Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tek Kelime Bir Söz

Tek Kelime Bir Söz
 

    Gözünüzü açtınız. Her zamanki aynı sabah. Beyaz çarşaflar içindeki yatağınız akşamdan kiraz çiçeği kremiyle ovulan vücudunuzun kokusuna bürünmüş tatlı tatlı. Başucunuzdaki her şey bıraktığınız gibi; okuduğunuz kitap, uyandırsın diye kurulup sabahın ilk ışıklarında zembereğini boşaltan saat, narin başucu sürahiniz, o kırılganlığına rağmen siz nereye o da oraya giden kurutulmuş bir demet papatyanız… Hepsi aynı.

     Bir sıçrayışta yataktan doğrulup ayaklarınıza terliklerinizi geçirdiniz. Çıkarıp yerde bıraktığınız sabahlığınıza uzanıyorsunuz. Ama erken olduğu halde sabahlar o kadar da soğuk değil artık. Giymekten vazgeçip üzerinizdeki ince gecelikle pencereyi açıyorsunuz. Gecenin sıcak buğusunu içeri buyur edeceğiniz rüzgârla dağıtmak istiyorsunuz. Kimseler uyanmamış, çıt yok sokaklarda. Sessizliği telefonunuza gelen bir mesaj bozuyor. Hem de bu saatte. Şifonyerin üstünde yanıp sönen ışığı sessiz bir çığlık gibi dalga dalga yayılıyor. Bekle biraz deyip gülümsüyorsunuz. Derken rüzgâr bana kafa tutma diyor vücudunuzda gezinirken, ürperip kapatıyorsunuz pencereyi. Bir hamlede telefonunuza uzanıyorsunuz sabahın şu erkenci postasını merakla.  Okudukça gözleriniz gülüyor önce karşılaştığı kelimelerle, sonra yüzünüz, sonra omuzlarınız…

     Birden kendinizi rüzgârın soğuttuğu beyaz yatağınıza bırakıyorsunuz. Her zamanki sabah değil artık. Domates fidelerinin kokusundan bahseden posta sizi çocukluğunuzdaki yaz tatillerinden birine götürüyor. Sabah gözünüzü bir horoz sesiyle açıyorsunuz. Öyle ki, titriyor yatağınız. Güneş doğmamış henüz. Acele ederseniz şu çarpık gövdeli alıç ağacının olduğu tepeye kadar koşup oradan izleyebilirsiniz kızıllığın doğuşunu. Üzerinizde pijamalar yataktan atlayıp doğru serin sabaha koşuyorsunuz. Çıplak ayaklarınız yeşil otların çiğinden sırılsıklam. Soluk soluğa tepeye tırmanıp yosun tutup rengârenk mat bir mermer gibi damarlı görünen taşın üstüne oturuyorsunuz. Ayaklarınızın altında uzanan tarlalara ekili nohutu, buğdayı, arpayı farklı tonlardaki yeşillerden ayırabilecek ustalığa erişmiş bu yıl gözleriniz. Onların farklı tonlardaki aynı salınışlarına uyum sağlıyorsunuz hava da çizdiğiniz valslarla. Güneş telaşsız doğmaya görsün siz kollarınızı açıp bırakıyorsunuz kendinizi tepeden aşağıya…

     Burnunuz, ağzınız rüzgârınızla dolarken üzerinizdekiler sizden kurtulmak için çırpınıp duruyor.

     Işıltısını görmeseniz bile karşınıza çıkan çitin hemen arkasındaki bahçede buzzz gibi akan suyun şırıltısı geliyor kulağınıza…

     Çiti atlayarak geçmek var ya! Şöyle birkaç adım geriye pijamalarınızın paçalarını toparlayıp hooppp işte yuvarlansanız da geçiyorsunuz bahçeye. Her yanınız toz toprak, kuru ot, diken.  Bir gülme tutuyor sizi. Aman, sadece ağaçtan size şaşkın bakan sincap var etrafta.  O da fırlayıp gelen bu beklenmedik misafirden korkup uzaklaştı bile. Suyun şırıltısına çirkin suratlı kurbağaların sesleri karışıyor.  Gümüşi ışıltı gözlerinizi kamaştırırken neredeler bir türlü göremiyorsunuz. Çeşmenin suyunun köpük köpük aktığı yalağa başınızı sokuyorsunuz. Az önce bir inek haşmetli ağzını sokup su içmiştir ya, olsun ne fark eder, aynı gülüş suratınızda yalağın içinde bir möööö sesi çıkarıyorsunuz ki, kurbağalar sus pus oluyor.

     Şimdi nefesi tutabildiğince tutma zamanı. Bir, iki, üç, dört, beş…. Ay yy! moraran dudaklarınızla havaya aç, çekiyorsunuz başınızı etrafa döke saça suları. Dilinizle bütün damlaları yakalayıp yalıyorsunuz serin serin.

     Çeşmenin üstüne eğilmiş salkım söğütten bir yaprak koparıp yalağa atıyorsunuz. Yaprak arkta suyla akarken bir yarış tutturursunuz onunla. Siz yolunuzu kapatan vişne ağaçlarından kurtulmaya çalışırken o çoktan dökülüp gelmiş domates bostanına.

     Toprağı daha bu sabah çapalanmış domates fideleri, yutarcasına içerken suyu söğüt yaprağı takılıp kalıyor kabarmış toprakta.  Sanki bu koşturma yaprak için değilmiş gibi onu çoktan unutup, domates fidelerinin arasında yürümeye başlıyorsunuz. Yürüdükçe bir koku yayılıyor ki; ekşi, mayhoş…

     Yeşili bulaşıyor her yanınıza…

     Tek hareketle ağzınıza atabileceğiniz büyüklükte bir domatesi gözünüze kestirip taze bir çıtırtıyla koparıyorsunuz. Burnunuza dayayıp o efsunlu kokuyu tek hamle de tıkıştırıp patlatıyorsunuz ağzınızda. Acaba kaç çekirdek fışkırdı saklandığı kırmızı toptan diye düşünürken kırmızı suyu sızıyor dudaklarınızdan…

      Pijamanızın kolları ne güne duruyor. Silerken dudaklarınızı hiç aklınıza gelmiyor bir zaman gelecek ki; bu domateslerin kokusu, tadı sadece bir anı olarak kalacak belleğinizde. Sonra bir sabah gelip yeniden canlanacak o anılar…

     Bir çağrışımla hatırlanıp arasında gezindiğiniz bütün görüntüler gelip beyaz yatağa uzanan bedeninize tekrar giriyor.

Dilinize bir şarkının ıslığı düşüyor;

Tek kelime bir söz etmesen bile

Bir tatlı gülüşle baktığın yeter.

Beni kollarınla sarmasan bile

Gönlümün içinde yattığın yeter :)

https://www.youtube.com/watch?v=-3_OrFy8vm4

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..