Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

ZEREN KEZİBAN KARAASLAN

http://blog.milliyet.com.tr/zerenkezi

06 Mart '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Teğet daireler (Ah! Şu gitmeler)

Teğet daireler (Ah! Şu gitmeler)
 

Teğet daireler ilmindeyim

nereye baksam esaretim yazıyor...

Teğet dairelerle benzerlik taşıyan ilişkilerimiz vardır birçoğumuzun hayatında...

Murathan Mungan bir şiirinde “Aslında giden değil kalandır terk eden/ giden de bu yüzden gitmiştir zaten” der...

Giden kolay gider, kalan güçlüyse... Her zaman kalan güçlüdür, bazen gidişi bile hazırlar...

Zayıf bulduğumuz, yere düşen madeni bir para gibi yalpalamanın formunda, bir oraya bir buraya savrulan ( sizi tanıdıktan ve yaşamınıza dahil olduktan sonra çıkmış gibi algılar bu durumu, sorumluluk duygunuz...) hayallerini belirleyemeyen, karalama defterine hapsedilmiş duyguları olan birini terk edemezsiniz... Derinliklerindeki travmalarını göstermiştir size...Gidemez-gitmek istemezsiniz ; emek-özen-sevgi- sorumluluk-umut-fedakarlık-aşk-paylaşmak-üretebilmekmek-dayanışma gibi insan olmanın hallerini çizmişsiniz tuale ve öğrenilebileceğini beklemişsinizdir... Oysa bu çabalar boşunadır...İnatla güzellikler yaratmaya uğraşırsınız sevmeyi bilen yüreğinizle... Acıma duygunuz, terkedilmişlik duygusunun yaratacağı tahribatlardan kendinizi muaf tutamayacağınız için gidemezsiniz... Gidemezsiniz, iyileşebileceğini sağlayacakmışsınız gibi gelir! Oysa sizin gidememeniz; anlık keyiflerle, aymazlaştırır yalnızca ve gittikçe artan olumsuz davranışlar krizidir size sunulan... Teğet daireler olursunuz bu yüzden.

Geçmişe geçişler yaparsınız durmadan... İlk tanıştığınız zamanlara... (.../olsa/ sona kalsa başlangıçlar dizesi konuk olur geçişlere, Edip Cansever' in) doğru ve gerçeğin aynılığını yakalayamazsınız bir türlü... Bakarsınız başlangıçlara; sizi, kendisiyle bütünleştiğini ima eden öykülerle büyülemiştir... Denizsiz kentlerde avuçlarınızda nasıl martı beslediğinizi göstermişsinizdir... Ve beyaza hayranlığınızla teninizde barındırdığınız yaseminleri toplayıp toplayıp vermişsinizdir...

Sonra; sonraya mı, önceye öpülmeler derken bir de bakmışsınız büyüleyen öyküler sürekli ezberdeki tekrar...(zaten yaşamı da öğretilmiş ezber... Ne eski yaşamın içindedir ne de yeni yaşama tutunabilir artık...) Martılar öldürülür birer birer, yaseminler kurutulup atılır... Ezberler yerle bir olur... Bozulmalar had safhadadır... Garez gazelleri dökülür avlunuza... Size yansıtılan öfke ve kızgınlığın kaynağını ararsınız umarsızca... (Sizin yüzünüzden mi bu hale geldi bu insan...) Freud "insanda doğuştan var olan saldırganlık ve cinsel dürtüler hayatımızı yönlendirirler" demiş ya, saldırganlık kısmının tehitidir seyrettiğiniz süreç...

Biz olmaya öfke duyulur, empatiden yoksun 'ben' dayatılır... Ara sıra özür diletmeyi başarsanız da haksızlıkları kabul ettiremezsiniz... İnsan hakları beyannamesinde bir madde vardır onun için yapılmış... Didaktik bir stille; anlamı amacı olmayan davranışlar yumağı yuvarlanır durur aranızda... Sevgili olunamaz, dostluk zaten kolay değil... Siz ne olduğunu merak edersiniz...“Hiç bir şey” tarifi verilir... Verilemez... Agnosi anaforudur tanık olduğunuz... (Odesius Tepegöz le karşılaşınca adının hiç bir şey olduğunu söyleyip kurtarmış kendini ölümden...) Tepegöz olmadığınızı anlatmaya uğraşırsınız... Tagore nin “Ateş böceği” de okunmamıştır anlaşılan...

Kayıp aşklar mı yaratılır acı çekmek için, yağma içgüdüsü müdür bilinmez... Artık alımlama estetiğinin yörüngesindesinizdir...

Bir gün Cezmi Ersöz ün yazısında bulursunuz tarifini:

“Kendimi hep eksik bulurum ben... Hep yetersiz... Olmak istediğim insandan uzak düşerim....Kendimi yeterince sevmediğim için acıyla aşkı karıştırırım birbirine... Beni doyasıya sevenleri değil, hep eksik sevenleri severim, onlara bağlanırım. Bana inananlara değil, inanmayanlara tutku duyarım... Tutarlı bir öyküm yoktur.Kimliğim hep değişir... Sabah inanılmaz bir arzuyla özlediğimden akşam olunca uzaklaştığımı hissederim.

Kendime nasıl inanmıyorsam, bana inandıklarını söyleyenlerden de öylesine kuşku duyarım... Yakınımdakileri değil hep bana uzak kalanları özlerim”

Radyoda Dean Martin "Yaov're nobady till somebady loves yov" (biri seni sevene kadar bir hiçsin... ) diyordur...

Yıllarca kendini değerli hissetmek için çabalayıp durmuşluğunu, her an tepsisinde çevresindekilerce alınabilecek şeyler bulundurmuşluğunu biliyorsunuzdur... Siz bir kürdan alabilir misiniz diye sorduğunuzda tepkiyle karşılaşmışınızdır...Sizin verdiklerinize-göstermek istediklerinize öylesine yabancıdır ki!... Sizde fark ettiği renklere sahip, sanal rakipler yaratılmaya çalışılır sıkça, mantığını anlayamadığınız... Sizin ona hissettirdiğiniz değere inanamaz-güvenemez ... Yıllarca peşinde olduğu şeyler böyle kolay verilebilinir mi?... Bu kadar zorlanmadan, bu kadar beklentisiz... (Haksız da değildir, belki de hak etmiyordur...)Tabii bu sefer de güçlü enerjiniz, özgünlüğünüz çileden çıkaracaktır...(Sevgi bunları mı yaratıyor?)

Attığınız her adım boşunadır hoşluk adına, siz de bu olanları anlayamaz, anlamlandıramazsınız... Gördüğünüz sıradan ihtiyaçlar peşindelik midenizi bulandırır, kendini iyi hissedebilmek adına yapılan ucuz hesaplar ürkütür... Çalkantılı nehirlerin bulanıklığı ve artan kirlilikler.....Coşkunuz tereddütle bakar avuçlarına, arzunuz kaygılıdır sevmeleriniz yavaşlar... Çelişki ve tedirgin bakışlarla bu ilişkinin seyrine şahit olursunuz istemeden...

Bedeniniz yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştır... Ruhunuz Don Kişot lukla direnir-bekler o ilk halleri- düzelmeleri ya da yanlışlıkların fark edilip doğruya evrilmesini umutla... 'Onun istediği de kötü tablolar değil aslında' diye aklamaya yönelirsiniz...Oysa dozu artmaktadır olumsuzlukların, sindirme çabalarıdır, ben neymişim be abi demek içindir, nedeni bilinmeyen feveranlığın seyrüseferi yani... Ve Nazım ın ruhu şad olsun...

MAVİ LİMAN

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.

Seyir defterini başkası yazsın.

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.

Beni o limana çıkaramazsın.... şiirini sıkça hatırlamaya başlarsınız...

Bardağın taşabileceği akla gelmez nedense, hem taşsa ne olur ki... Gül yaprağı olabilmek hikayesi bilinse de...

Bardak da taşar bir gün....

Ruhunuz uzaklardadır; donmuş kalakalmış bedeninize ve sarf edilen kelimelere güler hissettiği sancıyla … Ve: ‘yardım edebilme duygusu zarardır çoğu kez... Ve bu duygudan vazgeç... Yararı olmaz böyle kimliklere... Senin yüzünden bu halde sanıyorsun...Sen olmayınca kurtaramayacak diye düşünüyorsun kendini bu sıkışıp kalmışlıktan, çıkmazdan... Belki de başlangıcı olacaktır ... Gitmen belki de onun kendini yeniden varatmaya, kendinin hazırlayabileceği bir yaşamın peşine düşmeye itecektir... Bazen acımasızca yapılan derslere de ihtiyaç vardır... Kaybedilince fark edilir güzellikler... Güzelliklerin ne olduğunu bile bilmiyor görmüyor musun...Şu haliyle fasit daire ikliminde her şey… “Ey hayat! Ölüme şükret; seni onun yüzünden seviyorum” demiş Seneca... Hatırla..."der...

Antik çağdan beri teğet dairelerin problemleri ilgi çekmiş, sanırım Descardes formüle edebilmiş... Ama neler önerir bilemem bu öyküye... Gökten üç elma da düşmeyecek... Ne yazık ki başlangıçlara da benzemiyor sonlar...

Çekip gitmek mi? Geçip gitmek mi?... Bazen sevmek gitmektir...

Gitmek bazen sevmektir...

Teğet daireler ilmindeyim

Nereye baksam gitmek yazıyor...

Haydi hep beraber: Ey teğet daireler, özgürlük...

Keziban Karaaslan

 
Toplam blog
: 35
: 573
Kayıt tarihi
: 18.02.09
 
 

Bağımsız bir yaşam sanatsız düşünülemez! diyen bir kaç yıldır Gaziantep' te yaşayan, kamuda çalışan ..