Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '07

 
Kategori
Eğitim
 

Tehlikeli öğretmenler

Tehlikeli öğretmenler
 

Her şey bitti (mi acaba, yoksa her şey aslında yeni mi başlıyor bilmiyorum). Evet, 31 Haziran itibarıyla artık mezun sayılırım. Dersler bitti ve sadece 3 adet yıl sonu (final) sınavım var, artık otobüs şoförüne para uzatırken "öğrenci" dememeye kendimi alıştırsam iyi olacak :)

8 yıl ilköğretim + 4 yıl orta öğretim + 1 yıl dershane + 4 yıl yüksek öğretim = 17 yıllık öğrenim hayatım boyunca çeşit çeşit öğretmenle haşır neşir oldum. Hepsinin bende iyi ya da kötü birtakım izler bıraktığını gönül rahatlığıyla söleyebilirim.

Bu seferlik kötü örneklerden bahsedeceğim; meslektaşlarım (hihi) bana kızmasın lütfen... (Vereceğim örneklerde okul ve öğretmenlerin adını kullanmam yanlış olacaktır elbette).

Liseyi; annemin, babamın ve ablamın mezun olduğu okulda okudum. Dolayısıyla bütün öğretmenler beni tanıyordu, çoğu annemin-babamın eskiden öğretmeni veya sınıf arkadaşıydı. Fakat aralarında derse alkollü gelen, ya da öğrenciler bir hata yaptığında lama gibi tüküren (en ıslak ve yapışkan haliyle hem de!), derste küfürlü konuşan öğretmenler de vardı. Öğrencilere ne kadar etkili bir şekilde örnek oldukları da, lisenin şimdi yaşmakta olduğu disiplin probleminden belli zaten.

Türkçe öğretmenimle hep tartışırdık derslerde. Çünkü bir Türkçe öğretmeni olduğu halde, "de" bağlacını bitişik, "-de" ekini de ayrı yazmasına dayanamazdım. O da her seferinde yanlışını ortaya çıkardığım için takmıştı bana. Bir gün, sınav kağıtlarını dağıttı nerelerde yanlış yaptığımızı görmemiz için. Bir de baktım 69'dan 3 almışım. Soruları incelerken, 5 puanlık bir soruya önce 5 puan verip ardından karalayarak 4 yazmak kaydıyla, önceden 70 olan notumu 69'a düşürmüş. Dolayısıyla 4 yerine 3 almışım. İtiraz ettim en doğal hakkımla. Daha sonra ne zaman derste parmak kaldırsam, asla bana söz hakkı vermedi...

Başka bir öğretmenimin bir anahtarlığı vardı. Hani şu altta dikdörtgen bir metal ve üstte de bir araba markasının basıldığı deri bir levhadan oluşan anahtarlıklardan (mutlaka görmüşsünüzdür). Bu öğretmenimiz, bu anahtarlıkla öğrencilere vururdu. Bana hiç vurmadı ama, çıkan sesten ne kadar can acıttığını tahmin etmek hiç de zor değildi. O sesi her duyduğumda içim sızlardı doğrusu.

Bir Türkçe öğretmenim de, hiç ders anlatmaz, sadece sorular sorarak bizi düşünmeye teşvik ederdi (buraya kadar eh). Fakat sorduğu soruların cevabını hiçbir zaman öğrenemedik. Tahtayı öyle bir kullanırdı ki, evlere şenlik. Soldan sağa ya da herhangi bir düzen içinde değil, rastgele doldururdu tahtanın orasını burasını. Ders boyunca uyuklayan arkadaşlarım, dersin bitiminde tahtayı görünce "bunlar ne ya" demekten kendini alamazdı. Ve Türkçe dersinin sınavına bir hafta kala öğrendik ki, dönem boyunca en çok duyduğumuz "öncül ve ardıl" sözcükleri aslında "ek ve kök" anlamına geliyormuş!

İngilizce Konuşma Becerileri dersinde hiçbirimiz rahat bir şekilde konuşmazdık. Çünkü öğretmenimiz tahtaya çıkacak olan kişiyi önce "tepeden tırnağa" değil de, her nedense "tırnaktan tepeye" inceler, sonra aşağılayıcı bir tavırla "başla bakalım" derdi. O bakışları gören bizler başlardık ama asla devamını getiremezdik. Çünkü morali baştan bozan bir öğretmenin karşısında doğal olarak bocalardık. Bir gün dayanamadım ve öğretmene "Siz Armağan Çağlayan gibi bakınca karşınızda konuşulmuyor ki!" dedim! Evet, benim gibi sessiz sakin bir öğrenciyi patlatabilen ender öğretmenlerden biriydi o.

Bir de, derste hep bizi serbest bıraktığı için "melek" sıfatını taktığımız bir öğretmenimiz vardı. Halbuki o çok önemli dersten hiçbir şey öğrenemeden hepimiz geçtik, meğer melek görünümlü şeytanın ta kendisiymiş, sonradan anlyor insan.

Bir öğretmenimiz ise hiç çaba sarfetmeden maaşını düzenli bir şekilde almaktan hoşlanırdı (!). Hiç ders anlatmaz, dönem başında bize konuları paylaştırırdı, biz de her ders, çalıştığımız konuyu sunardık. Sunduklarımızı da hiç beğenmezdi, sınavlarda yüksek aldığımız notların sunumların etkisiyle düştüğünü karnede anlardık.

Matematik öğretmenimiz aynı zamanda bir dershanede matematik derslerine girerdi. Bu yüzden öğrencileri o dershaneye çekmeye çalışırdı. Kayıt yaptıran öğrenciler, sınav sorularının hep dershanede sorulan sorulardan çıktığını söyledi bir gün. O zaman anlamıştık neden dershaneye gidenlerin yüksek, gitmeyenlerin düşük not aldığını. Bunu öğrendiğim an o dersten ve öğretmenden o kadar soğudum ki, yıllarca hayalini kurduğum "Matematik Öğretmenliği"nden tamamıyla vazgeçtim.

Tarih derslerinden hayatım boyunca hiç hazzedemedim. Çünkü derslerine girdiğim bütün Tarih öğretmenleri, öğretmen masasından kalkmadan, ses tonunda hiçbir değişiklik yapmadan sıkıcı bir şekilde anlatırlardı dersi. (Öğrenci katılımı mı? O da ne?) Biz de uyuklamamak için zor tutardık kendimizi, ama esnemekten de kendimizi alamazdık. Bir tarih öğretmenimiz de, dersi dinlemediğimizi farkettiğinde "Şamarlayacam bak. Uğratacam he" deyip bizi içten içe güldürürdü (Türkçesi: "Döveceğim bak. Sınıftan atacağım he"). Hey gidi günler...

Aaa, nasıl unuturum en önemlisini! Lise 3. sınıfta iki dönem boyunca gördüğümüz Fransızca dersinden aklımda kalan tek şey; derslerde öğretmenin vergi iade zarflarını dolduruşumuzdu! Ha, bir de çektiğim kopyalar sayesinde "matmazel" olarak okunan sözcüğün aslında"mademoiselle" şeklinde yazıldığını asla unutmam.

Dolayısıyla, bu kötü örnekler sayesinde de öğrendiğim çok önemli bir şey var aslında.
Nasıl bir öğretmen olacağımı tam olarak kestiremiyorum ama, en azından nasıl bir öğretmen OLMAYACAĞIMI kesinlikle biliyorum.
Bu yüzden hayatıma giren ve bir çok hatıra bırakarak hayatımdan çıkan bütün öğretmenlerime teşekkür ediyorum...

<özlem boral="">
 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..