Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Tek taşın kısmeti...

Tek taşın kısmeti...
 

Mutlu olması gerekiyordu. Daha doğrusu bu günlerin hayalini kurduğunda hep mutlu olacağını düşünürdü. Ama o gün geldiğinde mutlu bir insandan ziyade kafası çok karışık bir kimsecikti...

Tam dört yıl boyunca peşinde koştuğu kızı sonunda tavlamıştı. Sevgili olduklarından iki hafta mı ne sonra kızın doğumgünü vardı. Yıllardır bu kızla birlikte olmanın hayalini kurmuştu. Aklında onun için hazırladığı onlarca sürpriz, yüzlerce hediye vardı. Bir gün gelip de bunları kullanabileceğini hiç düşünmemişti ama işte o gün gerçekten gelmişti. Biricik sevgilisinin doğumgünü kapıdaydı ve bizimkinin şapkasından çıkaracağı çok tavşan vardı. O şapkanın içi bir tavşan çiftliği gibiydi.

***

Hazırlıklara başladı.

***

Kız güzeldi, tamam. Kabul yani. Benim de niyetimi bozmuşluğum var, yok değil.

Tekrar düşününce, kimin yoktu ki?

***

Elinden geleni ardın koymadı. Düzinelerce gül harcandı, yazık oldu onlara... Doğumgünün kutlanacağı restoranın bahçesindeki küçük havuza suda yüzen küçük mumlardan koydu ve yolun iki tarafına da süslü kumaşların içinde daha büyük mumlar. Hafifte rüzgar çıkmıştı, mumlar nergis gibi yüzüyorlardı suyun üstünde.

Nereden buldu hiçbirimiz bilmiyoruz, beyaz bir amerikan arabası ile restorana geldiklerinde Hollywood yıldızları gibiydiler. Sadece görünüşlerine bakarsanız, "ne harika bir çift" derdiniz. Ama onları biraz tanıyor olsaydınız bu fikrinizi kendinize saklardınız.

***

Şampanyalar patladı. Pasta kesildi. Kışın İstanbul'da yazın ise Bodrum'da gece klüplerinde sirtaki müziği yapan sevilen bir gurup sahne bile aldı.

***

Sahi, paranın satın alamayacağı bir şey var mıydı?

***

Doğumgününün ertesi günü kız bizimkine "dün gece o kadar heyecanlandım ki bana evlenme teklif edeceksin sandım" dedi. Kahraman erkek sevgili bunu bir minnet ifadesi, bir iltifat olarak kabul etti. Oysa hayır, bu bir şikayetti. Gecesinin bir hayal kırıklığı ile bittiğini söylüyordu.

Sadece iki hafta olmuştu. Peşinden koştuğu yılları saymak icap eder miydi? Etmezdi. Kızın niyetini anlamıştı. Ama anladığını kendisine itiraf etmemişti. Kız evlenmek istiyordu -artık- ve kiminle olduğunun çok büyük bir önemi yoktu. Bizimki güzel çocuktu netice de. Boylu poslu. Maaşı da iyi. Geleceği de parlak. Aptallık dersen gani.

Hemmen gidip bir tek taş yüzük aldı. (aptallık gani)

Yüzüğü gördüm, hiç estetik değildi. Faturayı gördüm 1150 amerikan doları karşılığı bilmem ne kadar ytl ödemişti. Kuru da tutamadım aklımda şimdi.

***

Yüzüğü aldı almasına ama ne zaman ve ne şekilde vereceğine hemen karar veremedi. Doğumgünü o kadar şatafatlı olmuştu ki, o ihtişamdan aşağı bir evlilik teklifi sönük kalacaktı. Yüzüğü aldıktan sonra tam üç gün düşündü. O üç gün hayatının en zor günleri oldu. Çünkü o üç gün boyunca biricik sevgilisi defalarca evlilik teklifi beklediği imasında bulunmuştu. "Doğumgünümde herşey o kadar güzeldi ki, biran için o geceyi parmağımda bir yüzükle bitireceğime çok emin olmuştum" dedi.

Ve günde en az dört kereden üç gün boyunca ben diyeyim onbeş siz deyin onsekiz kere bu mevzu etrafında dolaştılar. Erkek tarafına fenalık geldi. Bu hiç de sürpriz değildi. Kendi yarattığı ufkun altında ezilmişti çünkü o doğumgününden daha görkemli bir kutlama gelmiyordu aklına. Sevgilisinin kaprisine daha fazla dayanamadı ve cebinden yüzüğü çıkardığı gibi evlilik teklif etti. (gani)

Sevgilisi yüzüğü görünce bir an sessizlik oldu. Yüzüğü eline aldı ama parmağına takmadı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ama hayır, mutluluktan değil de daha ziyade hiddetten.

Yüzüğü çıkarıp avucunun içine koyup avucunu da masaya vurdu. "Böyle evlilik mi teklif edilir?" dedi.

***

Ve sittir olup gitti.

***

Bizimkisinin suratını ateş bastı. Yıllar süren bir kovalamacanın sonundaki saadet bu kadar çabuk mu bitecekti?

Yüzüğü eline alıp bir süre düşündü. Gerçekten de mutlu muydu onunla? Değildi ama saadetin sahtesi bile güzeldi yahu.

***

Yüzünün alı ve moru geçti, kendine geldi. Yavaş yavaş sakinleşti. Yüzüğü kutuya geri koydu. Kalkıp yürümek istedi. Saatlerce yürümekten başka hiçbirşey kendisine getiremezdi onu. Restorandan çıktı. Ama nereye gicekti?

***

Kadıköy'e gidecekti. Suadiye'yi, Caddebostan'ı ve Erenköy'ü arkasında bıracaktı. Zaten hiç bir zaman buraya ait olmamıştı. Kadıköy'e gidecekti. Moda burnuna. Kısacası ana rahmine.

***

Attığı her adımda rahatladı. Sümüklüböceğin ardında bıraktığı gibi görünmez bir iz bırakıyordu. Dertleri eriyordu. Fakat kadıköy'e kadar yüreyemeyecek kadar bitkin hissediyordu kendisini. Duygusal olarak yıpranması için iki hafta fazlasıyla yetmişt. Dönüp arabasına atladı.

***

Kadıköy'e vardığında Bahariye'den geçip Moda'ya doğru gitti. Hemen hemen tüm öğrencilik hayatını geçirdiği kafeye gitti. Uzun zamandır görmediği Didem'i görmeyi hayal ediyordu.

***

Didem o kafede garson olarak çalışırdı. Eskiden en sevdiği şeylerden birisi o kafeye ama tek başına ama arkadaşlarıyla gidip sessiz sessiz Didem'i takip etmekti. Didem siparişi alırdı, siparişi yazardı. Kocaman bir tepsi de çayları, kahveleri, kekleri ve pastaları taşırdı. Kahveyi masaya koydu mu fincanın kulbunu da sağ ele denk gelecek şekilde çevirirdi. Bunu yapan bir tek annesi vardı. Annesi ve bir de Didem...

Alt kattaki mutfağa inip çıkmaktan ayakları, tepsileri taşımaktan bilekleri ağrırdı Didem'in. Ama bütün bunlar gülmesine engel olmazdı. Hep gülerdi Didem. Öyle at gibi sırıtmazdı, yüzünde hizmet etkmeten aldığı zevkin ifadesi nazik bir tebessüm olurdu. Ve belki de aynı sokaktaki diğer kafelerin sinek avlamasının yegane sebebi Didem'in o meşhur tebessümüydü.

O tebessüm kaç gül ederdi, kaç mum... Nasıl bir tek taş? İşte bunları düşünmeye başladığını fark ettiğinde kendisine hayret etti. Sokaktan kafeye bakıyor ve Didem'i hala orada çalışırken gördüğüne inanamıyordu. İçindeki tüm nehirler akış yönünü değiştirdi. Hızla gitti kafeye, hızla.

***

Didem bizimkini görünce küçük tebessümünü biraz daha büyütüp belirginleşti ve tanıdığını belli eden bir bakışla "Hoşgeldin Selim" dedi. Aradan geçen yıllara rağmen ismen hatırlanmış olmak çok ama çok mutlu etmişti.

***

Mutfağa inip çıkan, servis yapan Didem'i doya doya izlemesine olanak verecek bir sandalyeye tam oturmuştu ki Didem yanında bitti. "muzlu sıcak çikolata?" dedi.

***

Aradan çok yıl geçmişti. Gıdasına ve görünüşüne çok dikkat ediyordu bizimkisi. Erkek güzeliydi sanki, sanki yarışmalara katılacakmış gibi yüksek kalorili herşeyden kaçınıyordu. Eskiden muzlu sıcak çikolata içerdi. Eskiden muzlu sıcak çikolata içen mutlu birisiydi ama artık şekersiz duble esspresso içen sevimsiz birisine dönüşmüştü. Hiç tereddüt etmeden siparişi verdi, "elbette" dedi. Elbette ki muzlu sıcak çikolata...

***

Çok geçmeden dünyanın en güzel servis yapan elleri ve değil Kadıköy'ün tüm Türkiye'nin en güzel gülen garsonu sıcak çikolatayı getirdi. Aralarında kısa bir konuşma da geçti;

-Ne zamandır yoksun
-Yokum...Uzak kaldım Kadıköy'den...
-Hala gitar çalıyor musun?
-Hayır...
-Sizin çok güzel bir şarkınız vardı. Nasıldı... "farkında değildim, farkını insanların"
-.....
-Afiyet olsun.
-Çok teşekkür ederim..

***

Sıcak çikolatadan espressoya... Gitardan excel başında geçen saatlere. Kadıköy'den Bebek'e ve Levent'e... Didem'in kafesinden Otto'ya, House Cafe'ye... Bisikletten Alfa Romeo'ya. Ne olmuştu ona böyle? Nerelere gitmişti? Neden gitmişti? Bok mu vardı?

***

Sıcak çikolatasını yarım bırakıp dışarı çıktı. Bakkaldan bir kinder sürpriz yumurta aldı. Ambalajını yırtmadan, usulca açtı. Yumurtayı kırmadan, ek yerlerinden ayırdı. Sonra içinde oyuncağın olduğu kapsülü çıkardı ve açtı. Cebinden yüzüğü çıkardı. Kapsülden oyuncağı çıkarıp içine yüzüğü koydu. Tam kapsülü kapatacaktı ki aklına bir şey geldi. Tekrar bakkala gitti. Kalem ve kağıt istedi. Bakkalın uzattığı kağıt parçasına şöyle yazdı;

Güzeller bayramlarda süslenir,
Seninse bayramları süslüyor güzelliğin*

***

Kağıdı ve yüzüğü kapsüle koydu, kapsülü de iki tarafından birleştirdiği yumurta şeklindeki çikolatanın içine. Yumratanın köşeleri yapışmamıştı tabi ama olsun. Ambalajı takrar sarınca yumurtanın ayrıldığı çok belli olmuyordu. Koşar adım kafeye geri döndü. Didem'den hesabı istedi. Hesabın geldiği minyatür sandığın içine hem bahşişi hem de yumurtayı bıraktı ve sandığı alıp Didem'in yanına gitti. Teşekkür edip sandığın kapağını açtı ve içindeki yumurta çikolatayı gösterdi. "Senin için çok küçük bir hediye..."

Didem'in küçü tebessümü yine genişledi, hafifçe mahçup olmuştu.

"Yumurtanın içindeki oyuncağa mutlaka bak, bugünlerde çok güzel şeyler koyuyorlar yine" diye tenbihledi.

"Eskiden çok güzel şeyler koyuyorlardı ama artık çoğu dandik çıkıyor" dedi Didem.

"bu seferki çok güzel bak, içime doğdu. utlaka bakacaksın değil mi?"

Didem bakışları ile söz verdi. Küçük bir hediyeydi ama ikisini de çok mutlu etmiş gibiydi.

***

Bizimki Kadıköy sokaklarından koşarak geçti. Kime niyet, kime kısmetti sayın seyirciler... Daha önce bu kadar mutlu olduğunu hiç hatırlamıyordu. Şarkılar söyleyerek arabasına bindi. Gaza bastı.

***

Gaza bastı derken gerçekten gaza bastı. Kısa bir süre içinde çevre yoluna çıktı. Adrenalin ve mutluluk bünyesini ele geçirmişti, zikzaklar çizerek ilerliyordu. Sağ tarafta arıza şeridine girdi. Çok az ileride durmuş ışıkları yanmayan kamyonu hiç fark etmedi ve frene bile basma şansı olmadan kamyonun altına girdi.

***

Kaza yaptığını bile anlamadan ölmüştü. Öldüğü sırada en mutlu olan kişilerden birisi oldu insanlık tarihinde. Kahkahalarının hala gökkubede asılı olduğu söylenir.


K.

*Ömer Hayyam

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..