Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Tehlikeli yanılsamalar

Tehlikeli yanılsamalar
 

“Bir fil karanlık bir binada idi.

Hindistan'dan bazı insanlar onu gösteri için getirmişlerdi.

Birçok insan o karanlık odaya fili görmek için gitmekteydi.

Her biri ona karanlık odada elleriyle dokunuyordu,

Çünkü onu gözle görmek ihtimali yoktu.

Bir kişi, onun hortumuna dokundu,

'Bu bir su borusuna benziyor' dedi

Filin kulaklarına dokunan bir başkası da onu yelpazeye benzetti.

Bacaklarına dokunan diğer kişi,

'Filin şeklini bir sütun olarak algılıyorum' dedi.

Hayvanın sırtına dokunan diğer bir kişi,

'Gerçekten de bu fil bir “taht”a benziyor' dedi.

Bunun gibi, filin herhangi bir parçasına dokunan kişiler

Algıladıkları yere göre bir anlayışa sahip oldular.” [ Mevlana Celaleddin Rumi, The Mathnawi-ye Ma'nawi, III: 1259-1261-<ı> Dîvân-ı Kebîr]

Mevlana bu adamların hali için şöyle der: “Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerinde aykırılık kalmazdı. Duyu gözü avuca benzer, avuç bütün fili birden elleyemez ki”

Yani herkesin elinde bir mum olsaydı, halk fili bütün halinde görüp, onun neye benzediği konusunda yanılmayacak, görüş ayrılıkları kalkacak, herkes gerçek bilgi sahibi olacaktı. Mevlana bu örnekle filozofların yalnızca kendi dar görüşlerine itibar etmelerini tenkit eder. Herkesin kendine has bir görüşü olduğu ve tek olan gerçeğe farklı yönlerden baktığı için; hakikati bir bütün halinde göremeyip, yanılmaya mahkûm olduklarını belirtir. Yine Mevlana felsefenin zayıf noktalarını belirtirken, akıl ve hisle deliller bulma ve kıyaslama yönlerini hatalı bulur, eleştirir. Bu hatayı ilk yapan şeytan olmuştur. Şeytan önceden büyük bir melekti. Ama Hz. Adem'e secde etmekle emrolununca ; "Benim aslım ateş, o ise topraktan yaratıldı. Bende nurlu, onda ise karanlık elbise var." diyerek; kıyas ile Adem'i hakir görmüş, kibre kapılarak secde etmeyi reddetmiş, neticede Cenab-ı Hakk'ın lanetine uğramıştır." (Mesnevi, I 3502-3509)

Dayanaksız akıl ile karşılaştırma yapmanın yetersizliği insanı hataya zorlar. Mevlana’nın Mesnevi'de anlattığı konuyla ilgili hikâyelerden biri, sağır bir adamın hasta komşusunu ziyarete gitmesi üzerine kuruludur:

"Bir sağıra ; 'Komşun hastadır!" dediler.

Sağır kendi kendine dedi ki : 'Bu ağır kulaklı sağır, onun sözlerini nasıl duyabilir?

O dudaklarını hareket ettirdikçe, ben de sözlerini tahmin ve zanla ölçer, anlarım.

Ben ona 'Nasılsın? Deyince o; 'Allah'a hamdolsun iyiyim der.' der.

Şükreder, sonra ne yiyip içtiğini sorunca; mercimek çorbası ve şerbet içtiği gibi bir şeyler söyler.

'Afiyet olsun' der ve hekimin kim olduğunu sorarım. Elbette o terbiyeli komşu bana 'Falan kimsedir' der.

Ben de ; 'Onun ayağı mübarektir. Gittiği yerde hastalık yok olur. Biz onu denedik, çok iyidir. Nereye vardıysa, maksat hâsıl oldu' derim!

O tecrübe sahibi, bu cevapları gönlünde tutarak hastaya gitti.

Halini sordu. Hastanın 'Ölü gibiyim!' demesine sağır şükredince, hasta üzüldü.

Sağırın söylediği sözlerden hastanın gönlünde diğer bir sıkıntı hasıl oldu.

Ne yediğini sorunca ; 'Yılan zehiri!' dedi. Sağır da : 'Ziyade afiyetler olsun' dedi.

Sonra ; 'Hekimlerden acaba tedavi için gelen kimdir ?' deyince,

Hasta ; ' Azrail'dir! Ey adam var git !' dedi. Sağır da; 'Onun işi gayet mübarektir.' dedi.

Hasanın yanından sevinçle çıktı. Bir müddet , 'Hal, hatır sordum' diye şükretti.

Hasta ise; 'Bu bizim can düşmanımızmış, kötü niyetli bir komşuymuş, bilmiyordum.' diyordu.

Hastaya hal, hatır sormak teselli içindir. Bu ziyaret ise sıhhatin düşmanı oldu.

Sağırın caiz gördüğü kıyas yüzünden, on yıllık sohbeti de batıl oldu." (Mesnevi, I / 3466-3499)

Karşılaştırmanın yetersizliğine bir başka hikâye de gül yağı şişesini kıran papağanla ilgilidir. Sahibi başına vurunca tüyleri dökülen papağan, başı kel birini görünce; "Sen de mi gül yağı şişesini döktün?" diyerek kelin halini kendisiyle kıyaslar (Mesnevi, I/256-273) Ya da yerdeki idrar birikintisinin üzerindeki saman çöpüne konan sineğin: "İşte derya, işte gemi, ben de gemisini idare eden kaptanım." şeklindeki gülünç tasavvuru anlatılır. (Mesnevi , I/ 1129-1140)

Bu gibi örneklerle Mevlana, insanın sınırlı aklı ve dar görüşüyle yaptığı kıyasların yalnızca birer vehimden ibaret olduğunu; felsefenin de çıkarımlarını bu yolla üretmesi yüzünden “gerçek bilgiye” ulaşamadığını anlatır. Temelde Mevlana'ya göre bilgi “amaç” değil, ancak kişinin dünyada kendisine ve başkalarına faydalı olabilmesi için bir “araçtır”. Dolayısıyla yalnızca gözlem ve kişisel çıkarımlara dayanan bilgi ve bu bilgiyi temel edinen düşünce, aşktan yoksun olduğu için “yaratılış sırrından” habersizdir.

Günümüzde çok sayıda Müslüman aydının bu önemli konuda hataya düştüğünü başka laflarla anlatmaya gerek var mı? Aşktan yoksun olduğu için yaratılış sırrından habersiz bilgi ve düşünce sahipleri… Ne muhteşem bir ifade!

***

Mehmet Âkif sabah namazı için Ayasofya Camii'ne gider. Camiye oldukça erken gitmiştir. Orada durmadan gözyaşı döken ve dua edip yalvarıp yakaran birini görür. Ertesi gün, daha ertesi gün hep aynı olayla karşılaşır. Daha da erken gitmeye başlar, fakat sonuç değişmez. Adam aynı yerde oturmakta ve sessiz sessiz ağlamaktadır. Dayanamaz Âkif, adama sokularak: "Dostum, Allah'ın rahmetinden bu kadar ümidini kesme. Zira kâfir kavimden başka kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez." der. Adamın konuşmaya mecali yoktur. Eliyle "Başımdan git, beni meşgul etme!" der gibi işaret eder. Fakat Âkif kararlıdır. Bu adamı bu kadar ağlatan nedir? İşte bunu öğrenmek istemektedir. Ayrılmaz ve ısrarla niçin ağladığını sorar. Adam başından geçen ve kendini bunca yıl ağlatan olayı şöyle anlatır:

“Ben ordu mensubuydum. Abdülhamid Han zamanında binbaşıydım. Bir gün babamın ölüm haberini aldım. Babam servet sahibi bir insandı. Bağları, bahçeleri vardı. O vefat edince bütün bu mala mülke benim sahip çıkmam gerekiyordu. Ordudan ayrılıp işlerimin başına dönmeye karar verdim. Durumumu anlatan bir dilekçeyle Mabeyne başvurdum ve istifa etmek istediğimi söyledim. Birkaç gün sonra dilekçeme cevap geldi: "İstifan kabul edilmemiştir." Bunun üzerine ikinci bir dilekçeyle Sadarete başvurdum. Oradan da aynı cevabı aldım. Başka yol kalmadığı için doğrudan Hünkâra durumumu anlatan bir mektup yazdım ve istifa talebimi tekrarladım. Oradan da gelen cevap aynı oldu. İstifam Hünkârca da kabul edilmemişti. Bizzat görüşme talebinde bulundum, kabul buyurdular. Vicahî olarak durumumu tekrar ettim. Hiç cevap vermedi ve bir müddet sessiz sessiz durdular. Ben ısrar edince: "Peki istifanı kabul ettik." dediler. Elinin tersiyle de, "Gidebilirsin." işaretini verdiler. İstifamı istemeyerek ve benim ısrarım üzerine kabul ettiği, jest ve mimiklerine kadar her şeyi ile belli oluyordu. Huzurdan çıktım. Artık serbesttim. Malımın-mülkümün başına gidebilecektim. O gece bir rüya gördüm. Rüyamda Allah Resûlü, ordumuzu teftiş ediyordu. Etrafında Raşid Halife Efendilerimiz vardı. Bir adım geride de Abdülhamid Han Hazretleri el-pençe, edep içinde duruyordu. Bölük bölük, tabur tabur askerler geldi geçti ve Allah Resûlü onları memnun, yüz aydınlığı içinde teftiş ettiler. Bir aralık dağınık bir tabur geçmeye başladı. Başlarında kumandanları yoktu. Biraz dikkat edince taburumu tanıdım. Darmadağınık geçiyorlardı. Efendimiz mübarek yüzlerini Abdülhamid Han'a çevirdiler ve "Abdülhamid, hani bunların kumandanı?" dediler. Abdülhamid başını eğmiş olduğu hâlde, "Yâ Resûlallah, ısrarla istifasını istedi. Neticede de istifa etti." cevabını verdi. Allah Resûlü elinin tersiyle "Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik." dediler. Dünyam başıma yıkılmıştı ve işte o gün bugün böyleyim. Şimdi, söyle bana, ben ağlamayayım da kim ağlasın.”

İstifa ettiklerimiz yüzünden istifa ettirilme ihtimalimiz! Gönül dedim ey dost, gönül! Kalçanın güzelliğinden bana ne? Bacak bacak üstüne atmış poz veriyorsun konuşana! Edep Ya Hu!

II. Abdülhamid'e ilk defa Fransızlar "Le sultan ruj" yani "Kızıl Sultan" dediler. Onların oyuncağı Ermeniler de bunu kendi gazetelerinde sürekli yazarak yaydılar. Bir kısım karanlık aydınımızın "Kızıl Sultan" derken kimlerin ağzıyla konuştuğunu, hangi hain çıkarlara hizmet ettiğini bilmesi gerekir. Akılsız, gönülsüz, ahmak müsveddelere göre o kızıl sultandır. Ama bize ve gerçeğe göre o Ulu Hakandır.

Bize ve gerçeğe göre. Kendini bilen gerçeği bilir. Vesselam.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..