Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '12

 
Kategori
Dünya
 

Tehdit mi yoksa rol kapma yarışına kalkışmak mı?

Tehdit mi yoksa rol kapma yarışına kalkışmak mı?
 

Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan Stratejik Ortaklık görüşmelerinden birinde.


Türkiye oldum olası Orta Doğu’daki hiç bir gelişmeye duyarsız değil. Son kırk  yıldan bu yana Orta Doğu Türkiye için yıldan yıla değil, giderek günden güne önem kazanıyor. Ne ki benim görebildiğim söz çok, ancak süslü bir kaç bin cümleden öte dişe dokunur eylem yok. Kısacık ömrümde görebildiklerimin özü bu.1983 ile 1998 yılları arasındaki belgesel çalışmalarım sırasında Türkiye çapında olduğu kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki kimi gelişmeler yanında siyasi gelişmeleri de yakından izlemeye çalıştığım için Orta Doğu'da günden güne bizi etkileyen son durumlar çerçevesinde 'iğneyi kendimize' de batıralım içerikli bazı irdelemelerde bulunmak zorundayım .

Orta Doğu paylaşımı için bölgesel aktörlerin saysının arttırılmasına gerek görülmüştür

'Böyle gelmiş böyle gider' yaklaşımlarının çıkar yol olmadığı PKK terör örgütünün ortaya çıkması ile birlikte hükümetlerin yüzüne bir Osmanlı tokadı gibi inmiştir. kaldı ki Orta Doğu paylaşımının en önemli aşamalarından biri olan Irak'ın İşgali konusundaki AK Parti Hükümetinin tutumu geleceğin yorumlanabilmesi bakımından olası bazı tahminlerde bulunulamamış ve ortaya çıkan Bölgesel Kürt Yönetimi de Ankara için kozlarını paylaşması gereken bir aktör olarak paylaşımdaki yerini almış bulunuyordu. Genel olarak bakıldığında Orta Doğu paylaşımı için toplum bilimsel içerikli bir 'çatışma süreci' öngörülmüştür. Bu bağlamda bölgesel aktörlerin sayısının arttırılmasına da özel bir çaba harcandığını görüyorum.

Orta Doğu için Doğu Akdeniz'in önemi yenice ortaya çıktı

Orta Doğu toprakları için Batı'nın bin yıllık tasarımlarının yeni bir uygulaması (vechesi) diyebileceğimiz Arap Baharı da günden gine ivme kazanmaya başlamış bulunuyor. Osmanlı Devletimizin zaaflarının bir nişanesi olarak Orta Doğu'nun Doğu Akdeniz alanındaki topraklarında konuşlanan İngiltere'den sonra SSCB'den sonra Rusya Federasyonu'nun Suriye ile askeri saldırmazlık anlaşması bulunması Arap Baharı çalkantılarının içeriğine damgasını vurmuş bulunuyor. Bu yüzden ne ABD ne NATO ne de Orta Doğu'da kendince kimi çıkışlar için fırsat kollayan AK Parti Hükümeti şimdilik teyakkuzda.

Türkiye için Doğu Akdeniz'in önemi 1974'deki Kıbrıs Savaşı ile kanıtlanmıştır

Gerçekte Türkiye Cumhuriyeti başından beri Pakistan'dan Mısır'a kadar Orta Doğu'ya elden gereğince önem vermiş olsa da Batı'nın SSCB'ne karşı tekelci mücadele kararı ile Tükler ile Arapları birbirine yakınlaştırmama siyaseti kalıcı kurumlaşmaları engellemiştir. Merhum Bülent Ecevit ile Merhum Necmettin Erbakan'ın Batı'ya karşı sert  tavır alışları ile gerçekleştirilen Kıbrıs Savaşı bence temelde Türkiye için Doğu Akdeniz'in ne kadar önemli olduğunu gösteren unutulmaz bir çıkıştır. Bence ulaşılan sonuçları bakımından olayın adı, resmi olarak üstüne basa basa söylendiği Kıbrıs Barış Harekâtı değil Kıbrıs Savaşı ve Kıbrıs Zaferi'dir. Kaldı ki CHP - MSP Hükümeti söz konusu savaş kararını Londra ve Zürih Anlaşmalarının Rumlarca bozulması üzerine almıştır. Atalarımızın Malazgirt'te 1071'de kazanmış olduğu o kutlu zaferden sonra gelen bütün zaferlerimiz gibi Kıbrıs Savaşı'nı da gençlerimize unutturmamak gerektiğini düşünüyorum.

Suriye'deki ırkçı etnik söylemler Özgür Suriye Ordusu'nun çözül mesine de yol açabilir

Ancak ortaya çıkan Suriye İç Savaşı başta Büyük Kürdistan düşü kuran Mesut Barzani ile Kandil'de konuşlandığı bilinen PKK terör örgütünün ve Suriye'deki Kürt hareketinin silahlı örgütü PYD'nin de bulanık suda balık avlamak istedikleri ortada. Yedi gün önce Erbil'den Kamışlı'ya doğru yönelen ve içerisinde PKK ile PYD örgütlerinin de üyelerinin bulunduğu ayrılıkçı eylemler; özetle Başbajan Erdoğan'ın 'hayali haritalara da buna da müsaade etmeyiz' sözleri ile karşılık bulmuş ve birden bire durdurulmuştu bu tür taşkınlıklar. Bilindiği gibi Bağdat Hükümeti de Bölgesel Kürt Yönetimi'ne Peşmerge Ordusu'nun sınır aşırı eylenlere kalkışmasının Anayasal bir suç olduğunu hatırlatmıştı haklı olarak.

Ortam şimdilik sakin görünse de Halep'teki kent için savaşlarına da bağlı olarak ne gibi olayların patlak vereceğini kestirmek zor. Kaldı ki şimdilik kendi içinde bir birlik içinde imiş gibi görünen Özgür Suriye Ordusu bazı ırkçı etnik yaklaşımlar nedeni ile çözülmeye başlayabilir. KUK Başkanı Abdül Hakim Başar'ın Hürriyet Gazetesi'nden Gazeteci Cansu Çamlıbel'e iki gün önce verdiği bir açıklamasına göre 'Suriye'nin geleceği konusunda anlaşma' sağlanamamış. Başar'ın  'Suriye'de homojen bir Kürt Bölgesi yok' açıklamasına rağmen, kendisi dahil Suriyeli Kürtler, Kuzey Suriye'de azınlıkta olsalar bile yörenin Batı Kürdistan olarak adlandırılmasından ve yönetimin Kürtlerin elinde bulunmasından yana tavır koymuş bulunuyor.

GAP'tan Sıfır Sorun Siyasetine uzanan yolda siyaset uyumuştur

Bugünlere geldiğimizde gördük ki 'Komşularımız ile Sıfır Sorun' arayışı ise Orta Doğu paylaşımındaki gizli oyunlara kurban gitti diyebiliriz. Çünkü Fırat, Dicle ve Asi ırmakları ile Türkiye'nin de sıkıntısını çektiği 'petrol' sorunu için gerekli siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler ön görülememiştir. Çünkü bu tür yaklaşımlar günü birlik oy getirici yatırımlar olarak görülmediğinden sürekli olarak ötelenmiştir. İktidarlar 'günü kurtarmak' ve 'gelecek seçimleri de almak' için kurgulandığından ne Türkiye'nin huzurlu geleceği ne de Orta Doğu'daki eski yurttaşlarımızın temel sorunları ile ilgilenilmiştir. Bu yüzden Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün hatta Barış Suyu Projesi yüzünden bize oldukça yaklaşan İsrail üzerinde gerekli etkinlikler sağlanamamıştır.

Ayrıca bu uğurda kimi yollar mı tıkalı, düşünceler mi dumura uğradı, işbirliği ya da uzlaşma yolları mı aranmak istemniyor anlayabilmiş değilim. Bölgenin en ileri ekonomisi olmak yanında tek parti iktidarı ile ayakta bulunan Türkiye sanırım Orta Doğu’daki olası etkilerinden korkulduğu için, gizli bir el tarafından öteleniyor. Çünkü uygulanması düşünülen yeni Orta Doğu haritasında, şimdilik 'hayali' bile olsa, Türkiye olduça küçültülmüş olarak sunuluyor anlana.

Bana göre her şey 2003'teki Irak’ın İşgali’nden sonra Türkiye’nin aleyhine dönmeye başladı. Arada yeri geldiğinde söylenen Stratejik Ortaklık ise Türkiye'den çok ABD'nin Orta Doğu tasarımları için geçerliğini koruyor olsa gerek. Sanırım Orta Doğu'daki paylaşım tasarımlarından Türkiye'nin pay almaması için güçlü bir direnç var Batı'da. 

Ortalıktan silinmek üzerede olduğu gözlenen ayrılıkçı terör örgütü (PKK) yeniden, yeni yollar ve yöntemler deneyerek sahneye çıktı. Ayrılıkçı söylemler de siyasi oluşumlar da çoğaldı. Hükümetin ortaya koyduğu ‘açılım ya da ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ne rağmen kimi sivil itaatsizlik eylemleri ile yaygın terör saldırıları günden güne arttı.

Birilerine göre, ‘tüm Kürtler Türkiye'ye savaş’ açabilirmiş! 
 
İşte bu kapsamda Kandil Dağı adlı Sırça Köşk’te oturmasına izin verilen Murat Karayalçın nam sergerde iki gün önce kendince bir civanmertlik örneği göstererek Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Suriye konusundaki haklı kaygılarından kendisine bir kaç vazife çıkartmış. Türkiye’deki kimi şehirlerdeki (!) örgütlü Kürt gençlerine ‘hazır olun’ çağrısı yapan Karayılan, ‘Bilinmeli ki böylesi bir durumda tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan keskin bir savaş sahasına dönüşür’ uyarısında bulunmuş.
 
Sanki bütün Kürtler kendisine ‘biat’ etmiş.
Sanki bütün Kürtler onun emrinde.
Sanki halk oyu ile seçilmiş bir önder.
Sanki yeri yurdu belli bir muhalefet lideri.
Sanki her an bir yerde sinsi silahları patlatarak can alan bir elebaşı değil de çakma bir siyasetçi!
 
Yine de kimi karanlık ilişkiler ağı kapsamında irdelendiğinde görülecek ki bu sözler hiç de ‘hariçten gazel okumaya’ benzemiyor. Bu sözlere göre çok yakında 'taş üstünde taş' kalmayacaktır, ayağınızı denk alın diyor Terör Örgütü elebaşısı Murta Karayılan! Bu yüzden artık 'muhatap' alınması gerektiği ortaya çıkıyor. Çünkü devamını kısaca buraya aldığım o konuşmanın 'yenilir yutulur' tarafı yok. Halk deyişi ile değerlendirmek gerektiğinde, ‘konuşana değil konuşturana bak’ diyoruz bu gibi durumda. İşte bütün sorun ‘o konuşturan’ zavallı ya da zavallılar kim ise onu arayıp bulmakta. Aşağıdaki diğer ayrıntılarına da yer vermeyi düşündüğüm bu çıkışın ne anlama geldiğini sanırım konunun muhatabı olan kimi yetkililer benden daha iyi bilir. 
 
Bu tür çıkışlar hiç de hayra alâmet değil 
 
Bana göre ortaya çıkan durum çok üzücü. Bu çıkış denemeleri belki geçtiğimiz günlerde de yapılmış ve Hükümet yetkilileri gerekli tedbirleri almaya başlamışladdır. Bir terör örgütü elebaşısının böylesi bir tavı alışa yeltenmesi sanırım ‘arkasını sağlama aldığının’ da bir göstergesi olsa gerek. Kaldı ki 11 Eylül 2001’de Bin Ladin’in önderliğindeki (!) El Kaide terör örgütünün bir anda yaklaşık (3000) kadar Amerikalıyı bir anda öldürmesi ile karşılaştırıldığında Türkiye’deki terör kurbanlarının bu sayıdan en az on (10) katı olduğu görülecektir.
 
Bu bakımdan bizim acımız ABD yurttaşlarının duyduğu acıdan kat be kat çoktur. Uluslararası nitelikleri de bulunan sinsi terör örgütünün de kimi Stratejik Ortakları var olmalı ki günden güne girşitiği can alıcı kimi terör saldırıları ile böyle bir pervasızlık gösterebilmektedir. Bakalım sert bir tavır alışı içeren bu ‘meydan okuma’ ya da ‘tehdit’ nasıl bir yankı bulacaktır ilgili kesimlerde.
 
Eğer bu tür çıkışlar gerektiği gibi değerlendirilemez ve karşılık bulamaz ise çay ocaklarında ‘ya duydun mu’ diye başlayan konuşmalar sonunda ‘sen ne demek istiyorsun ulan’ biçiminde kabararak nice kavgalara yol açabileceğini de iyi kestirmek gerekiyor. Kimi ‘kıvılcımların’ böyle başlayarak bazı odunları tutuşturduğunu da bilelim. Bu tür çıkışlara sebep olanlar kahrolsun, diyerek konunun diğer yönlerine bakalım şimdi.

Türkiye ötelenerek kim nereye gitmek istiyor?

Anlaşılan o ki 1 Mart 2003 Tezkeresi ile Kuzey Irak’taki Türkmen kenti Süleymaniye’de Türk subayları ile askerlerinin başına ‘çuval geçirilerek’ götürülmelerinden sonra çok şey değişti. Oysa Türkiye başta ABD ile AB ülkeleri olmak üzere Irak, İran, Rusya, Mısır ve Suriye ile dengeli bir siyaset geliştirmek yolunda ilerlemek istiyordu. Görüyorum ki Hükümetin son on yıllık Orta Doğu siyaseti ya Erbil ya Şam ya Bağdat ya Moskova ya da Washington’dan dönüyor.

Sorunun içine Suriye’nin parçalanarak kuzeyinde Kamışlı’dan Lazkiye’ye kadar uzanan bir Suriye Kürdistanı kurulması tasarısı da eklenince Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu bugüne kadar hiç duymadığımız kavramları da içeren en sert açıklamalarda bulundular. Onların bu çıkışlarına katılmamak mümkün değil. Ne ki Orta Doğu’daki gelişmeler için başta ABD olmak üzere AB ülkeleri de Türkiye’ye hiç bir ‘siyasi rol’ vermiyorlar.

Bu süreçte Erbil’de örgütlenen Kürt Ulusal Kongresi (KUK) ise başlı başına bir oluşum olarak Büyük Kürdistan emeli için çabalıyor. Yıllardan beri semirmesine göz yumulan PKK ise Büyük Kürdistan düşünü yaygınlaştıran silahlı bir örgüt olarak Orta Doğu'daki olası paylaşım için Türkiye, Irak ve Suriye'deki varlığı ile muhataplarının en büyük korkusu bence.

Başbakan Erdoğan’ın, ‘tek bayrak, tek vatan, tek dil’ açılımı ne olacak?

Yaşanılan sorunlar ne müsamaha, ne sabır, ne Kürt Açılımı ne Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ne kimi teröristleri de kapsyan örtülü af ne Erbil ne de Kerkük ile uzlaşma yolları aramak dayanaklarının da bitmekte olduğunu göstermiyor mu? Öte yandan Hükümetin bütün çabalarına rağmen terör örgütü ile siyasi uzantılarının amacının K. Irak’ta ABD desteğinde kurulan Kürt Bölgesel Yönetimi benzeri; kendi başına buyruk bir yönetim isteği olmasın? Bu ise sanırım Başbakan Erdoğan’ın kırmızı çizgilerine aykırı bir durum. Bilindiği gibi Başbakan Erdoğan, dünyadaki pek çok örnekte olduğu gibi, ‘tek bayrak, tek vatan, tek dil’ esasına da bağlı olarak barış içinde bir arada yaşanılması gereken bir Türkiye istiyor.

Oysa Başbakan Erdoğan'ın yenice karşı koymasına rağmen Orta Doğu için yayınlanan kimi 'hayali haritalar' ne yazık ki Türkiye topraklarının en az %10 kadar bir büyüklüğünün koparılması gerektiğini gösteriyor. Umulur ki AK Parti Hükümeti bu parçalanış için gerekli direnişi  göstererek, resmen adı üstünde söylene gelen 'bölücü terör örgütü' (BTÖ) ile siyasi uzantılarına karşı da uluslararası destekçilerine de gereken cevapları verecektir. 

Orta Doğu'da ötelenmekte olan Türkiye Londra, Kudüs, Atina ve Lefkoşa arasında ne yapacak?

Osmanlı'dan bu yana gerektiği gibi çözülemeyen toprak mülkiyeti, aşiretçilik, eğitim, kültür, tarih, dil, lehçe, yayıncılık, din kardeşliği, göç ve yurttaşlık gibi sorunların bir sarmalı olan Kürt Sorunu yalnızca Türkiye için değil İran, Irak ve Suriye için de en önemli bir sorun olarak yaygınlıkkazanmaya başlamıştır. Orta Doğu'aki petrol yataklarının çevresindeki en büyük nüfus olması bakımından dağınık Kürt boularının günden güne kenetlenmeye başladığı da göz ardı olunamaz. Öte yandan 1950'lerde Mustafa Barzani ile bağlayan Barzani Aşireti'nin İsrail'e muhabbet duyması ve geçtiğimiz son yılları da kapsayan kimi gizli ilişkilerinde ortaya çıkmış bulunması da bölgedeki en önemli aktörlerden birinin de İsrail Devleti olduğu gerçeğini yadsınamaz bir biçimde gündemde tutuyor. Son bir yıl içerisinde İsrail'de uyanmaya başlayan Kıbrıs ve Atina ilişkileri muhabbetten öte derin stratejik bağların kurulmakta olduğunun en açık belirtileri değil midir?

Dün basında yer aldığına göre Ben-i İsrailoğullarının İsrail'deki kentleşme çabalarının ilginç bir modeli olan Kibutz kırsal kalkınma örgütlemesinin bir ayağı da Güney Kıbrıs'a uzanmış! İşte bu bağlamda Baasçı Şam Yönetiminin yıkılması ile birlikte Orta Doğu paylaşımı öncelikle Musul ve Kerkük petrol kaynaklarının Akdeniz kyılarına taşınması için yeni bir kapışma konusu yaratacaktır. Kaldı ki içinde başta İngiltere olmak üzere Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan ve İsrail ile birlikte Doğu Akdeniz'in güvenliğini daha da karmaşıklaşmış bir durum arz edecektir. Peki bu yeni oluşumların gerisinde Stratejik Derinlik açılımları ile yola çıktığını sandığım Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Davutoğlu'nun yol göstericiliğindeki Türk dış siyasetinin hiç mi suçu yok?

Bu kapsamda Stratejik Ortak ABD ile NATO bakalım Türkiye'nin 'terör saldırıları sorunu' için; kendilerini bizim yerimize koyarak düşünebilecekleri 'empati' içerikli her hangi bir yaklaşımda bulunabilecekler mi?

Gelecek yazı: ABD Sözcüsü Patrick Ventrell, ‘Daha fazla ileri gitmeyin’ 

Ömer Faruk ( 03.08.2012 Ankara )

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..