Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Tekbaşınalık ve yalnızlık...

Tekbaşınalık ve yalnızlık...
 

Yaşamdaki en büyük yanlışlarımızdan bir tanesi "tekbaşınalık" ile "yalnızlık" arasında bir ayırım yapamamamızdır.

Eger tekbaşına oldugumuz dönemleri yalın ve tasasız bir biçimde kendi içimizde yaşamaya izin verirsek, bu anlar yaşamımızın en ödüllendirici ve haz verici anları arasında yer alabilirler.

" Tek başına olmak ve aynı zamanda yalnız kalmamak mümkündür".

Bir çoğumuzun "yalnızlık" girdabından kurtulmak üzere adım bile atamamasının nedeni, kendı kişisel "sevme korkularımızdan" başkalarını sorumlu tutmakta ısrar ediyor olmamızdır.

Herşey, sevme korkularımızın temelinde yatan kendi değerimize ilişkin şüphelerimizle ve sevgimize karşılık olarak verilen tepkileri akılcı bir biçimde yanıtlıyamamızla başlar.

Yaşamda risk alma cesaretimiz azaldıkca, bizde gittikçe yalnızlaşıyoruz ve galiba asıl bu noktada bir atlama yapıyoruz sanırım.

Aşığız, seviyoruz birilerini ama her nedense bu yalnızlık duygusunu bir türlü yenemiyoruz.

Bana göre yalnızlığımız bizi sıkışmıs bir biçimde yakaladığında, ondan kurtulmak için yapacağımız her şey "özgürleşmek" üzere atacagımız bir adım olacaktır.

Bu bizim daha az yalnız olacağımız anlamına belki gelmez, ama bunu yaparak yalnızlığımızdan gittikçe "özgürleşmeye" başlamış oluruz diye düşünüyorum.

Tekrar ve tekrar söylüyorum ki, yalnızlık duygusunun altında yatan, birini severken bile o kişiye karşı duyulan "sevme korkumuza" ilişkindir ve bu süreç bazen öyle bir hal alır ki, panik durumuna gelindiğinde bazen kendimizi tum mantık sınırlarını zorlayan ve akıl dışı gibi görünen bir çok şeyi yapar buluruz .

Sizce de öyle değil mı!? ?

Hatırlamaya çalışalım, kendimizi kötü hissettiğimiz zamanlarda "benim kimseye gereksinimim yok"diye hiç te inandırıcı olmayan bir biçimde söylenip dururuz.

Böyle zamanlar, her zaman oldugundan daha daha fazla sevme korkusunu yaşadığımız ve bu nedenle kendimizi sadece fiziksel değil, duygusal olarakta geri çektiğimiz, "güvensizlik hissettiğimiz" zamanlardır ve yine "risk almaktan korkuyoruz" demektir.

İçimizdeki "iyi olmayan çocuk"un kurduğu öyle bir dokunuş dönüştürme mekanizması vardır ki, bu mekanizmaya sahip birisi, tüm olumlu dokunuşları tersine dönüştürerek olumsuz dokunuşlara çevirir ve biz kendimizi çoğu kez yalnız ve daha kötü hissederiz.

Dünya üzerindeki hiç bir dokunuş, "biz etkin bir biçimde” devreye girmedikçe bize kendimizi iyi ve güzel hissettirmeyecektir.

İçimizde bulunan duyguları(korkuyu, öfkeyi, coşkuyu, üzüntüyü)sık sık gizler veya bazen yalanlarız.

Kendimizi başkaları tarafından(sevgili veya dostlar)acı verilen birisi durumuna sokmak ve bu rolü oynamak, zamanı geldiğinde bizim bu acılar için bir şey yapamıyacagımıza inandığımız "bir acizlığe sığınmamıza" neden olur.

Bızler her zaman tekbaşına kalmaya gereksinim duyarız, ama aynı zamanda başkalarının yakınlığına ve anlayışına da gereksinim duyarız.

Bu çok anlaşılır bir şeydir ve sadece fiziksel yakınlıklıklarla ilgili olmayıp, daha çok duygusal yakınlıklarla ilgilidir.

Zira yalnızlık duygusunun bizatihi kendisi sevme korkularımız nedeniyle insanlara, sevgiliye farkında olmadan"duygusal olarak uzak oldugumuz" anlarla ilgilidir.

Böyle anlarda dokunmaya veya dokunulmaya daha çok ihtiyaç vardır ve bu mutlaka fiziksel olmak zorunda değildir.

Birbirimize sevdiklerimizi, sevmediklerimizi, tercihlerimizi, düşlerimizi, üzüntülerimizi, acılarımızı, korkularımızı, öfkemizi, coşkumuzu ifade etme de "dokunmaktır" ve temel mesele de bu dokunmanın olumlu bir sonuç verebilmesi "hissedilebilmek ve bu yolla anlaşılabilmek"le ilgilidir.

Ancak bu koşul altında kendimizi gerçekten iyi hissedebilme şansımız vardır.

 
Toplam blog
: 88
: 1115
Kayıt tarihi
: 09.01.07
 
 

Ankara SBF'yi bitirdim. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sonrasında uzun yıllar özel sektörde ü..