Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Tekrarını beklediğimiz filmler gibidir bazı aşklar

Tekrarını beklediğimiz filmler gibidir bazı aşklar
 

Bambaşka bir dünya yaratmıştım
İkimiz arasında sürüp giden..
Ve sen bir asal sayıya benziyordun
Sadece sana ve kendisine bölünebilen…

Başkent olma özelliğinin dışında bir ayrıcalığı olmayan bozkır şehirleri, içinden deniz geçen şımarık metropollere âşık olmamalıdır hiçbir zaman.

* * *

Rüzgârsız ve yıldızlı bir yaz ayı, vakitler gece yarısını geçmiş, denizin tam ortasındaki sandaldan zar zor seçilebiliyorken şehrin ışıkları, yeni bir kadeh rakıyı daha doldurdu adam. Usul usul bir yudum aldı kadehinden, gözlerini dolaştırdı karşısında oturan kadının üzerinde. Sessizlik vardı sandalda. Kadın başını öne eğdi, adam denize çevirdi gözlerini.

Bazı ağustos gecelerine çok daha beter yağar hüzün. Bazı ağustos gecelerinin sessizliği daha bir başka kanatır yüreği. Kahrolası bir keder yakar ciğerleri bazı ağustos gecelerinde.

Kadın eğilip uzandı adamın önünde duran kadehe. Küçük bir yudum alıp koydu tekrar yerine.

Bazı ağustos gecelerinde dudakların sadece cam bardaklarda buluşmasına isyan etti adam için için. Kör kütük sarhoş olunmalıydı şimdi. Bazı hüzünleri anason kesebiliyordu sadece.

Omuzlarından aşağı düşmüş uzun dalgalı saçlarını elleriyle toplayıp arkaya attı kadın. Uzanıp, elini koydu adamın elinin üstüne. Fısıldar gibi;

“Bütün geceler, iki sabah arasındadır. Biter elbet geceler, hep sabah olur”

Uzun bir aradan sonra tekrar kadının gözlerine baktı adam. Bu kez acıyla değil, avutulmuş bir çocuğun huzuruyla, tebessümle baktı. Bu kadını bu yüzden sevmişti işte. Konuşurken, ruhunun rengini sözcüklere veren sesiyle hep bir umut olduğu için sevmişti. Kendinde var olandan daha fazlasını vaat etmediği için sevmişti bu esmer kadını. Mütevazı bir özgüvenle karanlığına ışık olduğu için sevmişti.

Belli belirsiz dalgalanırken deniz, ağır ağır sallanırken kayık, öylece baktılar birbirlerine bir müddet. Ne kadın çekebildi elini adamın elinden, ne de adam kıpırdattı elini. Her ikisi de diğerinin gözlerinde aradı, yıllar önce yine böyle bir ağustos gecesi, yine böyle bir sandalda el ele öpüşen genç âşıkların izlerini.

“İnsan en acemi zamanında yaşamamalı aşkın en şiddetli halini. Tanrı’nın insana verdiği en büyük cezadır bu” dedi adam.

Bir aşkı bitirmenin, onu eskitmek demek olmadığını bilecek kadar olgunlaşmışlardı. Bitirmekle yitirmek arasındaki ayrımı her ikisi de tanıyordu artık. Yirmili yaşların şiddetli sarsıntılarıyla yaşanan aşkın, şimdi aynı tutkuyu vermeyeceğini her ikisi de biliyordu. Aradan geçen onca zamanın, başka başka şehirlerde yorulmuş kalplerin, eskitilip tüketilmiş ilişkilerin üstüne yeni bir şeyler kurulamayacağını, bunun geçmişte bırakılanın aynısı olamayacağını ayıracak kadar yaşlanmışlardı.

Ama birbirlerinin bedenlerinde, yıllar öncesinin haylaz, tutkulu, isyankâr çocuklarını görüyorlardı.

İçinden deniz geçen şımarık metropol ile bozkır başkenti asla yeniden bir araya gelemeyeceklerdi. Başka hayatları, başka hayalleri, başka düşleri içlerinde taşıyan kentlerin aşkları, siyah beyaz hüzünler taşır sadece.

Umudunu yitirmeyen çıkmaz sokaklar gibidir, ne kopabilen ne de kavuşabilen metropoller ile bozkır başkentleri…

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..