Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '12

     
    Kategori
    Telekomünikasyon
     

    Teknoloji Orucu

    Teknoloji Orucu
     

    Cep telefonum; vazgeçilmezim mi?


    Bugün, Pazar. İnadına erken kalktım!...Gri buluta ve geç yatışıma inat!... Yataktan fırlamamla, sağ penceremi sonuna kadar açmam bir oldu. Sabah ayılabilmemin ilk koşulu buydu...Odaya taze ve serin havanın esmesi ve üstümdeki uyuşukluğu, sevince ve coşkuya çevirmesi. Sabah coşkulu olmayı severim. Güne, selaam, güzelsin! diyerek başlamak harika bir şeydir.

    Bu coşku, biraz çalışma ister. Çift olarak uyandıysan o güne, yataktaki eşini çimdikler ve kahkahalar içinde yatakta zıplarsın, gözünden belki de yaşlar gelir, belki bir de öpüşürsün ve sıcak bir beden ve ruh haliyle gününe giriş yaparsın. Tek olarak uyandıysan, süreç daha ağır ilerler çünkü kendini çimdiklesen de pek gülmezsin o yüzden başka yollar denemelisin.

    Benim böyle zamanlar için farklı uygulamalarım vardır. Pencere açılır o klasik zaten, sonra ya semazen ayini benzeri dönüşler yaparım uygun müzik eşliğinde, ya kollarımı hafifçe yukarı kaldırıp, ayak topuklarımı birbirine değdirip bir sağa bir sola dönerek mantralar söylerim, ya çılgın bir müzikle dans ederim. Daha çok yapacak şeyim bulunur.

    Bugüne, bir enerji çalışması olan, Chi Gong'la başlayacaktım. tım. tım. tım!

    Aniden bir yoksunluk hissi vurdu beni damardan. Tiryakinin nikotini gibi bir uyanışa ihyiyaç vardı. Güne giriş yapan, ben ne kadar Chi enerjisi sansam da, aslında o olacaktı. Bağımlılığımın teknolojik objesi. Tepesindeki delikten kırımızı renkte yanıp sönen, beni türlü heyecanlara ve beklentilere büründüren Blaacberry cep telefonum!..

    Chi Gong'u yaparım..Zaten de yapacağım. Ama orada acil ilgime ihtiyaç duyan birileri olabilir. Kırmızı yanıp sönmeler, aynı yaralının nabzı gibi hızlı hızlı seyrediyor. Aslında galiba acil ilgiye ihtiyacı olan benim. Kimler aramış, kimler mesaj veya email yollamış? Ayy, facebook, twitter ve whatsapp baloncukları da, kırmızı işaretli ve iştah açıcı. Acaba, hangisinden başlamalı paketleri açmaya? Her sabah ayni yılbaşı akşamı benzeri heyecanlar yaşamak dururken, enerji çalışması önce mi yapılırmış? Vallahi çatlarım, aklım orada kalır!

    Paketleri bir bir açmaya başlıyorum. Chi kaldı pencerenin önünde bir yerlerde. Cebimin deri kılıfının, onu kavrayan sağ elimde yarattığı his sıcak, kalbimde yarattığı beklenti ve heyecan ise tam olarak şöyleydi;

    "Hey, sen!!!..Sürprizlere gebe olan tatlı kadın…bugün hala, geri kalan yaşamının ilk günüdür!"...

    Aynen bu hevese sahiptim. Cebimi elimde narin bir kuşu tutar gibi kavrar ve ekranının donmasına sebep olmamak için zarif hareketlerle "whatsapp", "bbm", "mesajlarım" , "emaillerim" ve "facebook bildirimlerim" i kontrol ederken aniden şunu fark ettim!...Çok fonksiyonlu telefonum sanki benim "mucize kutum" du!! Ona yüklü programların birinin içinden; çok mutlu edici, diğerinden mutlu edici, diğerinden sevindirici, diğerinden bol sürprizli haberler çıkacaktı.

    Belki de için için, ondan bir sabah lambanın cininin çıkmasını bekliyor olabilirdim. Facebook bildirimlerinden, bbm den, whatsapp'tan, mesajlarım ya da emaillerim arasından sıyrılarak çıkan cin, bana ne tür sürprizli haberler istediğimi soracak ve üç adet sürprizli haberin birini emailden, diğerini mesajların içinden, sonuncuyu da ücretsiz haberleşmeyi sağlayan whatsapp ya da bbm den çıkararak; beni tarifsiz sevinç ve heyecanlara boğacaktı.

    Ancak, heyhat! Olaylar maalesef böyle gelişmedi. Sıcak kanlı, kırmızı deri kılıflı beyaz Blacberry telefonum, gece karanlığında üzerine aniden kuvvetli ışık püskürtülen bir böcek gibi donup kalıyordu, her dokunuşumda. Felaket otonomdu; kendi zamanlamasını kendi ayarlıyordu, talimat almamakta direnen bir asiydi! Dokunmatik olması ise beni ayrıca zorluyordu.. Yanlışlıkla değdiğimde, gitti kel alaka birisini aradı mesela bu sabah. Ben de o sinirle, alo bile demeden kapat tuşuna bastım. Tabi, asla komutuma uymadı ve görüşmeyi sonlandırmadı. Donmuştu yine! En konuşmak istemediğim birisini aramış bulunuyorduk beraber ve o adam ordan "alo", "aloo" diye bağırıp duruyordu.

    Sinir katsayım onbire, başımın, bedenimin hele avuçlarımın sıcaklığı ise onsekize yükselmişti. Hormon çalışmaları hızlanmıştı ama bunlar benim hızlandırmak istediğim hormon çalışmaları değildi, bu işte bir yanlışlık vardı!

    Zihnim motor gibi sorgulama yapmaya geçti bir anda! Cin çıkmayacağı anlaşılan cep telefonumdan beklentilerim neydi?

    * İtaat

    * Güvenilirlik

    * Düzgün ve tutarlı performans

    * Huzur

    * Uyum, ahenk, sevinçli haberler, mucizeler, sürprizler

    Telefonum bunların pek azına veya belki hiçbirine sahip değildi.

    Çünkü o çok fonksiyonlu bir telefondu ve farklı kaynaklardan iletilen tüm iletileri aynı anda, sabah mahmurluğumun içine, dumanı tüten bir kahve sıcaklığında sokuşturuveriyordu.Mahmur demek, biraz sersemlemiş demek, o haldeyken insan, evvelki tecrübelerini hatırlayamaz. Baskın olan duyumsal algılarıdır o anda; kokular, yanıp sönen kırmızı ışıklar, sıcaklık hissi, tatlı melodili bildirim sesleri gibi.

    Ben bunlara uzun süredir teslim olan binlerce kurbandan biri olmalıydım sadece.

    O binlerce kişiyle bu konuda aynı benzeşmek istemediğimi düşündüm.

    Bunun tek bir yolu vardı; kötü, fesat, negatif düşüncelerimle, telefonumu iyice hastalandırmak, hatta felç oluşuna tanık olmak. Defalarca duvarlara fırlatıp, yere çarpmak ve parçalamak istediğim ama bir yetişkin ve olgun bir insan olduğum için, birazcık da ona ödediğim parayı düşünerek, bu heyecan verici tatmini yaşayamadığım telefonum; ölümcül hastalanırsa; ona olan salakça bağımlılığımdan kurtulabilirdim ancak belki de.

    Artık büyümüş bir kinim vardı ona karşı, sabah öğlene doğru ilerlerken. Öyle ki, onun hayatımdan çıkmasını istiyordum. Öyle çabuk gerçekleşti ki dileğim, ölümcül hastalığa yenik düştü telefonum. Bunu da şöyle anladım; her mesaj dört adet gözüküyordu, birçok ileti ulaşmıyordu, donma süreleri, çalışma sürelerini de sinsi bir gri bulut gibi kaplamıştı.

    Onun ölümcül hastalığını, bir azize sukunetinde kabullendim akşama doğru ve gece saatlerinde özel müşteri avantajımı kullanarak, cep telefonu ambulansını çağırdım. Ertesi sabah on buçuğa randevu verdiklerinde, içimde beliren his, "başarı" hissiydi. Onla ne savaşı, ne barışı sevmemiştim. Çünkü savaşta o agresifti, barışta ise ben.

    Ertesi sabaha hazırlık olarak, eski model küçük bir telefonumu buldum ve çipimi buna aktardım. Bu yeni pembe renkteki ufaklığı, kol üzerine takılan "nikotin bantlarına"; çok fonksiyonlu telefonumu da "sigara bağımlılğına" benzetsem ne olur?!... Pembe ufaklık, sadece konuşma ve mesajlaşma fonksiyonlarına sahip olduğu için, diğer haberlerin de bir anda üzerime olanca ağırlığıyla pat pat dökülmesine engel olmuş olurum.

    Ve en önemlisi, taze ve heyecan yaratıcı "havadis" lere olan "tutku" dolu beklentilerim, yerini sukunete ve ahenge bırakır. Zaten benim bu hayatta en çok değer verdiğim şey değil mi "ahenk"? "YES!"

    O zaman, push the button; düğmeye bas! o ne düğmesi?

    Mental düğme; zihin programlarını çalıştırıyor.

    Yeni programlamalarla mesela sigarayı da bırakabildiğim gibi; iletişim, teknoloji, haber, surpriz; adına ne dersen de, onun bir nesnesi olan, cep telefonu bağımlılığımı da bırakabilirim. rim. rim. rim.

    BIRAKTIM! 

     
    Toplam blog
    : 1
    : 225
    Kayıt tarihi
    : 26.12.12
     
     

    Merhaba, Psikoloji ve Psikoterapi eğitimlerimi tamamladıktan sonra, bir müddet "Çift ve Aile ..