Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '11

 
Kategori
Deneme
 

Tendeki Ayaz

Tendeki Ayaz
 

Karanlık basmışken her yeri uyanmaya başlamıştı derin uykusundan. Gözlerini açıp açmadığından pek de emin değildi. Gözlerini ovuşturdu ve bir önceki durumdan farklı olan bir şeyler görmeyi umdu. Fakat gözlerini esir alan tek renk koyu bir karanlıktı. Hala uyuyor olduğunu düşündü ve içinde olduğu durumun bir rüyadan ibaret olduğunu zannetti. Çıldırmışçasına suratına sert bir tokat indirdi ve karanlıktaki derin boşluğa küfürler savurup durdu. O da yetmedi sert duvarları yumruklamaya başladı. Kapı aralığından sızan kısık bir ışık fark etti ve işitmiş olduğu bir ses tüm ruhunu esareti altına almaya başladı. Sesi duymak için sessizliğin ritmine bıraktı kendisini ve söylenen tek bir cümle mevcut idi:

“Karanlığa küfredeceğine kalk da bir mum yak.”(Konfüçyüs)

Dönüp de arkasına baktı. Sonra sağına ve sonra soluna ve sonra… Tekrar aynı yöne doğru dönmüştü. Birilerinin kendisini bir yerlerden izlediği konusunda şüphelere kapıldı birden. Oysaki kendisini takip eden tek şey yalnızlıktan başkası değildi. Tenindeki ayaz üşütüyordu yüreğini ve ısısına ihtiyaç duymuş olduğu Güneş çoktan ışığını da alıp gitmişti çok uzaklara. Varlığı ve yokluğu adeta bir muamma olan Ay, etrafında dönmüş olduğu Dünya’nın yörüngesinden ayrılmış olmalıydı. Dünya bu denli karanlık olamazdı.

Yürümüş olduğu bütün yol boyunca zamanı takip etmişti ve yolun sonunda gerçek dünyaya ulaşmıştı. Derin derin nefes alıp veremedi. İçine çekmiş olduğu kirli hava soluk borusunu delerek ciğerlerine ulaştığında göğsünde derin bir acı hissetti. Burnuna kötü kokular geliyordu ve görmüş olduğu manzara, ihraç edilen sahte gülüşler ve ithal edilen gerçekdışı hayallerle kontrolden çıkmış bir hayat ve hayatın kontrolü altına giren insanlar topluluğu idi.

Dünya adeta ayaklarının altından kayıp gidiyor ve o, durmaksızın uçurumlardan aşağı düşüyor gibiydi. Eğer ki, görmüş olduğu her şey bir gerçeklikten ibaret ise hiç zaman kaybetmeden yere çakılıp yok olmayı diledi. Var olmayan bir hayatta oyunu kuralına göre oynayıp yok olmalıydı. Hayatın üzerine giymiş olduğu kanlı elbiseye kırmızı bir ton da kendisi eklemeliydi. Belki de huzuru orada bulacaktı. Hala düşmeye devam ediyordu. Düştükçe görüş mesafesi daralıyor ve görüş alanı genişliyordu. Kaos, teninin her bir noktasında küçük bir virüs misali yayılarak gittikçe büyüyordu. Hayat gittikçe karmaşık bir hale bürünüyor ve yaşamak için savaşmak, savaşmak için de yaşamak gerekiyordu.

Tendeki ayaz üşütüyordu kalbini…

Gecenin üzerine giymiş olduğu karanlık gibi…

Yere çakılıp da öleceği pek mümkün olmayan bir durumun içinde adeta kaybolmuştu. Görmüş olduğu manzara gittikçe kirleniyor ve kirletiyordu. Zıtlıkların çatışmasından doğan bir ruh halinde ruhsuzluğu öğreniyordu ve üzerine yansıyan ışıkla karanlığın en derin kuyularına doğru yol alıyordu. Zamanı geri sarıp karanlık da olsa kendi dünyasına dönmek istiyordu bir an evvel. Vakit kaybetmeksizin yola koyuldu ve görmüş oldukları karşısında kayıtsız kalmadı. Son sözlerini sarf etti:

Sadece izlemekle yetinmiş olduğunuz hayat reyting rekorları kırmakta ve siz hala yaşam koşullarınızla bürokrasi engeline takılmaktasınız. Belli ki daha gidilecek çok yolunuz var…

Sahip olunan ekranların hiçbiri hayat oyununun sergileneceği kadar geniş değildi. Böyle bir oyunun oynanabilmesi için her karenin Dünya üzerine yansıtılması ve oyunun durmaksızın her saniye oynanması gerekiyordu. Meleklerin almış olduğu her nefes şeytanın soluğunu kesiyordu adeta ve belleğin sürekliliği insanoğluna sürrealist bir yaklaşımla da olsa, en azından hayal edebileceği bir dünyada yaşamayı mümkün kılıyordu, karanlıklara küfretmek yerine kalkıp da bir mum yakıldığında...

 
 
Toplam blog
: 102
: 1428
Kayıt tarihi
: 24.06.11
 
 

Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü mezunuyum. 8 Nisan 1987 doğumluyum ve Adana'da Seyhan ilçesin..