Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '07

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Temel içgüdü

Temel içgüdü
 

Eminim öncelikle başlık dikkat çekecek ve bu yazım oldukça reyting alacak. Affedin, zannettiğiniz "temel içgüdü" değil bu. Ama devam edin lütfen, sonuna kadar okuyun, bunu daha çok seveceksiniz biliyorum.

Tanrı(Allah) sözleriyle istediğimiz gibi oynuyoruz. Birbirimizi O’nun adına sınırlıyor, incitiyor ve öldürüyoruz. O’nun adını, O’nun bayrağını, asırlar boyu savaş alanlarında kullandık, bir toplumu diğerlerinden daha fazla sevdiğini kanıtlamaya çalışacak kadar ileri bile gittik. Bunun kanıtı olarak onları öldürmemiz gerektiğini söylediğini iddia ettik.

Oysa Tanrı’nın sevgisi sınırsız ve koşulsuzdur. Bunu duymak istemiyoruz , bu gerçeği kabul etmek istemiyoruz. Çünkü bu gerçek bütün din ve devlet kurumlarımızı hatta evlilik kurumumuzu bile yerle bir ediyor. “Özel”liğe dayanan bir kültür yarattık. Ve bu mitolojimizi , bazılarını “özel” kılan bir Tanrı ile destekledik.

Oysa Tanrı kültürü herşeyi kapsar. Tanrı herkesi sever. Tanrı’nın krallığına herkes davetlidir. İşte bu gerçeğe “küfür” diyoruz .

Böyle demek zorundayız. Çünkü bu gerçek, eğer kabul edersek, yaşamımızdaki her şeyin sahte olduğunu gösterir. Tüm inşa ettiğimiz yapıların zorlu ve kısıtlı olduğu ölçüde “hatalı” olduğunu gösterir.

Bir şey amacına uygun işlev göstermiyorsa “hatalı”dır. Bir kapı açılıp kapanmıyorsa “yanlış” değildir. İşlevsel olarak hatalıdır. Bu da öyle bir şey.

Hayatımızda toplumumuzda bir şey, bir kurum işlevsel olarak “daha insan” olmamıza yardım etmiyorsa hatalıdır. Yapılanmasında bir hata vardır.

Peki insan olmanın amacı nedir? Gerçekten kim olduğuna karar vermek ve deklare etmek, deneyimlemek ve bundan haz almaktır.

İnsan olmanın amacı, olabildiğinin en büyük versiyonu olmaktır.

Dinlerle ilgili olarak; gitmek istediğimiz yerin Tanrı’yı bilmek ve sevmek olduğunu söylüyoruz. Ama dinlerimiz Tanrı’yı büyük gizem olarak sunuyor. Tanrı’yı sevmemizi değil ondan korkmamızı istiyor. Dinler davranışlarımızı değiştirmemize yardım etmedi. Hala birbirimizi oldürüyor, hala birbirimizi lanetliyoruz. Bir diğerimizi “yanlış” kılıyoruz. Hatta maalesef dinlerimiz böyle davranmamızı teşvik ediyor. Daha doğrusu teşvik ettiğini biz uyduruyoruz.

Evlilikten örnek verecek olursak; bizi sonsuz mutluluğa götürmesini istediğimizi söylüyoruz. En azından biraz huzur, güven, mutluluk vermesini bekliyoruz. Tıpkı dinlerde olduğu gibi evlilik kurumu da bu istediklerimizi başlangıçta veriyor. Ama bir süre sonra yine tıpkı dinler gibi bizi istemediğimiz yere sürüklüyor. Evliliklerin yarısı boşanmayla bitiyor. Evliliklerini sürdürenlerin çoğu da mutsuz. “Kutsal” evliliğimiz bizi acılara, kızgınlıklara, pişmanlıklara doğru götürüyor. Çoğu da trajedi yaşatıyor.

Devletimizin (tüm dünya devletlerinin), bize huzuru, özgürlüğü, iç barışı sunmasını istediğimizi söylüyoruz. Ama devletimiz(lerimiz) bunu yapmıyor. Bizi savaşa, özgürlüğümüzün gittikçe kısıtlanmasına, iç şiddetin gittikçe artan karmaşasına doğru sürüklüyor. İnsanları tok, sağlıklı ve canlı tutmak gibi basit bir problemi bile çözümleyemiyoruz. Eşit imkanlar sunmayı yapılacaklar listesine koymuyoruz bile. “Sahip olanlar”dan arta kalanları “sahip olmayanlara” aktarmak gibi basit bir şeyi bile başaramadık. Kaynaklarımızı daha eşitçe paylaşmak isteyip istemediğimizi bile bilmiyoruz. Dünyayı besleyecek yiyecekleri çöpe atarken, her gün yüzlerce insan açlıktan ölüyor.

Bunun İlk İnsan Kültürel Mit’i ve onu takip eden mitlerle ilgisi var. Bu mitler değişene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Mitlerimiz ahlak kurallarımızı, ahlak kurallarımız da davranışlarımızı yaratıyor. Problem şu ki; kültürel mitlerimiz temel güdülerimizle çelişiyor.

İlk kültürel mitimiz insanların doğal olarak "kötü" olduğu idi. Bu İlk Günah Mit’idir. Bu mit, sadece doğamızın kötü olduğunu söylemiyor, kötü olarak doğduğumuzu söylüyor. İkinci kültürel mitimiz ilk mitimizden doğuyor; <ı>en güçlü olan yaşar.

Bu ikinci mit bazılarımızın güçlü, bazılarımızın zayıf olduğunu söylüyor. Yaşamak için güçlü olmamız gerekiyor. Diğer insanlara elimizden gelen yardımı yaparız ama iş kendi varlığımızı sürdürme noktasına gelince önce kendimizi kurtarmaya bakarız. Başkalarının ölmesine izin bile veririz.Hatta daha da ileri gidebilir, kendimizi ve bize ait olanı kurtarmak için başkalarını öldürebiliriz. Böylece “zayıf” ın yanında kendimizi “güçlü” olarak tanımlarız. Bazılarımız bunun <ı>temel içgüdü olduğunu söylüyor. Yaşamı sürdürme güdüsü. Bu kültürel mit, bizim toplumsal değerlerimizi oluşturarak birçok (grup) davranışımızı yaratıyor.

Oysa bizim ”temel içgüdü”müz yaşamı sürdürme değil, adalet, birlik ve sevgidir. Bu, bütün bilinçli varlıkların güdüsüdür. Bu bizim <ı>hücresel belleğimiz ve <ı>güdüsel doğamızdır. Doğal olarak <ı>kötü değiliz veya <ı>ilk günahla doğmuyoruz. Eğer temel güdümüz yaşamı sürdürmek olsaydı asla güdüsel olarak düşmek üzere olan bir çocuğu, boğulmakta olan bir adamı, hiç kimseyi hiç birşeyden kurtarmazdık. Oysa temel güdümüzle davrandığımız için kendimizi tehlikeye atsak bile yaptığımızı düşünmeden yaparız. Bizim içgüdümüz ve doğamız bizim özümüzü yansıtan adalet, birlik ve sevgidir.

Ekonomik, politik ve sosyal “aynılık” oluşturmaya yönelik toplumsal mekanizmalar en yüksek amacımıza uygun değildir. Gerçekten “adil” olmamız için olanaklarda eşitlik yaratmalıyız, sonuçlarda eşitlik değil. Herkesin aynı olduğu eşit toplum anlayışı, dış güçler ve yasalarla sağlandığında, adalet ve gerçek yaratıcılık olanağı ortadan kalkar. Yaratıcılık ise aydınlamış varlıkların en yüksek amacıdır. Aydınlanmış toplumlarda bireylerin temel varoluş ihtiyaçlarının karşılanması sorun bile değildir. Herkese yetecek kadar varken üyelerinin acı çekmesine bu toplumlar izin vermez. Çünkü bu toplumlarda bireyin yararı ile toplumun yararı aynı şeydir. “Doğuştan kötü” ve “güçlü olan yaşar” mitlerinin yaratıldığı toplumların bu anlayışa ulaşması mümkün değildir.

Sevgi, birlik ve adaletle, aydınlamış toplum sıfatına yaraşır olabilmek dileğiyle, Serap.

 
Toplam blog
: 21
: 1440
Kayıt tarihi
: 06.02.07
 
 

1967 doğumluyum. 24 yaşında bir kızım var. Ailem ve dostlarım, vazgeçilmezlerim, olmazsa olmazlar..