Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '14

 
Kategori
Kitap
 

Tek kişilik dev 'ağrı'

Tek kişilik dev 'ağrı'
 

Tek istediğim bu şehirden gitmek. Gidebilecek olduğumu bilmek bile iyi gelebilir hatta. Bir kapana kısılmış gibi hissediyorum, hiçbir aidiyet kuramadığım bu şehirde kalabalıkların arasında yitip gideceğim bir ömür kapanı. İstediğim çok şey değil, sadece bu şehirden gitmek. Ama nereye?

Kendi küçük dünyamın ağrıları fazla geldiğinde hemen gözümü etrafıma çeviririm. Önce en yakınlarımı yoklarım, dertlerini dert edinirim kendi çözümsüzlüğümde debelenmekten yorgun düştüğüm için. Kurgusu tamamen bana ait olan hayatıma yapamadıklarımı başka hayatlar için hoyratça öneririm. Motivasyonlar havada uçuşur değişimi gerçek kılabilsin insanlar diye. Yakınlarımın çok da dertli olmasına gerek yok düştüğüm kuyudan çıkabilmem ve kendimi unutmam için, dünya ziyadesiyle sancılı bir yer, akışına bırakmam yeter kendimi.

Işte yine böyle başka bir ağrı hikayesi arayışındayken karşıma çıktı Dünya Ağrısı. Adına vuruldum, bundan daha güzel bir tanımlama olamaz dedim. Ve sonra öğrendim ki benim pek hoşlanmadığım bir dil olan Almanca'da bu tanımlamaya karşılık gelen bir kelime de var imiş, saygı duydum. Anlatılan benim hikayem olamazdı, her şeyden önce mekan farklılığı anlatılanın niteliğine de damgasını vuracaktı elbet. Bu hikaye bir bozkır hikayesiydi. Bir kaçış olabilir mi dediğim yerlerden gelecek ses daha bir merak uyandırdı. Hikayedeki karakterlerle pek önemli bir özdeşliğimizi buldum ve ona sıkıca sarıldım. Ana karakterlerimiz Mürşit ve Uzay - nasıl da aynı suskunluğıun dilini konuşuyorlar, hünerle, görmeniz lazım- o bozkıra benim bu metropole düştüğüm gibi düşmüşlerdi: mecburen.

Ayfer Tunç'u okuyan, öykücü dilinin güzelliğini bilir. Romanlarında sayamayacağınız kadar öykü vardır, karakterler de havada uçuşur ama asılı kalmazlar. Romandan geriye yalnızca esas oğlanların/kızların öyküleri kalmaz, çarpıcı pek çok anlatı kalır. Bu, anılardaki git-gellerle olurdu benim okuduğum yazınında. Bu defa geçmişiyle barışık olmayan, hayatının kırılma noktasını kaçırdığını düşünen ve sürdürmek için kendisinden uzaklaşmaya çalışan Mürşit'in çevresinden öykü biriktirmesine tanıklık ettim. Bir fırsatını bulsa artık kaçıp kaçamayacağını bile kestiremediğim o şehirde öykü topluyor Mürşit. Başkalarının hoşuna gitmeyen kandırmacaları, müthiş bir çaba olarak görüyor ve hayalgücünün hala o coğrafyada var olabildiğinin bir kanıtı gibi sıkı sıkı sarılıyor ona. Ve en çok da oğlunun sinirini bozan bir kandırılma haline kapılarını sonuna kadar açıyor.

Çünkü, kaçmak istiyor. Hayatının kendisini 'fail' hissetiği o yegane anında olan bitenden kaçmak istiyor. Bir yandan da açılmak istiyor, bir anlayana - ne kadar tanıdık değil mi. Tam hayatının kapılarını açıyor artık, konuya gireceğiz ve orada yüreğimiz sıkışacak, nasıl sağ çıkarız bilmiyorum derken bir bakıyorum gündelik yaşama çekilmişim. Neredeyse bir yabancılaştırma öğresi olarak kullandığı tasvirlerle Mürşit, hem okuyucuyu hem de kendisini yine uzaklaştırmış o ağrıdan. Kitabın sonunda da olsa o ağrı ile buluşmayı beklemeli miyim, yoksa kaçırdığım bir şeyler mi var? Büyük resim benim algıladığım daha başkaca ve onu oluşturan karelere çok mu takılıyorum? Mürşit'in anlatısı okudukça büyüyor...

Ve ben onda hem bir Zebercet hem de Turgut Özben görüyorum. Ayfer Tunç'a özgünlük arayışı içerisinde yitip gitmediği ve bambaşka bir karakter yaratabildiği için bir kere daha hayranlık duyuyorum. İnce ince dokunmuş karakteriyle, ağrısını yüreğinizde hissedebildiğiniz bir karakter Mürşit. Mekan ve insana dair düşündüklerinizi, kır-kent ikiliğinden sıyıran bir anlatı. Gitme isteğindeki 'nasıl bir yer?' sorusuna vereceğiniz yanıtı, coğrafi bir tanım ya da bir coğrafya ile olumlu ya da olumsuz önyargılar ile özdeşleştirilmiş insan profiliyle sınırlayamacağınız bir şekle büründürüyor. O sorunun yanıtı, gitmenin işlevini belirliyor çünkü. 'Yanlış soruya doğru cevap verilmez' pek dilekolay, kimilerince klişe sayılabilecek bir söz, evet. Benim de sorum okudukça başka bir şekle bürünüyor: giderken götüreceklerimi taşımaya hazır mıyım?

Dünya ağrısı, yalnızca birkaçımıza 'ağrı' ise işte o zaman kocaman bir sancıya dönüşüyor. Saplanıyor en hassas yeri herbirimiz için neresiyse.  

Mürşit diyor ki: "Hayat dediğin dünya üzerinde bir arayış.İnsan ne aradığını da bilmiyor işin kötüsü.. bulsan da bir bulmasan da. Belki pes etmek en iyisidir."

Ona hak verirsiniz yada vermezsiniz, bilemem.
Ama hikayesine illa ki tanıklık edin.
 

 
Toplam blog
: 18
: 1422
Kayıt tarihi
: 17.01.13
 
 

İstanbul Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler bölümünde okudu, öğrenci olmaya yüksek lisans pr..