birlikte aldığımız, benim dokunduğum kıyafetlerinin hepsini atmış mıdır bir yerlere? Birlikteyken sinemada el ele seyrettiğimiz bir filmi şimdi televizyonda gördüğü zaman ne hissediyordur? Birlikte güldüğümüz kelime oyunlarına, detay esprilerine hala gülüyor mudur? Menşei benim olan ve benim ona kazandırdığım her türlü abstre yaşam eğlencelerini kullanmaya devam ediyor mudur hala? Bütün bunları öylesine merak ediyorum ki...

Okan: Öyle tabi canım... Zor yani... (Abstre ne lan?)

Tuncay: Aslında düşünüyorum da aramızda gerçekten hem kişisel hem de sosyal farklar varmış. Okul ortamında bunların çok da farkında olmuyorsun ama okul bitip de hayata başladığın zaman her şey bir bir ortaya çıkıyor. Değil mi babacan, yanlış mıyım?

Okan: Tabi canım. Zordur bu işler...

Tuncay: Ya abi, sen beni dinlemiyor musun iki saattir. İki laf etsene be, duvara mı konuşuyoruz burada...

Okan: Lan oğlum sıttin senedir kafamın etini yiyorsun ‘Selma da Selma’ diye be. Duymadığım şeyler mi bunlar sanki. Daha onu tavlamaya çalıştığın kısa pantolonlu günlerimizden beri habire bana anlatıyorsun bunları... Yeter be Tuncay! Biraz ara ver yahu. Kafa bu anasını sattığımı şeyi, bunun içinde sıkıştırılmış kağıt yok ki.

Tuncay: ...

Okan: İstediğin kadar küs anasını satayım bu ne be! Eksik etek gibi, Selma şöyle Selma böyle... Yok yedi yüz yirmi altı günmüş, yok üç yüz on iki günmüş. Yahu bana ne be. Ben mi bitirdim sizin ilişkinizi? Ben mi elimde viski şişesiyle kayın pederin dükkanına daldım, kızcağızın eğitimini gördüğü işini yapmasına ben mi engel olmaya çalıştım, ‘artık düzenli bir hayatım, evde beni bekleyen bir karım var, bazı kötü alışkanlıklarımı frenlemeliyim’ diye düşünmek gerekirken ben mi her şeyi hiç olmadığı kadar abarttım. Sonra vay efendim ilişkiymiş, bilmem neymiş... O merak ettiğin soruların cevabını da hayat senden istemez hiç merak etme. Hayat senden sadece güçlü olmanı, her duruma hazır olmanı ve mız mız olmamanı ister. Sırtını dönüp gitmesini bileceksin hafız, böyle sulu göz çocuklar gibi ya da ‘tedaviden önce’ adamı gibi süklüm püklüm durmakla olmaz bu iş.

Tuncay: ... Akşamki ekstraya gidecek miyiz?

Okan: Gideceğiz tabii. Kimse bizi yıkamayacak abi, göreceksin kendi kendine yetebilen, dürüst, yardımsever, ahlaklı insanlar olarak bütün ömrümüzü bir sanatçı duruşunun asilliğinde geçireceğiz. Bırak artık bu hasret, hicran ayaklarını be oğlum. Heyt beee!

Tuncay: Heyt beee! Başlarım ulan ilişkisine, özgürlüğüm benimle ya işte, daha ne istiyorum anasını satayım.

Okan: Hah şöyle ya, kendine gel biraz. Eee babacan az önce ki sözlerimle maksadımı aştıysam kusura bakma, seni kırmak ....

Tuncay: Ya bırak bu özür ayaklarını be oğlum, sana ben niye kızayım ki, kendi halinde salak herifin tekisin işte. Ehe ehe

Okan: ehe ehe... Yaşasın sanatçı duruşu!...

(Şimdi)

Tuncay: Selma aslında o kadar giyim kuşama, lükse meraklı birisi değildi başlarda, tamam insan bakımlı olmalı, özenli olmalı ama son zamanlarda iyice abartmaya başlamıştı, hele o kuzenleriyle ile bir araya geldiklerinde; piuuhh valla bi çarşıya çıkarlardı; krizlerden, her şey dahil sisteminden bunalmış memleket esnafı rahat bir nefes alırdı be. Tabi ben de dayanamadım bir gün aldım karşıma ‘bak hanım’ dedim ‘bizim etimiz budumuz belli, ben şu ayağındaki pantolon için iki gece sosyete kahrı çekip klarnet üflüyorum, nefes tüketiyorum’, yapma etme derdim ama ne fayda, yarın gider aynı mağazadan bana da bir şeyler alır hani ‘kıskandı mı acaba’ hesabı... Yahu ne alakası var benim istediğim pantolon falan değil ki, benim istediğim evimizin ekonomik şartlarına uygun davranılmasıydı sadece, haksız mıyım abi?

Okan: Tabii canım, önemli şeyler bunlar...

Tuncay: Yedi yüz yirmi altı günün etkisinden kurtulmam zor olmadı tabi. Ama şu an ne yapıyor, kimlerle ya da kiminle, beni düşünüyor mu mesela sinemada el ele seyrettiğimiz bir filmi şimdi televizyonda gördüğü zaman ne hissediyor bunları çok merak ediyorum be abi.

Okan: (eh be Tuncay ben senin kafana ... emi) Öyledir bu işler, zordur yani...

Tuncay: Bir de hep başıma kakılan şu viskiyle kayınpederi dükkanına dalma hadisesi var. Tamamen yalan dolan...

Okan: Ya Tuncay o mevzua girmeden bir şey sorabilir miyim be abi. Kaç para var sende şu an?

Tuncay: ...? altı yedi milyon olacaktı hacı. Ne olacak bir şey mi lazım?

Okan: Lan oğlum daha ne lazım olsun, mahalleden geçerken esnafa görünmeyelim ayağıma dolanıp duruyorum. Halletmek lazım oğlum bu borçları böyle olmaz yani, ayıp ediyoruz adamlara.

Tuncay: E oğlum hafta sonu iş yok mu o zaman hallederiz... Düşündüğün şeye bak.

Okan: Şekilcan içeriye borcumuz var, en az bir hafta para alamayız bardan, e istatistiklere göre her mekanda en fazla dört gün çalışıp, sonra da kovulduğumuza göre?.

Tuncay: Ulan doğru ya be. E babacan kirayı da veremedik, esnaf da veresiye vermez ne .ok yiyeceğiz şimdi.

Okan: Sonunda dediğime geldin bak. Ulan dua et benim gibi fikir yaratma dağarcığı geniş bi adamın kankasısın. Öhüm! Şimdi babacan motorda benzin var mı sen onu söyle önce?

Tuncay: Yok ama üs kattaki odası merdivenlinin cipinden aşırırız biraz, nasıl olsa Bodrum’da o.

Okan: Ulan iki gün sanatçı duruşu sergileyelim dedik o da nasip olmadı. ‘Biz ancak kavun karpuz sergileriz’ gibi berbat bir espriyi ise yapmak dahi istemiyorum. Tuncay al abi şu tornavidayla hortumu aşırabildiğin kadar aşır, Kemer’e gideceğiz, ona göre ha, nargile marpucu gibi yapışman lazım hortuma depoyu doldurman lazım.

Tuncay: Sokak müziği mi yapacağız?

Okan: İstersen yapma, buzdolabında mide hapı ve çürümüş maruldan başka hiçbir şey yok.

Tuncay: Ulan Okan ilke milke derken şu düştüğümüz durumlara bak.

Okan: Gelince koyarız oğlum yerine. Ya da... Ne bileyim anasını satayım benim de aklım durdu.

Yıktın mümkünümü, çarelerimi loy loy diloy loy...

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..