Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '17

 
Kategori
Teknoloji
 

Televizyon, sen nelere kâdirmişsin meğer?

Televizyon, sen nelere kâdirmişsin meğer?
 

Başrollerini Yılmaz Erdoğan ile Demet Akbağ ve Altan Erkekli'nin paylaştıkları Vizontele (2001) filmini herhâlde artık izlemeyen hiçkimse kalmamıştır. Doğu'nun elektriği bile olmayan ücra bir köyüne, günün birinde televizyon vericisi kurulumu için Ankara'dan resmî bir heyetin gelmesiyle başlayıp, sonra da yöre halkının köylerine gelen bu 'sihirli kutu'ya alışma evrelerinin trajikomik öyküsüyle devam eden film; Ömer Faruk Sorak-Yılmaz Erdoğan ortak imzasını taşıyor.

1960'lı yılların sonlarına doğru hayatımıza girdi, televizyon. İlk yıllarda sadece tek bir kanalın (TRT) olması ve siyah-beyaz yayınlar; günün birinde televizyonun neredeyse tüm günlük yaşantımızın odak noktası haline geleceğini belki aklımıza bile getirmemişti. Yayın teknolojisinin gelişip, ekranların renklenmesiyle ve en sonunda 1990'lı yılların başından itibaren özel televizyon kanallarının artmasıyla birlikte televizyona olan toplumsal ilgi de her geçen yıl katbekat arttı. Televizyon haberciliği, yazılı basına alternatif görsel bir haber mecrası haline geldi. İnsanlar artık televizyon sayesinde yurdun ve dünyanın dört bir tarafında gelişen olaylardan dakikasında haberdar olma, bilgi edinme fırsatını yakaladı. Kısacası toplum, bir kitle iletişim aracı olarak televizyonun çok faydasını gördü.

Ama yalnızca bu özelliği, televizyonun toplumumuz üzerindeki etkilerini belirtmede tek başına yeterli mi? Değil ne yazık ki. Televizyon, toplumumuzda bir kitle iletişim aracı olarak faydasından çok, sosyal yönden yan etkilerini de barındırıyor beraberinde. Bilmem katılır mısınız bu fikrime ama televizyon sayesinde toplum olarak biraz daha kabuğumuza çekiliyor, yalnızlaşıyoruz. Ufak tefek mahallelerin ve sakinleri birbirlerine aşina nadir aile apartmanlarının haricinde neredeyse hiçbir yerde; ne apartmanlarda, ne sitelerde ne de mahallelerde, artık eskisi kadar yoğun komşuluk ilişkileri kalmadı. Belki uzun senelerdir yaşadığımız çevrelere, evimizde sahip olduğumuz teknolojik ürünler sayesinde her geçen gün gitgide yabancılaşıyoruz. Sabahın ilk saatlerinde hemen uyanır uyanmaz ilk yaptığımız; sabah haberlerini izlemek bahanesiyle o 'sihirli kutu'nun açma-kapama düğmesine dokunmak oluyor. Ve bazen o düğme, gecenin geç saatlerine kadar bile 'OFFLİNE' modunda olamıyor. Toplum olarak tamamen dizilere, maçlara, tartışma programlarına fokuslanmış, odaklanmış bir yaşam sürdürüyoruz. Belki çok daha başka sosyal aktivitelerle ve sevdiklerimizle birlikte geçirebileceğimiz bir zamanı, evimizde bazen bir başımıza ekran karşısında geçiriyoruz. Televizyon tarafından afyonlanıp, uyuşturulan bir topluma dönüşüyoruz gitgide. 

Televizyona bu kadar yüklendim, verdim veriştirdim ama nihayetinde ben de bir televizyon izleyicisiyim. Belki kimilerine göre televizyonla beraber hayatımızı artık domine eden, yönlendiren pek çok teknolojik buluşu yeren bu yazım ironi gibi görünebilir. Televizyondan tutun da, laptop bilgisayarlara ve en sonunda akıllı telefonlara kadar varan pek çok son model teknolojik ürünü artık hayatımızın merkezine koymak durumunda kalıyoruz. Çünkü onlar olmadan hayatımızı idame ettiremiyoruz.

Toplumda geniş kitleleri birbirinden bu denli uzaklaştıran televizyon, yine de bir nebze olsun toplumsal diyaloğun oluşumuna katkı sağlıyor. İçerisinde bulunduğumuz çalışma grubu ve arkadaş topluluklarında gündelik sohbetlerde sonraki fasıl; klâsik bir günaydınlaşma ve hâl hatır sormanın ardından, ya reytingi yüksek popüler bir dizinin bölüm münazarasına ya da önceki akşam oynanmış iddialı bir spor karşılaşmasının kıyasıya tartışmalarına doğru evriliyor. 

Ama yine de gelişen teknolojinin toplumumuz üzerindeki olumsuz etkileri şöyle bir göz önüne getirildiğinde; televizyon, çağın diğer teknolojik yeniliklerinin yanında daha masum kalıyor. 21. yüzyılın her yıl biraz daha gelişen internet teknolojisi, beraberinde internete, bilgisayar oyunlarına bağımlı yeni, genç bir kuşağın yetişmesinin de önünü açıyor. Gerçi şu anda gençlerin, internet kafelerden yararlanmalarına yönelik birtakım yasal düzenlemeler yapıldı ama yakın bir geçmişe kadar buraları özellikle de okul çağındaki çocukların, gençlerin günün erken saatlerinden başlayıp, neredeyse tüm zamanlarını geçirdikleri kontrolsüz işletmelerdi.

Çocukluğunda SEGA televizyon oyunlarını, Atari'yi görmüş, oynamış biri olarak söylüyorum. Ne zaman bilgisayar ve oyun teknolojisi bu denli gelişmeler kaydetti, o zamandan beridir artık mahalle köşelerinde, sokak aralarında ip atlayan, sek sek, saklambaç, bezirgânbaşı, uzun eşek... oynayan bir çocuk grubu bile kalmadı. Annelerin, babaların son yıllarda artış kaydeden çocuk kaçırma ve organ ticareti haberlerinin etkisiyle çocuklarını, akranlarıyla oynamaları için artık sokaklara bırakmak istememeleri ve bunun yerine onları evlerinde, gözlerinin önünde internetle, televizyon ve bilgisayar oyunlarıyla eğlendirme, meşgul etme yöntemleri; yeni nesillerin dünyayı yalnızca internetten ve bilgisayar oyunlarından ibaret sayan dar bir vizyona sahip olarak yetişmelerinin önünü açıyor.

İnternetin her konu ve alandaki güncel bilgilere anında erişilebilme özelliği, zamanla kitaplara ve ansiklopedilere olan gereksinimi de giderdi ne yazık ki. Okumayan, araştırma yapmayan, konular ve olaylar hakkında mesnetsiz, körü körüne yorumlar yapan (yapmaya çalışan) bir toplum haline geldik. 

Uluslararası pek çok sosyal indekste kendine orta ve son sıralarda ancak yer bulabilen Türkiye, neyse ki bir kategoride dünya 1.si. Yapılan son araştırmalara göre, günde 330 dakika ve yılda 1430 saatle dünyanın en uzun süre televizyon seyredilen ülkesi biz olmuşuz! (Özay Şendir, Fazladan 1430 Saatiniz Var mı, Milliyet Cadde, Sayfa 3, 05.04.2017) Bu duruma üzülmeli mi yoksa sevinmeli mi, açıkçası tam olarak karar veremedim. Televizyon kanalları, iddialı diziler ve sansasyonel programlarla reyting pastasından pay kapmanın, bu sayede daha fazla reklam geliri elde etmenin derdindeyken; toplum, görsel medyanın bu amacına hizmet eder bir tutum sergiliyor.

Şalom Gazetesi yazarı ve Milliyet Blog üyelerinden Bahar Feyzan, 29 Mart 2017 tarihli köşe yazısında; Rize'nin Pazar ilçesinde bir anlık öfke yüzünden hayatları kararan iki genç lise öğrencisinin hazin öyküsünden, 21. yüzyıl Türkiyesi'nde nicedir yaşanılagelen toplumsal bir soruna dikkat çekiyor. Televizyon ve bilgisayar oyunları sayesinde her geçen gün canavarlaşan ve kontrol edilemez bir hale gelen bir nesil yetiştiriyoruz. Ben öyle fanatik teknoloji düşmanı birisi değilim. Aksine sosyal medyayı aktif bir biçimde kullanıyor ve teknolojinin her türlü nimetinden mümkün mertebede istifade etmeye çalışıyorum. Ama yapılan araştırmalar neticesinde sosyal medya ve teknolojik cihazlarla haddinden de fazla ölçüde yakından ilgileniyor, bu uğurda belki sevdiklerimizi bile ihmal edebiliyoruz. Televizyon seyrederken program seçmede pek ayarımız olmadığından, seyrettiğimiz dizinin (filmin) hemen arkasından bir başka programa, kanala geçiyoruz. Yılların masaüstü çalar saatini hemen bir çırpıda çöpe atıp, ertesi gün işimize akıllı telefonlarımızın kurulu alarmlarıyla yetişmeye çalışıyoruz. Ama giderek bize doğru yaklaşan tehlikenin farkında mısınız? Bahar Hanım'ın da yazısında belirttiği gibi, toplumsal hafızamız silinmek üzere.

www.salom.com.tr/haber_102583_beyniniz_hackleniyor_html.

 
Toplam blog
: 266
: 1321
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1982 yılında İstanbul'da doğdum. Açık Öğretim Fakültesi İşletme Lisans eğitimimi 2005 yılında tam..