Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

13 Mayıs '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Ten kokusu

Ten kokusu
 

Bu yalnızlığa dayanmalıyım


Küçük mutlu anları unutmayıp, yaşadığımız sağlıklı günlerin değerini bilmeyi ne çok özlemişiz. Hasret kalmışız yaşadığımız anı sevinçlere boğmaya. Hasret kalmışız sarılmalara. Bütün kış mevsiminde yağan karın altında üşürken, ellerimizi, titreyen parmak uçlarımızı nefesimizin buğusuyla ısıtırken güneşe hasret olduğumuzu unutmuş, terlerken güneşten kaçar olmuşuz.

Unutmuşuz sert ve soğuk günlerin acımasızlığını.

Unutmuşuz güneşe hasret olduğumuzu.

Unutmuşuz akşamları eve gelirken bir demet çiçek almayı.

Beklenmedik zamanlarda beklenmedik sürprizler yapmayı unutmuşuz.

Unutmuşuz eşimize bile “Seni seviyorum” demeyi.

Unutmuşuz çocuklarımıza sarılıp uyumayı, saçlarını okşamayı.

Unutmuşuz sımsıcak sarılmayı.

Unutmuşuz sevdiğimizin terli tenini koklayıp, “mis gibisin”, demeyi.

Eve geldiğimizde hemen banyoya gider olmuşuz. Odanın içini ter kokuları dolar diye korkar olmuşuz. Korkar olmuşum ben de, kendi ten kokumu odaya doldurmaya. Oysa ben eskiden terli ten kokusunu ne çok severdim.

                Babam, öğrencilerinden ayrılıp eve geldiğinde, takım elbiselerini, gömleğini, kravatını çıkarırken hep terlemiş olurdu. Ve ben, babamın ter kokusunu içime çekerdim. O koku bana huzur verirdi. Ter kokusuyla babama sarıldığımda kendimi daha bir güvende hissederdim çocukken. Daha sonraları şehirde okuyan ağabeylerim eve döndüklerinde onlarında mis gibi terli kokularını duyardım. Babam odasında yatar, bizler odamız da geç saatlere kadar konuşurduk. Bütün odalarımıza mis kokular dolardı. Ben evimizdeki bütün insanların ter kokularını severdim. Bir de annemin ter kokusunu hiç bir zaman unutamadım. Hiç unutmam, okuldan ne zaman eve dönsem annemi okul bahçesinde çapa yaparken bulurdum. Annem, o güzel kadın, yorulmuş ve terlemiş olurdu. Yanaklarında, alnında bulgur bulgur ter taneleri görürdüm. Hızlıca yanına yaklaşırdım. Sımsıkı birbirimize sarılırdık. Benim gözlerim dolardı. Annem duymasın diye sessiz sessiz ağlardım. Annem de ağlardı. Kendimi toparlayıp;

“Ağlama anne” derdim. “Bak geldim işte. Hani ağlamayacaktın.”

“Mutluluktan ağlıyorum oğlum”, derdi annem.

Ben de sevinçten ağlıyordum zaten. Sevinçten ağlamak ne güzeldi o zamanlar. Sanki gözyaşı bile sımsıcaktı. Eve girmeden kapıda durur, bir kez daha sarılırdık birbirimize. O an annemin terli teni bana mis gibi kokardı. Annemin kokusunu içime çekerdim. Annem mis gibi kokardı. Narin, öpülesi topraklı elleriyle saçlarımı okşar, “Terlemişsin oğlum, mis gibisin.”, derdi. Oysa ben, okulda banyo yapalı en az bir hafta olmuş olurdu. Ama annem bana mis gibi koktuğumu söylerdi.

Kapıda fazla oyalanmaz, hızlıca, koşar adım, küçük hasta kardeşimin odasına koşardım üst kata. Kardeşim uzun zamandır hastaydı. Onu kucağıma alır, koklar, uzun uzun öperdim. Kardeşimin bebek kokusu bir başkaydı. Ne zaman eve dönsem kardeşimi iyileşmiş göreceğim umudu bana güç verirdi ama o hep hastaydı. İyileşmek bir yana, her geldiğime daha da kötüleşiyordu. Küçücük yüzü soluyor, gözlerinin ışıltısı sönüyordu. Gülümsemeyi unutmuş gibi hep ağlıyordu. Minicik elleri, eti sallanan kalçası iğnelerden harap olmuş, morarmıştı. Ne annemin gözyaşı, ne benim gözyaşım nede dualarımızın bir faydası olmuyordu kardeşime. Artık hafta sonu sadece kardeşimi görmek için gidiyordum eve. Babam ise, “Bu kadar sık gelip gitmene gerek yok” diyordu. Ben de günlük harçlığımı harcamıyor, zorunlu bir şeye ihtiyacım olmadıkça almıyor, yemek için lokantaya gitmiyor, simitle karnımı doyuruyordum. Ve bir hafta sonu yine gittiğimde ise, kardeşimin yatağı boştu. Kardeşim ölmüştü! Ve ben o gün, kardeşimin yatağının başına oturup saatlerce bebek kokusunu koklayarak ağlamıştım.

Bilseydim eğer büyüdüğümde annemin, babamın, kardeşlerimin ter kokusuna hasret kalacağımı, çocukken onları daha çok koklardım. Belki o zaman hasretim bu kadar büyümezdi. Ben bu kadar hasret kalmazdım sarılmalara. Her gün özlemim büyümezdi dokunmalara, öpüşmelere. Ben bu kadar çok yetim kalmazdım. Kimsesizliğim büyümezdi.

Tatil günleri çabuk biter, ayrılık sabahı hemen gelirdi. Annem, ayrılık anımızda yine ağlardı. Bense babamın yanında gözyaşlarımı tutar, güçlü olmak için kendimi zorlar, konuşmak ister ama konuşamazdım. Söyleyeceklerim boğazımda düğüm olurdu. Gözyaşlarımın buz gibi içime aktığını hisseder, az sonra yalnız kalmanın acısıyla üşürdüm. Harçlık paramı tam arabaya binerken verirdi babam. Özenle sıralanmış paraları usulca alır, cebime koyardım. Bana verdiği para, yol ücretime ve masraflarımı ancak karşıladığını bilir ama daha fazlasını istemeye cesaret edemezdim.

Birçok şeyi unutmuş olsam da, ailemin ten kokusunu unutamadım. Baba olduğumda da, annemin sözlerini anımsamış, oğlumu her gece koklar olmuştum. Oğlum da tüm bebekler gibi mis gibi kokuyordu.

Bu gizli büyünün insanlar arasında özel ve çok güzel bir şey. Eşlerin birbirlerini sevebilmelerinin ilk adımı ter kokularında birbirlerinden tiksinmemeleri, sevmeleri... Çünkü seven insanların kucaklaşmalarında ve öpüşmelerinde insanın duş almış olması ya da terlememiş olması gibi bir durum söz konusu olmuyor. Çünkü sevenler her koşulda kucaklaşıp öpüşebiliyorlar.

Sarmaş dolaş olabilmek insana güç veriyor.

Ne güzel sarılabilmek…

Bazen bunları düşününce gözlerim doluyor hemen. Aklıma anasız babasız çocuklar düşüyor. Çocuklarını sevemeden kaybeden babaları anneleri düşünüyorum. Yüreğim paramparça oluyor ağlayan bebeleri düşündükçe. Ağlayan bebeleri en güzel anne kucağı susturuyor çünkü. Saçını elleriyle okşayan bir babanın verdiği güveni bir başkası veremiyor çocuğa. Kardeşlerin dostluğu, etin tırnaktan ayrılamayacağı duygusunu veriyor. Ağlayan çocuk seslerinde sarılmanın yoksunluğunu görüyorum. Çünkü onların ilk derdi önce sevgi ve kucak. Bunlar olmayınca yaşamlar biraz durgun, biraz aç, biraz kırgın geçiyor.

Ben sevgilimin ter kokusunu da çok severdim. Yanıma geldiğinde sımsıkı sarılır, saçlarını ellerimle tarar, yüzümü saçlarına gömer koklar, teninin kokusunu içime çekerdim. Sevgilimin de mis gibi kokardı terlemiş boynu. Ter kokusunda kendimi güvende hisseder, onu çok sevdiğimi, ten kokusunu çok sevdiğimden anlardım. Ne çok koklarsam doyamazdım. Akşamları evlerine gittiğimde elimi yüzümü yıkamadan kapıda sarılır, koklaşırdık. Bir gece yine evlerine gittiğimde henüz gelmemişti. Ben ise temizliğimi yapıp oturmuştum. Az sonra gelmişti. Hayret, o gece sımsıkı sarılmayıp sadece bir görevmiş gibi yanaktan öpmüştü beni. Ertesi gün neden sarılmadın, dediğimde ise beklediğim yanıt gelmişti. “Ben seni ter kokunla seviyorum.” İşte o an, beni çok sevdiğini anlamıştım. Yüreği tamamen benimdi. Ve bunu bilmek hayatta istenecek ve sahip olunan tek ve gerçek sevgiydi. Bir insanın yüreğini kazanmak çok güzeldi. O akşamdan sonra onu çok daha fazla sevmiştim. Her buluşmamızda fırtınalar kopuyordu yüreğimde. Söylediği o güzel sözü anımsar, ne çok sevsem doymazdım. Olmadık zamanda sarılır, ten kokusunu nefes nefes içime çekerdim. Güzelliğiyle sarhoş olur, kendimden geçerdim. O benim için her şey demekti. Sevgimi kelimelerle ifade edemez, ne söylesem, ne şiir yazsam duygularımı yine de anlatamazdım. Sevgimi dile getirmenin en güzel tanımı sarılmak oluyordu.

Çünkü sarılmak sevgi demekti.

Sevebilmekti.

Sarılabilmek aşk demekti.

O aşk yıllarca sürmüştü.

O aşk, “Bu ne koku böyle, yıkandıktan sonra gelsene yanıma.” deyişine kadar çok güzeldi. Artık ter kokumla kucaklaşmak istemiyordu.

O büyü bozulduğun da biz de halka halka ayrılmaya başlamıştık.

Ve günün birinde bütün halkalar birbirinden ayrıldığında tamamen kopmuştuk.

Artık her söz beni yaralıyor, yüreğimde onarılmaz yaralar açıyordu.

Bir akşam da tamamen ayrılmıştık.

Ve ben o akşam, her zaman olduğundan daha çok terlemiştim.

“Gidiyorum”, demişti. Çantasını hazırlamış, fotoğraflarını duvardan indirmişti.

Gitmesi gerekiyordu belki de.

Belki de benim varlığım, yanında boşluk yaratıyor, yokluğum ise huzur veriyordu.

Ter kokusundan olmalı, sarılmadan gitmişti.

Oysa ben sımsıkı son kez bir daha sarılmak istiyordum. Sarılmak ve ten kokusunu duymak istiyordum. Çünkü onu bir zamanlar çok sevmiş, hala seviyordum.

Yaşanan sevgiyi yaşanmamış gibi silip atamıyordum yüreğimden.

İnsan sevdiklerinin ter kokusunu severek koklayabilmeli.

Yanınızdayken sevdikleriniz sımsıkı sarılın ki, sonra hasretiniz büyümesin.

Çünkü o hasreti dindirecek bir başkasını bulamazsınız.

Bu gece sevdiklerinize sımsıkı sarılın.

Bu gece teninin kokusunu koklayın sevdiklerinizin.

Bakalım neler hissedeceksiniz.

Ne kadar çok sevebileceksiniz?

Siz, ne kadar çok seviyorsunuz ten kokularını?

Sevdiklerinizin kokularını.

İnsan kokusunu ne kadar çok seviyorsunuz?

Seviyor musunuz?

Sevebiliyor musunuz?

1999 yılında yazılmış bir yazı.
Aşk Yazarı Mustafa Çifci-www.mustafacifci.com

 

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..